450 sf civarında olan kitapta attila ilhan ı eleştirebileceğim oldukça fazla şey bulunuyor bu kitapta.
ancak en basiti şu:
atatürk'ün sözlerinden oldukça fazla alıntılar yapmış ve onları yorumlamıştır.
ancak bu sözler hep cumhuriyetin ilanından önceki sözlerdir...
kitapta belli bölümlerde sultan galiyev i çokça anlatmış ve övmüştür.
inönü atatürkçülüğü başlığı altında hep inönü karşıtı yazılar yazmıştır.
Bunun nedeninde de bir bölümde inönü nün kendi kuyruğuna bastığı için bunu yaptığını düşünmemizi telkin ediyor bize.
.
çok şey beklememek gereken bir kitap.
açıkçası zayıf buldum.
kitaplar ilgili tartışmaya açık olan arkadaşlarım varsa birlikte bir değerlendirme yapmayı isterim.
Atatürk çoğu zaman düşülen durumu kurtarmak için konuşmuş, o an ne demek gerekiyorsa onu söylemiş bir kişilik. bazen meclis kapısında el açıp dua etmiş, bazende gökten indiği zannedilen kitapların doğmalarıyla bir asla bir tutulmamalıdır diyerek tam tersini yapmıştır. Atatürkün hiç bir konu hakkındakesin bir görüşü yok bu durumda, ataürkçülük veya kemalizm diye bir ideoloji olamaz.
attila ilhan'ın "hangi..." serisine ait kitaplarından biri.
genel olarak deneme tarzında yazılmış, sık sık atatürk'ün sözlerine yer verilmiş ve 1920-1980 türkiyesini kapsayan, okunması gereken bir eser. atatürk'ün yürüttüğü iç ve dış siyasetle 1980'e kadar olan iç ve dış siyaset karşılaştırmalarından oluşuyor desek yalan olmaz. başlarda sıkıcı gibi gelse de ilerleyen kısımlarda içine çekmeyi başarıyor. okumaya başlayanların ilk tepkisi "dili ağır yeaaa" olsa da bu tarz kitaplar okumamalarından, zaten okudukça diline alışıyor insan.
--spoiler--
...
Gerçekte Meşrutiyet'le Ankara'da ki Millet Meclisi arasındaki fark,Meşrutiyet'de Padişah'ın halka bazı haklar lütfetmesi, Millet Meclisi'nde ise halkın doğrudan doğruya Padişah'ın yerini almasıdır. Bunun ne büyük ve müthiş bir dönüşüm olduğunu düşünebiliyor muyuz? Hangimiz, başarısızlığa uğrasaydı, Mustafa Kemal'in sırtında beyaz idam gömlek, 'hain' diye asılacağını doğru dürüst düşünmüştür?
Devrim Tarihimiz,istanbul'daki Padişah Hükümetini daha baştan Ankara'ya mahkum gibi anlatır. Tarihsel süreçte belki böyleydi ama fiilen değil! Hele hukuken, asla! Devlet ve Hükümet, istanbul'dur; Mustafa Kemal ise 'merkez'i, üstelik teokratik otoriteye baş kaldıran bir 'asi'. idamına fetva çıkması, yarım yüzyıl sonra, bize şaka gibi mi görünüyor? dürizzade'ye öyle görünmüyordu. hele vahdettin'e, hiç! çünkü o, 'meşruluğunu' var olan iktidarın yasa ve fermanlarından almıyordu, tarihten ve halktan alıyordu. bütün büyük devrimciler öyle yapmışlardı.
--spoiler--
bir kemalist olmayarak, kemalistlerin özenle ve anlayarak okumasını dilediğim sonra da aynaya bakıp kendileriyle yüzleşmelerini ve kendilerine buradan yola çıkarak bazı sorular sormalarını istediğim enfes attila ilhan kitabıdır.
putçuluktan, devrim yobazlığından, halka saldıran halksız , batıcı , taklitçi laik tamtamcılıktan uzak, azıllı ve kahraman bir antiemperyalist olan attila ilhan'a yakışan eserdir.
okudukça , katılmadığınız bazı noktaları olsa bile "evet, işte bu atatürk" dedirtir.
bilhassa "emperyalizme karşı türk-arap dayanışması" başlıklı bölümünde özellikle türkiye'nin şu günkü ortadoğu politikasına dair dersler çıkarılacak ve altı çizilecek önemli hususları barındırmaktadır.
gazi'ye ait 1922 tarihli şu bildik pasaja da rastlanır :
--spoiler--
Efendiler,
Avrupa'nın bütün ilerlemesine yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlana durmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre uygun yapmak, yürümek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatiyle, ecnebilerin planlarıyla yükseltilebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. işte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.
Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki ingiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, italya, Almanya da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir.
Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekâlar, duygular, düşünceler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi ıslah etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.
Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlâk bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu maneviyatıyla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı'ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bundan, bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir sonuç beklenemez.
Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır.
Türkiye'nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye'yi âtıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamları, âdetâ kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki: Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı.Onlar bizi idare etsin diyorlardı.
--spoiler--
paso başımın üstünde gezdirdiğim kitaptır. sonra yere düştü. sonra kaldırdım kütüphaneye koydum. sonra tekrar aldım. sonra tekrar koydum. an itibariyle de konya'ya gezmeye gitmiştir bu kitap.