Bir hanımın eşeği giderek zayıflıyordu. Nalbantlara bu illeti sordu. Kimse bunun cevabını veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı... Evde bir de halayık vardı. Ayıya türlü türlü oyun bellettikleri gibi o halayık da hanımının eşeğine kadına yakınlaşmasını öğretmişti, onunla nefsini köreltirdi. Yalnız, hayvan içinde ileri gitmesin diye aletine bir kabak geçirirdi. Bir gün evin hanımı ahır kapısı aralığından ne görsün? Halayık bir sekinin üzerinde eşekle işi bitiriyor! Görmezden gelip ahırın kapısını vurdu.
1350: ... Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. Eline sapı yıpranmış süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü...
1355: Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi.
Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?
işi yarıda kalmış, öfkeli aleti oynayıp durmada.
Gözleri kapıda seni beklemede... Hanım, halayığı bir bahaneyle başka yere gönderdi.
1360: ... Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
Yalnız kaldım, bağıra bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gâh tam, gâh yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum. Kadının keçileri sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi.
Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü...
1365: Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir...
Halayık gidince kadın kapıyı kapar, sevine sevine eşeği kendisine çeker, o halayığın yattığı sekiye yatar.