han duvarları

    1.
  1. faruk nafiz çamlıbel'in şiiri.

    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
    Bir dakika araba yerinde durakladı.
    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
    Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
    Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.

    ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
    Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
    Ellerim takılırken rüzgârların saçına
    Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
    Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
    Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.

    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
    Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
    Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
    Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
    Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
    Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
    Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...

    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
    Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
    Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
    "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
    Baba ocağından yar kucağından
    Bir çiçek dermeden sevgi bağından
    Huduttan hududa atılmışım ben"

    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
    Araya gitti diye içlenme baharına,
    Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
    Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
    iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
    Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
    Gönlümde can verirken köye varmak emeli
    Arabacı haykırdı "işte Araplıbeli!"
    Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
    Biz menzile vararak atları çektik hana.

    Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
    Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
    Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

    "Gönlümü çekse de yârin hayali
    Aşmaya kudretim yetmez cibali
    Yolcuyum bir kuru yaprak misali
    Rüzgârın önüne katılmışım ben"

    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
    Uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
    Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
    Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

    "Garibim namıma Kerem diyorlar
    Aslı'mı el almış haram diyorlar
    Hastayım derdime verem diyorlar
    Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"

    Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
    Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
    Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
    Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
    Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..

    Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
    "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
    Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

    Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
    Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

    Aradan yıllar geçti işte o günden beri
    Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
    Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
    10 ...
  2. 9.
  3. nispeten "merkezi" bir ilçeden hududa, sıfır noktasındaki bir karakola doğru unimog un kasasında giderken, "ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar" dizesi hatırlanıp sigara yaktırmış şiirdir zamanında.
    5 ...
  4. 2.
  5. okuldayken, o zaman mecburen ezberlenen şiir. şimdi seve seve okuyorum o ayrı.
    3 ...
  6. 26.
  7. film gibi hikaye gibi şiir. Güzel sesli bir bey okusun da dinleyip uyuyalım.
    3 ...
  8. 18.
  9. bildiğiniz sanat eseridir. daha da hayatımda bu kadar etkileyici, güzel, büyüleyici bir şiir okumadım.
    2 ...
  10. 3.
  11. attila ilhan' ın okuduğunda çarpıldığını söylediği çamlıbel klasiği.
    2 ...
  12. 6.
  13. çamlıbel istanbul'da yaşamaktadır. ama görev nedeniyle kayseri'ye gitmek zorunda kalmıştır. işte bu; istanbul'dan anadolu'ya yapılan yolculuğun gözlemlerini realist bir dille anlatan şiirdir. zaten çamlıbel'i realist bir yazar olarak tanıyoruz. yaptığı tasvirler somutve inandırıcıdır. tabiat gerçektir, hayal ürünü değldir.
    bu yolculukta ve gözlemlerde üç unsuru görüyoruz:
    1-şair
    2- anadolu insanı
    3- anadolu coğrafyası

    bu şiirin en önemli özelliği halk aydın kaynaşmasını bir arada iki farklı kişinin şiirde yer almasıyla görüyoruz yani aydın olan şairdir, halkı temsil eden ise; maraşlı şeyhoğlu'dur. iki şair sanki karşılıklı konuşuyor gibidir.

    anadolu coğrafyası ise; şairin gözlemleriyle verilmiştir. bu gözlemlerde şair doğanın zorluğuna, çetin şartara dikkat çeker ve şok olur bunun nedeni böyle zorlu doğaya alışık olmamasıdır. coğrafyanın gerçek olduğunu yer isimlerinden de anlıyoruz; toroslar, incesu, erciyes şiirde geçen bazı yer isimleridir. yolculuğu at arabasıyla yapması doğanın içine girmesine neden olmuştur. mekan daha sonra iç, dış olarak ilerleyecektir. hanlar anlatılmaya başladığında anadolu insanını tanımış olacağız. hanların içindeki kişiler ile sohbet eder ama yolculukta yalnızdır. bir han odasında duvarda yazılan şiir bize maraşlı şeyhoğlu'nu tanıma fırsatını verir. burada maraşlı şeyhoğlu; anadolu insanının ve mehmetçik'in sembolüdür.

    şiirde hakim olan duygu kuşkusuz; gurbettir. bunun üç nedeni vardır:
    1- "ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!" mısrasından da anlaşılacağı üzere şair ilk defa memleketinden ayrı kalacaktır bu onda üzüntü aratır ve bunu ilk acı olarak değerlendirir. gideceği yeri kötülemez sadece buruk olduğunu belirtir.

    2- diğer neden ise; coğrafya, iklim farkıdır. isatnbul'da alışık olmadı bir doğa ile karşılaşır ve kendini buralara yabancı hisseder. anadolu insanı ve coğrafyasıyla karşılaşmak ona şok duygusunu verir. ama yinede köye ve köylüye dönüşü yaamaktan korkmaz.

    3- moda ve gelenek gurbet temini işlemesinde neden olmuştur. cumhuriyet dönemi sonrası milli edebiyat, memleket edebiyatı önem kazanınca aydınlar gurbet temini sık işlemiştir. çamlıbel'de bu temi işlemiştir.

    dikkati çeken hanlar önemlidir. burada mekan küçülür, mekanda rastlananlar farklı tek ortak yanise; maraşlı şeyhoğlu'dur.
    şair şeyhoğlu'yu tanımadan önce handa karşılaştığı insanları tasvir eder bunun nedeni o insanların, doğanın şartlarının yorgunluğunu yüzlerinde taşımalarıdır. ve o insanlar içlerine dönmüş, mistik olmuşlardır. kendi kaderleri üzerinde düşünmüşlerdir.
    ikinci handaki insanlar daha canlıdır, birbilerine hikayeler anlatırken görür şair onları.
    şair ilk handa şeyhoğlu'nun yazdığı koşmayı 1921 yılına tarihlendiğini bilir bir sonraki handa "10 yıldır ayrıyım kınadağı'ndan" mısrasını görür ve şeyhoğlu'nun 1911'den beri evine dönemediğini anlar. bunun nedeni ise; savaşlardır.
    balkan savaşı, çanakkale savaşı, 1. dünya savaşı...
    şeyhoğlu; anadolu insanının, savaştan savaşa koşan türk askerinin sembolüdür. en byük acısı; evden , ailedeen sevgiliden ayrı kalmaktır. kendini "kuru yaprak" gibi hisseder bunun nedeni kendini rüzgarın önüne bırakmış, kadere boyun eğmiş olmasıdır. bu güzel bir imajdır.
    iki şiir iç içedir. biri koşma biri modern şiir türünde yazılmıştır. bu farka rağmen iki şiir bir şiirde buluşmuştur. işte han duvarları'nın en önemli özelliği budur.
    istanbul- anadolu farkı
    aydın- halk farkı
    istanbul şiiri- halk şiiri farkı vardır ama bir şiirde bunlar birleşebiliyorsa bu kopukluğun olmaması gerektiğini anlatmıştır çamlıbel.
    2 ...
  14. 27.
  15. beyler duydunuz görev sizi bekler.
    2 ...
  16. 1.
  17. -ulukışla da yazılmıştır- bilgi olarak sunulur.
    2 ...
  18. 21.
  19. Niğde'ye geldikten sonra bana daha anlamlı gelen şiir.
    Orta Anadolu'ya merakımın artmasının ardından bu şiire biraz daha kapıldım. O coğrafyayı çok iyi anlatıyor:

    "Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar."
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük