sahilde kafka adlı kitabı bana küfürü yerindeyse beyin *mciklamasi geçirtmiştir. filme uyarlanırsa mindfuck movies kategorisinde kendisine yer bulmaması için hiçbir sebep yoktur.
koca koca kitaplar yazarmış kendisi tek bir istisna dışında (bkz: the strange library). tabi bu kısa eserinden diğerlerinin neden uzun olduğunu veya olması gerektiğini anlayabilirsiniz. hayalgücü zengini bir amca.
geç keşfettiğim için kendime kızdığım muhteşem yazar.
'korku ve beş para etmez gurur yüzünden, çok önemli insanları yitirme sakın.'
(bkz: renksiz Tsukuru Tazaki'nin hac yılları'
Japon romancıdır. Sahilde Kafka ve 1Q84 gibi harika kitapları yazmış bir de yetmemiş Koşmasaydım Yazamazdım diye bir deneme kitabı ile kendini anlatmıştır. o koca koca kitapları üşenmeden yanınızda taşıdığınıza değecek.
Sağlıklı bir psikolojisi olmayan*, belki de bu dünyaya ait olmayan sadece yazan, zihnin derinleri kazan, ufku mantığı herşeyi siken bozan, japon'un yazarıdır,*
bu öyle sıradan bir yazar değil. kitapları binlerce sayfa tuğla misali her yere taşıyamazsınız ama butun gün eve gidip okumak için akşam olmasını iple çekersiniz.
bir tengosu var ki onun için benim diyor, bir aomame o da aşık olduğu kadın. ikisi paralel evrenlerde yaşıyorlar. en son 10 yaşındayken görüştüler aradan geçen 20 yılda her gün birbirlerine
kavuşma hayaliyle yaşadılar. yalnızlığı tasvir ederken yaşatan yazar. ama öyle bir anlatıyor ki gece kalkıp yoğurt yemek gibi birşey. *
şimdi colorness'ni aldım o da beni feci heyecanlandırıyor.
marukami çok yönlü sevgili gibi her türlü tatmin ediyor. kitabı okurken romantizmin kralı, gerilimin dibi, fantastik kölen olsun der gibi yazıyor. her tür var adamda. yazar dediğin böyle olacak. *
" insan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla aşık olur. O yüzden de, aşık olduğu insanı düşünürken, kişisine göre değişmekle birlikte, az ya da çok hüzünlenir. Çok eski bir zamanda kaybettiği, özlemle andığı, uzaklarda kalan bir odaya adımını atmış gibi hislere kapılır . " diyor Sahilde Kafka adlı romanında.
"imkansızın şarkısı"nı okuduktan sonra türkçeye çevrilen tüm eserlerini okuduğum yazar. "sahilde kafka" ve "1q84" mutlaka okunmalı. bu sıralar yeni bir eseri türkçeye çevrilmek üzere diye biliyorum.
her sene boşu boşuna nobel'i alması beklenen ya da umulan yazar. oysa bu işten biraz anlayan biri, iyi yazar olmasına karşın bunun neredeyse olanaksız olduğunu size söyleyecektir.
bu yıl da Nobel edebiyat ödülü verilmeyince okurları pek bozulmuş da bu bozulmaya anlam vermek zor.
Alıntı:
"Leo Tolstoy, Emile Zola, Mark Twain, Anton Çehov, Marcel Proust, James Joyce, Virginia Woolf, Jorge Luis Borges, Nabokov, Ezra Pound, Kafka, Rilke, Brecht, Lorca, Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar Kim mi bunlar? Nobel edebiyat ödülü komitesinin hiç bir zaman ödüle layık görmediği edebiyatçılardan bazıları "
her sene nobel edebiyatın en güçlü adaylarından sayılıp her sene babişkoyu almasında en ufak bir anormallik olmayan populist yazarımsı. yukio mişima gibi insanüstü birinin 3 kere aday gösterilip alamadığı nobel sana mı kaldı aslanım. defol şimdi.
"sen dünyanın kenarında oturuyorsun
ben artık olmayan bir kraterin içinde.
harflerinden yoksun sözcükler
duruyor kapının gölgesinde.
uyuyan bir kertenkelenin üstüne parıldıyor ay,
küçük balıklar yağan göklerden.
pencerenin dışında askerler var
bıçaklarla kendilerini öldüren.
kafka sahilde bir sandalyede oturuyor
anlaşılan, dünyayı döndüren sarkacı düşünmekte .
kalbin ne zaman kapalı ise
yerinden oynamayan sfenksin gölgesi
düşlerini delen bir bıçağa dönüşmekte.
boğulan kızın parmakları
giriş taşını ve daha fazlasını arıyor.
mavi elbisesinin ucunu kaldırıp
sahildeki kafkaya bakıyor."
şakirt değilim veya cinselliğin işlenmesine karşı değilim ama bu adam çok abartıyor. hem de saçmalık derecesinde abartıyor.
ama kitaplarını çok severim, o ayrı.
Kader bazen yönleri değiştiren bir kum fırtınası gibidir. Sen yön değiştirirsin fakat kum fırtınası peşinden gelir. Tekrar yön değiştirirsin, ama fırtına yine seni bulur. Tekrar ve tekrar böyle devam edersin, tıpkı şafaktan önce ölümle yapılan meymenetsiz bir dans gibi. Neden? Çünkü fırtına uzak bir yerden sana doğru esen herhangi birşey değil. Fırtına sensin. Senin içindeki birşey. Bu yüzden yapman gereken şey kendini vermek, fırtınanın tam içine girmek. Kum girmemesi için gözlerini yummalı, kulaklarını tıkamalısın. Ve adım adım içine doğru yürümelisin. Orada güneş yok, ay yok, yön yok, zaman algısı yok. Beyaz kum taneleri tıpkı unufak edilmiş kemikler gibi gökyüzüne yükseliyorlar, işte bu hayal etmen gereken şey. Ve sen gerçekten bu şiddetli, metafizik, sembolik fırtınanın içine yürümek zorunda kalacaksın. Ne kadar metafizik ya da ne kadar sembolik olduğunun bir önemi yok, buna aldanma, yine de binlerce tıraş bıçağı gibi etini parçalayacak. insanlar, orada kanarlar, sen de kanayacaksın. Sıcak, kırmızı kan. Bu kanı avuçlarına alacaksın, kendi kanını, ve diğerlerinin kanını. Ve fırtına dindiğinde bunu nasıl yaptığını hatırlamayacaksın, nasıl hayatta kaldığını. Emin olamayacaksın, aslında, fırtına gerçekten dinmemiş de olsa. Ama şu kesin. Fırtınadan çıktığında fırtınaya giren kişi olmayacaksın artık. işte fırtınanın esprisi tam olarak bu.
yumuşak ve pürüzsüz yazan iyi romanlar çıkarmış yazar.
ha çok mu iyi, çok mu mükemmel? bence hayır. edebiyat dünyasında var olan uzakdoğulu yazar boşluğunu doldurmaktadır kendisi.
farklı diyarlardan farklı bir tat kattığı için bu kadar tutulmaktadır.