ben bir gürgen dalıyım isimli kitabıyla yürek dağlayan yazar. kendisinin asıl mesleği icra memurluğuymuş, çok şaşırmış sonra da şaşırdığım için kızmıştım kendime.
Dil ve kurgu ustası Hasan Ali Toptaş, 7 yıl aradan sonra yeni romanı Heba ile karşımızda. Bir askerlik hikâyesi etrafında kırılgan, yalnız, pişman, heba olmuş hayatları sakin kasaba manzaralarının derinliğindeki dehşeti o etkileyici diliyle anlatıyor.
Hasan Ali Toptaş, ruhsal olarak teslim olmuş, cismen eylemsiz kalmış, her biri bir ve ayrı şekilde heba olmakta olan kahramanlarının şehir kıyılarında, boğucu kasabalarda ve sınır boylarındaki bu heba oluş süreçlerini belki de sürecin birincil sebebi olan baş döndürücü bir fiziksel hareketliliğin orta yerine konumlandırarak, bir kez daha acıtıcı insani akıbetlerle baş başa bırakıyor okuru.
Hebanın kahramanları, dışlarında ve karşılarında ve çoğunca da onlara karşı gerçekleşen bir döngünün hızı, fiziksel ortamın ve şartların şiddeti ölçüsünde bir kaçınılmazlıkla akıbetlerine sürüklenirken, onlar için umut besleyemiyoruz. Toptaş, akıbetlerin sahnesini böylesi bir ustalıkla resmediyor.
BiTMESi GEREKEN HAYATLAR
Sesler mekânlara, ışık zamana, kokular katı maddeye, temas şiddete, görüntüler kâbusa dönüşürken, fiziksel uzamı imgesel olarak yeniden ve derinlemesine üreten Toptaş hem çok geniş, hem aynı ölçüde klostrofobik bir olay yeri kurduğunda, trajik kahramanlarının akıbetini daha başından bekliyoruz. Bir asansör boşluğu, bir bomba, bir müsademede serseri bir kurşun, bir yanlış anlamanın sonunda bir bıçak darbesi, bir dedikodu Zaten bitmesi gereken hayatlar bitiveriyor. Heba oluyor.
Romanlarındaki varoluşsal problematik açısından onun kurduğu fiziksel atmosfer, fiziksel ortamın duyusal olarak yeniden biçimlendirilişi hayati önemde. Okurun da kapılıp gittiği ve kahramanlarının akıbetine tanık olduğu bir döngü ve şiddet ritmi bu. Bildik bir manzara tasviri değil. Sakin bir manzaranın derinindeki bir dehşet vizyonu.
Toptaş
Türkçe'nin yaşayan sihirbazı. Dili kullanmadaki ustalığı ve bunun yanında kurgudaki yaratıcılığıyla insanı büyüleyen bir ustadır hasan ali toptaş. Kendisiyle tanışmak için ankara'ya gideceğim dönemde işleri olduğundan görüşememiştik. Bu kavgamdan vazgeçmeyeceğimi belirtip bir noktaya değinmek istiyorum. Hasan ali toptaş'ın "onu yazarken roman sanatının inceliklerini keşfettim" dediği romanı olan "bin hüzünlü haz" kendisinin de belirtmediği yayınevine bir dosya olarak gönderilir. Yayınevinin muazzam entel, kitap-sever âlimleri Toptaş'a "çalışma dosyanızı neden gönderdiniz" diye sorar.
işte Türkiye'de yayımcılık böyle bir kitlenin elinde...
kendisi hakkında yapılan bir belgeselde yaptığı bir yorumla beni kendine bir kez daha hayran bırakan yazar. Şöyle demişti o belgeselde:
"Babam samuel beckett'a benzer; hem simaen hem de sessizliğiyle... Annem de şahmaran'a benziyor; çocukken bazı geceler masallar, hikâyeler anlatırdı bana. Anlayacağınız ben Samuel Beckett ile Şahmaran'ın evliliğinin bir eseriyim"
romanlarında inanılmaz bir cümle ağı kullanan insan.
yani öyle bir tasvir ediyor ki,
gözünün önünde oluyor işte olay.
türkçeyi güzel kullanan yazarlarımızdan.
cümleleriyle her zaman beni yaşadığım zamandan alıp uzaklara götüren,kelimeleri sığınağım olan yazar.kırıldığımda kirpik uçlarıma kadar, yine bir cümlesiyle alaşağı ediyor kırgınlığımın saçtığı öfkeyi.
ilkin, insanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum, dedim sözgelimi. Sonra, kendini çocukların varlığında yenileyen hayatın acımasızlığından, bu acımasızlığın üstünü örten masumiyetin derinliğinden ve kapı kilitlerinden korkuyorum, dedim. Sonra, canlı olmanın aczinden, aczin doğurduğu kaçınılmaz sonuçlardan, sokaklardan ve insanların içinde uğuldayıp duran çok ağızlı kuyularla bu kuyuların karanlığından korkuyorum, dedim. Sonra hızımı alamadım ve insanların varlığını eksilterek onları tamammış gibi gösteren şehrin abuk sabuk görüntülerinden korkuyorum, dedim. Sonra hızlandıkça hızlandım ve patronların diliyle konuştuklarını farkedemeyen ezik ruhlu kapı kullarının gururundan ve bu gururun girebileceği çeşitli kılıklarla bu kılıkların insana alçakgönüllülükmüş gibi gözüken kıvamından korkuyorum, dedim. Sonra artık kendimi frenleyemedim ve hayatımızın içinde gezinip duran tanklardan, helikopterlerden ve uçaklardan korkuyorum, dedim. Sonra aniden hatırladım ve bir insanın her şeyi bilebileceğini sanan kıt akıllı adamların, geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocukların ve hemen her fırsatta yaralı güvercin rolü oynayan kadınların yanı sıra ben uzun ömürlü neşelerle uykulardan da korkuyorum, dedim.
son kitabı heba'da daha önceki bir hikayesine gönderme yaparak tuhaf bir tebessümü yüzüme tutuşturan, kurguya bir delik açıp onu usulca gerçekliğe sızdıran büyük yazar.
heba adlı güzel bir öyküsünü okumakta olduğum yazar. tasvirleri güzel olmakla birlikte hikayelerinde merak duygusunu harekete geçirecek bir takım gizler ve kapalılıklar da barındırmaktadır.
tüm aile bireylerini önemli dünya yazarlarıyla eşleştiren, kırsalın kaybolmuşluğunu mistisizmle eritip, sembolik tarzıyla şiire yaslayan... falan da filan da popüler edebiyat adamıdır. abartıldığı kadar enteresan bir adam değildir benden söylemesi. birde unutmadan ekleyeyim denemelerinde edebiyat çevresiyle hava atar.
ben biliyorum ki bu başlığın altına onun birçok sözünden yazacağım.kendimi onun cümlelerinde bulacağım ve yine yazacağım.tam buraya, bu sefer de şöyle karalayacağım:
Bir kuşluk vakti,balkonda oturuyorduk.Sen maviler giymiştin,omuzlarından dökülen saçların usul usul uçuşuyordu.Yüzüme bakıyordun ikide bir,derime sinen geldiğim yeri arıyordun belki;ellerimin nasıl el olduğunu,kirpiklerimin nereye doğru kıvrıldığını öğrenmek istiyordun.
Ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.
..
Sensiz kalmamak için sendim o vakitler
Seni uyuyordum sürekli,
Seni içiyordum çay diye,
Cennet diye seni düşlüyordum
..
Ben yalnızlığı sensizlik sanmıştım her keresinde.