bugünkü milliyet sayısındaki yazısıyla ne kadar cahil ve işine önem vermeyen bir yazar oldugunu göstermiş yazar(ımsı). galatasaray'ın fransa'da bordeaux ile oynadıgı macla ilgili dileklerini kaleme almış. galatasaray'ın ali sami yen'de turu gecmesi halinde ilk sekize kalacagını iddia ediyor. bu kadar da vurdumduymazlık olmaz. önce git bi araştır be adam. bak bakalım kac takım su an mac yapıyor? 16 mı 32 mi? gs turu gecerse son 8'e mi kalcak son 16'ya mı? milliyet'e böyle bi yazar gercekten yakısmıyor.
" Kimse kızmasın kendini unuttu
Hasan Cemal Milliyet'te diyor ki, " benim günlüklerim öyle değildi. "
Unutmuş olabilir mi ?
28 Kasım 1982 tarihli günlükte Orgeneral Necdet Üruğ ile yaptığı " gizli " görüşme notları var. Ürug Paşa sivil ve gayet şık giyinmişti. Rahat koltuklara oturduk. Ihlamur; Yalçın Doğan istemeyince " sizin de çikolata hakkınız var " diyerek kristal çanaktan Madlen çikolata çıkardı.
Bu üslup Mustafa Balbay'ın günlüğündekine benzemiyor mu?
Üruğ Paşa ile görüşme notlarını yazdıktan sonra diyor ki; Üruğ Paşa bir bakıma halef-selef oldukları Birinci Ordu Komutanı Haydar Saltık Paşa'yı eleştiriyordu.
Bu yorum da Balbay'ın günlüklerine benzemiyor mu ? Balbay da komutanların " 1 numara " dedikleri Genelkurmay Başkanı Özkök'ü eleştirdiklerini not etmiyor mu?
Ah Hasan Cemal ah! Demek sizin günlüğünüz öyle değildi ...
Üruğ Paşa'nın sizden " ricası " bile olmuş; YÖK'e dokunmayın.
Keşke gazeteci-kaynak ilişkilerini hep sorgulasak, basının güven kaybına neden olan bu ilişki tarzını hep eleştirsek. Ama dün olmamış gibi davranmayarak! Öyle değil mi Hasan Cemal?
Günlüğünüzden örneklere devam edelim ...
26 Şubat 1983 tarihli günlüğünüzü anımsatalım :
" Saltık Paşa ile bugün Boğaz'da Kalender Orduevi'nde yemek yedik. Sivildi; yanında kurmay başkanları. (...) Boğaz'a bakan geniş salonda denize dönük rahat koltuklar.
Yanınızda Güneri Cıvaoğlu, Rahmi Turan, Çetin Emeç gibi gazeteciler de var.
Tıpkı Balbay'ın yanında olduğu gibi...
12 Eylül 1980 askeri darbesinin o zorlu günlerinde Gazeteci Hasan Cemal gözaltına alıp günlükleri ele geçirilseydi o dönemin basını ne yazacaktı dersiniz ?
Anımsatmak bile istemeyiz !
Öyle değil mi Hasan Cemal ?
Nereden nereye
1991... Ankara... Mustafa Balbay'ın evi ... Nadir Nadi yeni ölmüş ... Hasan Cemal ve arkadaşları Özal'la beraber liberalizme doğru çark ediyorlar ...
Tuncay Özkan söz alıyor : " Kesinlikle ilhan Abi'nin peşinden gitmeliyiz. "
Ve sıkı durun, onu çok ilginç bir isim destekliyor ... Yasemin Çongar ! " Evet bence de! ilhan Selçuk'un yolu doğru ! "
Hakan Aygün, Semih idiz ve Faruk Bildirici ise birbirlerine bakıyorlar ve ' Yarın karar verelim ' diyorlar ... Daha sonra Hasan Cemal safını seçecekler ...
O gün ilhan Selçuk'la kalınmasını savunan çok ilginç bir isim daha var: Doğan Akın ! O ki yıllarca Balbay'la Cumhuriyet'in Ankara bürosunda çalışmış. Ve şimdi yönettiği tempo24.com.tr adlı haber sitesi Balbay'a ait olduğu iddia edilen günlüklerin sızdırıldığı yer ... ilginç değil mi?
hakkında o kadar yazılmış; ancak tank sesiyle uyanmak ve demokrasi korkusu isimli kitaplarının okunulası olduğunu düşündüğüm yazar. babama fizik ve düşünsel olarak da çok benziyor bu arkadaş.
bu günkü yazısının başlığı "Üç puanlık artış, Baykal CHP'si için başarı değildir!" olan yazar.her ihtimali göze almış, kendisine kıl olup okumayanların bile ne yazdığını görmesi için kendi çapında stratejik davranmış.
halbuki kıl olmayan birinin bile böyle yapan birini okumasına hiç gerek yoktur. ortaokul türkçe derslerinde öğretmen paragraf verirdi, sınavlarda bunun ana fikrini sorardı. bu insan da bundan çok etkilenmiş olacak ki birçok yazısının başlığı, yazının içeriğini net olarak anlatır. insanın bu tarz dikkat çekmeye çalışması, onun nasıl basit bir konumda olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.
gelelim asıl konuya, yani tümevaralım...
evrimi görmek için uzun zaman beklemeye gerek yoktur. evrim denen değişimin genel mantığı nedir? değişen yaşam koşullarına en iyi uyum sağlayanların hayatta kalması ve bu işten karlı çıkması.
ben de öyleydim değiştim diyen birinin, evrimin kurallarına göre hep karlı çıkacak değişimler geçirmesi, doğanın genel yasasına tamamen uyar. bu uyum sağlama biraz da hayvansal içgüdülerin eseridir.
fakat ortada ters bir durum vardır. bu değişimlerden karlı çıkmak için hareket edenler ve başaranlar hayvanlar olsa dahi, geçmişte yaptıklarına bu kadar takılı kalıp eleştirmezler.
hasan cemal de, nedense, hep içinden karlı çıkacak dönüşümleri gerçekleştirmiştir ve evrimin en büyük kanıtıdır...
kandile gidip pkk elebaşı murat karayılanla görüşmesini yazarak milliyet gazetesinde pkknın propagandasını yapmıştır aleni.yok karayılan ölümlere üzülmüşmüş dershane bombalaması kazaymış mayınlar savunmaymış.allah belasını versin sana maaş verene de o gazeteyi alana da basana da dağıtanada.
iki gündür almanya'nın dresden $ehrinde i$lenen bir cinayeti madımak ile e$le$tirmeye çalı$an kişi. alakasız iki olay. ama zorla iki olay arasında bağlantı kurmaya çalışıyor.
Liboş Darbeci. Cumhuriyet gazetesini liboşlastırma sürecinde hızını alamayıp bir darbe ile Yayın Kurulu'nun yetkisini "danışma" düzeyine düşürmek istemiş, bunun sonucunda bütün onemli yazarların işten ayrılmalarına yolaçmıştır. Okurların bu durumu protestosu ile gazetenin satışları gülünç düzeylere düşünce bütün amacına ulaşamayan darbeciler gibi gitmek zorunda kalmıştır. Sonradan da hızını alamayıp yaptıklarının uzerine bir de tüy dikmek için, dedikoduvari bir kitap yazma geregi duymuş günümüzde yükselen degerlerin "gasteci"sidir kendileri.
kendisi ilkeli,demokrat,insan haklarına ve hukuka saygılı bir cumhuriyet aydını olarak bilinirdi.. ancak son yazdığı yazıda adeta bir pkk militanı gibi öcalan ı savunmuş;diyarbakır ı kürdistan olarak gördüğünü yazmıştır ve maalesef kendisi hakkında düşünülen tüm etik değerleri yerle bir etmiş, bu düşünceleri yok etmiş karizmayı çizdirmiştir.
"...pkk bunca yıldır ayakta durabiliyorsa, kürtlerin arasında kök saldığı içindir, ciddi bir toplumsal tabana ve sivil toplum desteğine sahip olduğu içindir. bu nedenle, terörle mücadele deyip dağda pkk'lı öldürürken, ovada kürtleri yanına alabileceğini, kürt sorununu çözüm rayına oturtacağını sanmak bir başka yanlışa işaret eder..."
1) o pkk'lının o dağa neden çıktığını herkes biliyo. madem murat karayılan denen adamın avukatlığını üstlenip adamın her lafını referans gösteriyosun, o zaman aynı kişinin geçen mayıs ayında "otuz yıl önce dağa piknik yapmak için çıkmadık ki!" lafını da söyle. bu pkk'lı piknik için değil, terör için çıktı dağa terör. dı yu nov terör?
2) "...terörle mücadele deyip..." demiş. haklısın tsk aslında kanarya sevenler derneği, canları sıkılınca da "hadi biraz eğlenelim" diyerek dağda insan avına çıkıyo. sen de haklısın.
3) "öldürürken" kelimesini kullanmasında bile bi hinlik yatıyo. "terörle mücadele" değil, "vatanını savunmak" değil, "halkını korumak" değil, "silahlı mücadele" değil. ona göre sadece "öldürmek".
bu adam milliyet'e yakışmıyo. benden de kendisine küçük bi tavsiye. reislerin, başkanların çokça bulunduğu yerlerde fazla gözükmesin. o kavanoz dibi gözlüklerine yazık olur sonra hasan'ım.
toplumun gözünde güvenilirlğini yitirdikçe, daha marjinal gruplara göz kırpmaya başlayan yazar. son dönemdeki yazılarına biraz da böyle bakmak lazım. yıllarca demokrasi ve insan hakları kisvesi altında savunmaya çalıştığı kürtlerin savunulacak tarafları kalmayınca bu güne kadar topluma demokrasi diye dayatılan ne varsa insanlar düşünmeye, yargılamaya başladı. o zaman da insanlar hasan cemal, cengiz çandar, can dündar gibilerin kime hizmet ettiğini anladılar.
yazılarını yayınladığı doğan grubunun hem halk gözündeki imajınının, hem mali durumunun kötü olduğu da dikkate alınırsa yakında başka bir gazetede yazılarını görürsek şaşırmamak lazım. zira başka tutunabileceği dal kalmadı.
40 yıldır ab, kıbrıs, kürt sorunu, ermeni sorunu gibi konulardan başka bir şey yazmayan, her milliyet aldığımda yazdığı sayfaya bakmadan geçtiğim adamı milliyetten soğutan liboş.
yani bugünkü hasan ceman o zamanki hasan cemal'den nefret mi ediyor şimdi ?
nefret değil tabii. ama eleştiriyor ! her $eyi siyah beyaz gözlükle görme alışkanlığından kurtulmaya çalışıyor. entelektüel şüpheden kendini azade kıldığı bir dönemi sorgulamaya çalışıyor. doğruyu yalnız biz biliriz diyen kimilerinin insanlığa pek faydası dokunmadığını anlatmak istiyor. yaşadığı düş kırıklıklarını yerli yerine oturtarak iç dünyasında barış ve özgürlüğü yakalamaya gayret ediyor belki de ...
düşüncede bağımsızlığı, hoşgörüyü, hayatı bütün renkleriyle sevebilmeyi belki de yaşadığım bütün düş kırıklıkları öğretmeye başladı bana.
1960larda kuşkulara, sorulara yer olmayan bir düşünce dünyasında volta atıyordun.
ama yine de 1968'de prag baharı rus tanklarıyla ezildiğinde kafam karışmıştı.
hükümeti nasıl yıkar, yağlarım diye sıraya girmiş ve bu seferde askerden sonra yargıya saldırmaya başlamış piyonlardan biri.
aferim iyi eğitmişler sizi.
hafta sonu oynanan derbiyle ilgili görüşlerini bugün köşesinde dile getiren yazar. yazının tam metni:
''bu bir radikal galatasaray taraftarının kendi evindeki fenerbahçe yenilgisi sonrasında kendi kendisiyle bir dertleşme yazısıdır.
veyahut bir hayal kırıklığının kağıda dökülmüş hali de sayılabilir.
ne yazık, fenere yenilmek sanki bizim alın yazımız.
mağlubiyetin acısı ve hüznü... belki de pazar gecesinden itibaren içinde yaşadığım dünyayı yazımın başlığı daha iyi ele veriyor:
evet, fenerbahçeye üstelik ali sami yende yenildikten sonra...
söylenecek ne kalıyor ki?..
bu maçı kaybettikten sonra sözün hükmü artık yok. ne söylesen boş, evet aynen öyle, boş...
hatta şu kadarını bile söylemek dilimin ucuna geliyor:
bu yenilgiden sonra bana şampiyonluk kupasını getirsen dahi, şunu iyi bil, yine belki sevinirim ama kendini kolay affettiremezsin.
yaşadığım düş kırıklığı o kadar derin çünkü...
daha kötüsü, gidiş böyle devam ederse içimden cim bomla ilgili yazı bile yazmak gelmeyecek.
mustafa hocanın beşiktaşına bakıyorum. aslanlar gibi mücadele edip eskişehirspor karşısında 2-0dan maçı çevirip 3-2 kazanıyorlar.
şampiyon adayı bursasporla i̇stanbul büyükşehir arasındaki dişe diş maçı izliyorum, heyecan kasırgası halinde geçiyor.
bir de bizim pazar akşamı ali sami yendeki ruhsuz halimize bak.
ne büyük hayal kırıklığı...
aylar boyu bu maçı bekliyorsun. saracoğlundaki yenilgiden sonra ali sami yende, kendi evindeki rövanşı iple çekiyorsun.
üstelik takım fenerbahçeden daha iyi bir görüntü veriyor.
i̇nişli çıkışlı olsa da, bir maçtan diğerine insanı şaşırtsa da, hatta aynı maçın içinde hem saçını başını yoldurup, hem aslanlar diye bizi bağırtsa da, takımdan bir türlü umudunu kesmiyorsun, kesemiyorsun.
sonunda iyi bir şeyler olacak, sabırlı ol oğlum diye kendi kendine gaz vermeyi sürdürüyorsun.
ama içinde de hep bir sıkıntı... peşini hiç bırakmayan bir tedirginlik...
bu takımda bir şeyler eksik, bu kadar pahalı yıldızımız var ama yine de olmayan bir şey var duygusu içini kemirmeye devam ediyor.
her maçta biri büyük bir hata yapıyor, yıkılıyorsun. kalecin, savunman güven vermiyor. orta sahan takımı taşıyamıyor.
i̇leride yıldızların var ama çok istikrarsız, bir iyi oynuyorlar, bir kötü. üstelik muhteşem goller kaçırabiliyorlar.
trabzonspor maçında, iyi de oynayan emre güngörün büyük bir hatasıyla yıkılmıştık. bir hafta sonra da, johnson ruhuyla (kanat atkayanın deyişi) 30-35 metreden topa çakan selçukun golü ve bunu yumurtlayan leo franco hatasıyla da fener karşısında yıkıldık.
neden, niçin?..
erman toroğlu, gösteri takımı hüviyetinde diye tarif ediyor cim bomu. rıdvan dilmen, rijkaard intihar etti! derken, mehmet demirkol da rijkaardı sorgulamaya başlamış:
galatasarayda yetenek var. ama bunun farkında değiller. çünkü bunu kullanacak bir organizasyon sağlayamıyorlar.
bundan sorumlu olan kim?
hocamız frank rijkaard!
rijkaard devrim mi, yoksa gökmen özdemirin deyişiyle masal mı?..
bu takımın temeli mi yanlış atıldı?
taşlar yerli yerinde değil mi?
yol haritası mı iyi çizilmedi?
elimizde iyi topçular var ama hocanın taktiksel yanlışları mı cim bomu çıkmaza sokuyor?
hepsi haklı, yerinde sorular...
benim içim yanıyor, fenerbahçeye bir kez daha, üstelik kendi evimizde yenildik çünkü...
gerisi boş!
diyorum ki:
çok daha iyi bir galatasaray istiyoruz, hem fenerbahçeyi evire çevire yenebilecek, hem de yalnız türkiyede değil, avrupada da bir zamanlar olduğu gibi sarı kırmızı bayrağımızı dalgalandıracak bir galatasaray.''
bu günlerde, yere göğe sığdıramadığı rte hakkında 1998 yılında yazmış aşağıdaki satırları.*
"istanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan aslında açık sözlü.
Takiye yapmıyor! Yani gerçek yüzünü saklamıyor. ihtiyaç duymuyor buna. Arada bir demokrasiden, Müslüman Demokrat Parti'den söz etse bile nasıl bir dünya düzeni istediğini olanca açıklığıyla dile getiriyor.
Örneğin şu sözler onun:
'Demokrasi amaç mı araç mı? Burada bizim kesin bir ayrılığımız var. Biz diyoruz ki demokrasi amaç değil araçtır.'
'Referansımız islam'dır.'
'Referansımıza ters kanunlar kalkacak.'
Tayyip Erdoğan'ın bu sözleri 1996'ya ait. Dünkü gazetelerde yer aldığına göre, aynı içerikteki görüşlerini 1995'te de ifade etmiş. Refah'ın Ümraniye Teşkilatı'nın açılış konuşmasındaki şu sözler onun:
'Ben Müslümanım diyenin, aynı zamanda laikim demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanlığın yaratıcısı Allah, kesin hakimiyetin sahibidir.'
'Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir demek koskoca bir yalan...'
'Tutturmuşlar, laiklik elden gidiyor. Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek. Sen bunun önüne geçemezsin ki...'
'Hem Müslüman olacaksın, hem laik. ikisi bir arada olunca, ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil ikisinin bir arada olması.'
'1.5 milyarlık islam alemi, Müslüman Türk Milleti'nin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Onun ışıklan gözüküyor. Bu kıyam başlayacak.'
Kıyam! Yani kalkışma... Ayaklanma...
Bunun için mi aynı Tayyip Erdoğan geçen Aralık ayındaki Siirt konuşmasında "Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlamız" diyerek meydan okumuştu?
Ne dersiniz?
Bazı noktaları bir kez daha vurgulamakta yarar var.
Ne diyor Tayyip Erdoğan?
"Egemenlik Allah'ındır" diyor. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demek koca bir yalandır" diyor. O yüzden yasalar "islam'a aykın olamaz" diyor. "Aykınysa değiştirilir" diyor.
Bir başka deyişle: "Kuralı insan koyamaz" diyor. "Devletin düzeni de, her şeyi de tslami esaslara göre belirlenir" diyor.
Kısacası: "Laik düzen olmaz" diyor. "Dinle devlet ayrılmaz" diyor. "Devlet ve toplum düzeni dini esaslara tabi kılınır" diyor.
Başka ne diyor Erdoğan? "Hem laik, hem Müslüman olunmaz" diyor..
Bal gibi olunur! Laiklik en sade anlamıyla din ve devlet işlerinin birbirinden aynlmasıdır. Dinin kamu alanından çekilmesidir. O yüzden hem Müslüman olursun hem laik.
Dini kendi vicdanında yaşarsın. Namazını kılarsın. Camiye, Cuma'ya gidersin. Orucunu tutarsın. istersen örtünür, istersen başörtüsünü ya da türbanını takarsın. Ezanını dinlersin. Çocuğuna Müslümanlığı öğretirsin. Bunuın için Kuran kurslarına, imam-hatip liselerine ilahiyat fakültelerine gönderirsin..
Hepsinin yolu açık Türkiye'de, kapalı değil. Bütün bunlan yaparken de dinle devleti ayn ayn yerlere koyarsın..
Türkiye bu gerçeği çok uzunı yıllardır yaşıyor. Laik demokratik cumhuriyet bunun için var. Bu ülkede Müslürmanlığı kendi vicdanında yaşarken, aynı zamanda laikliği benimseyenler çok büyük çoğunluğu oluşturuyor.
Bu çoğunluk, camiye, ezanaı, ibadete karşı değil. Ama din ile devlet düzeninin karıştırılmasına karşı. Dinin pollitikayci alet edilmesine de karşı.
Kadınla erkeğin eşitliğinden yana bu büyük çoğunluk. Kadının ikinci sınıf bir yaratık haline getirilmesine kairşı çıkıyor. Parlamento'nun yaptığı yasaların dinle irtibatlandınlmasına tarafftar değil.
Medeni Kanun'a, Ceza Kanunıu'na islami esasların karıştırılmasının da kesin karşısında bu büyük çoğunluk.
Bütün bu nedenlerle, bizim ülkemizde Müslüman-Laik çelişkisi yok.
Laik-antilaik çelişkisi var.
Demokrat-köktendinci çelişkisi var.
Antilaik, köktendinci olan kafa, Tayyip Erdoğan kafası... Bu kafa, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu koskoca bir yalan sayıyor. "islama aykın kanun yapılamaz" diyor. "Dinle devlet ayrılamaz" diyor.
Bu kafada laiklik yok.
O yüzden demokrasi de yok.
Bu kafada irtica var! Çünkü demokrasi bu kafada küfür düzeni sayılıyor. Ancak, amaca ulaşmak için küfür düzeninden yararlanmak, yani demokrasiyi bir araç olarak kullanmak da bu kafanın bir kurnazlığıdır. Tabii yerseniz!"