a.ına ko.acağım bu malların ya. Bana polise saldıran çapulcu göstersene yahudinin çocuğu. Gözlerini si.im. Polisler milleti öldürüyor, sen ülkenin polisi diyorsun. Halk polisi oluşturur ama polis halkı oluşturmaz. Sizin zihniyetinizi öpeyim.
gezi olaylarında görülen tek terör, iktidarın polisinin terörüdür. halka düşmanmış gibi saldırırsan, halk da bu anlaşılmaz devlet terörüne öfkeyle tepki verir. hak aramanın barışçıl koşullarını ortadan kaldıran akp rejimidir.
ilk bir kaç gün akp lileri epey bir tırsıttırmış noluyoz lan dedirttirmiş elemanlardır. boşbakanı fasa tüydüren arınç'ı taşaklarınızı öpeyim moduna getiren. sonra sonra bunlara bi cesaret geldi recep tayyip yalandolanın ilk sersemliği attıktan sonraki artistliğı ile ama aynı kafayla giderlerse o film müjde ar ın iffet filmine dönebilir olmayan kafayı cama kıstırmasın çapulcular bunların aman.
Bu ülkede muhalefet yaptıkları an terörist damgası yiyen insanlardır. ağzımı açtırtacak insan söylemidir.
Sözlükte uzun entry yazmayı pek tercih etmem. Verdiğim bilgilerin de kısa,öz olduğuna inanıyorum. 20 yaşına gelmiş yine de eşek kalmış adama burada dil de döksek, altın semer de vursak yine eşek kalır. Bu yazacaklarımı ise sorgulamayı öğrenememiş,aptal kalmış güruha değil,neler döndüğünü gerçekten öğrenmek isteyenlere yazacağım.
Bu ülkede son 10 yılda muhalefet yapan kim varsa terörist ilan edildi. Yarbaylar,orgeneraller,generaller ve laikliğin koruyucusu sıfatındaki tüm ordu mensupları tek bir kanıt bile olmadan tutuklanıp cezaevine gönderildiler. Tıpkı iktidarı eleştirmeye kalkan "yüzlerce" gazetecinin başına geldiği gibi. Bunlar yetmedi, binlerce öğrenci pankart açtıkları için içeri tıkıldı. Tüm bu insanlar haklarındaki tüm kanıtların sahteliğini ortaya çıkardıkları halde yıllarca içeride yattılar. Halen de yatıyorlar.
Bugün de "çapulcu, dış mihrak" diye dövülen, öldürülen gençleri ve "ajan" diye darp edilip, darp izleri geçene kadar karakolda tutulmak istenen erasmus öğrencilerini 2-3 dürüst kalmış medya organından görebiliyoruz. Bunları izlerken elbette hepimizin içi yanıyor. Ancak ben bir sonraki adımın ne olduğunu az buçuk tahmin ettiğimden daha da endişeye kapıldım. Ve endişelenmekte haklı olduğum da bu hafta ortaya çıktı. Sokakta polise karanfil dağıtan, twitter'da "yaralılar var doktor lazım" diyenler "terör örgütü üyeliği" ile suçlanıp içeri alınmaya başlandı. Kokuşmuş beyinlerin, her muhalefet yapanı varlığı bile kanıtlanamamış "terör örgütü" üyesi ilan edenlere inanıp çanak tutmasına artık alıştık sanırım. Onları düzeltemeyeceğimizi biliyoruz. Eğitim seviyesini yükseltmediğimiz sürece böyle cibiliyetsiz, haysiyetsiz, koyunlarla hep karşılaşacağız.
Gelin size, koyunlaşmamış, soran, soruşturan sizlere, "terör örgütü üyesi" diye insanlara kurulan tezgah hakkında güzel birkaç örnek vereyim.
Ergenekon sürecini en iyi bilen isimlerden biriydi.
Avukat Serdar Öztürk, Evinde ve bürosunda ne kadar CD DVD flash disk varsa attı. Çocuklarının oyun CD'lerini bile...
Ancak...
4 Haziran gecesi bürosunda arama yapan polisler,beş sayfalık "irticayla Mücadele için Eylem Planı" belgesi fotokopisi buldular. Başta Nazlı Ilıcak olmak üzere yandaş medya gazetecileri(özel yetkili gazeteciler),ertesi sabah gazetede(gece yapılan baskının haberini,o saatlerde basılmaya başlanmış gazeteye nasıl yetiştirdiler bilinmez) belgenin bilgisayarda bulunduğunu yazdılar. Doğru değildi. Polisin bulduğu iddia edilen "Belge", soruşturma evraklarının bulunduğu iki mavi klasörün içinden çıkmıştı polise göre! Bir de siyah dolap içinde "Genelkurmaydan çalınan 300 adet gizli belge" bulunmuştu!
Gördünüz mü ? Ergenekom tezgahını o kadar iyi bilip çocuklarının oyun CDlerini bile atan Avukat, 300 adet gizli belge yi ofisinde tutmuş! Ayrıca Öztürk'ün tabancası yoktu ama ofisinde polise göre avukatın tabancasıyla eşleşen mermiler bulunmuştu!
Avukat Serdar Öztürk şanslıydı. Çünkü tezgahı hazırlayanlar pek becerikli değildi. Polis kameralarında aramayı yapan polislerden sadece biri beyaz eldiven ve şapka giymişti. Tesadüfe bakın ki belgeleri de o bulmuş!
Avukat Öztürk'ün tutuklama sevk yazısında "kişisel verileri hukuka aykırı kaydetmek" eylemi de vardı. Ancak polisler bunun kanıtını aramada bulamadılar. (O halde niye tutuklama gerekçesi yapıldı?) Bu delili günler sonra,ofis sekreteri Fatma Bozdemir temizlik yaparken buldu. Polis eliyle koyduğunu bulamamıştı ! Ama bulduğunu sanmış, tutuklama sevk yazısına not düşülmüştü. Bulunamayanı savcılığa avukat Öztürk'ün avukatları ulaştırdı! Polis eliyle koyduğunu bulamamıştı...
...
Oda TV baskını,isimsiz gelen bir ihbarla yapıldı. Ama şaşırmayın. Ergenekon demek, e-postayla,mektupla gelen isimsiz ihbar demek zaten.
Ümraniye bombaları nasıl bulundu?
Telefonla yapılan bir ihbarla.
Kafes neyle başladı?
Bir ihbarla.
Poyrazköy neyle başladı?
Bir ihbarla...
Amirallere suikast davası neyle başladı?
Bir ihbarla...
Islak imza neyle başladı?
Bir ihbarla...
ÇYDD neden basıldı? Polis Türkan Saylan'ı neden öldürdü?
Bir ihbarla...
Tesadüfe bakın ki, farklı isimlere sahip bu ihbarı yapanlar hep aynı cümleleri kullanıyordu:
"Ben yurtsever bir subayım..."
iyi de ne olmuştu da? Yıllarca ortada bir şey yokken,ansızın ihbar yağmuru başlamıştı?
Aydınlık dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal istihbarat Şefi Ufuk Akkaya 18 Ekim 2009da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile KKTC Başkanı Mehmet Ali Talat arasında geçen bir telefon görüşmesinin kaydını yayınladılar. "Ne var bunda,ona bakarsan yandaş medya da her fırsatta ergenekon sanıklarıyla ilgili belge yayınlıyor?" diyebilirsiniz.Ama onlar yandaş! Türkiye'de artık iki hukuk var. işte ispatı: Tıpkı diğer muhalefet gazetecilere de olan oldu. Başbakanın ses kaydının yayınlandığı aynı günün akşamı, saat 18.00 suları...
istanbul Emniyetine ihbar e-postası gönderildi(!)
"Bugün aydınlık manşetinde bahsedilen görüşme,ümraniye sanığı Levent Ersöz'ün arşivindedir.Bu arşivde pek çok AKP'li bakana ait ses kayıtları bulunmaktadır. Bu arşiv şu an Aydınlık dergisindedir." Emniyet nedense ihbarı hemen savcılığa gönderdi.Polis Aydınlık'ı ve hazır başlamışken o da aradan çıksın diye Ulusal Kanal'ı bastı! Ses kayıtları aranmadı, ilk iş, haberi yapan iki gazeteci tutuklandı.
Ne ilginç değil mi? Bir dava dosyasındaki Erdoğan'ın telefon kaydını yayınlamak suç, başka bir dosyadaki aydınların,askerlerin,ve diğerlerinin ses kaydını, videosunu, nereden geldiği,kimin koyduğu belli olmayan belgeleri yayınlamak suç değil!
...
Bir gün başka bir ihbar daha geldi.Kurs Sualtı Komutanlığı arazisinde, beykozda,ergenekona ait patlayıcı ve silah gömülmüş! Polisler gidip birkaç dakikada buldu! Koramiral Feyyaz Öğütçü duruşmada bakın ne dedi:
"Deniz Kuvvetlerinde Kurs Sualtı Komutanlığı isimli bir birlik yoktur. Bahsedilen birlik Sat Kurs Komutanlığı olabilir. O da tıpkı ihbardaki gibi beykozda konuşludur.O halde emniyet mensupları Beykoz'a gideceklerine niye doğrudan kuş uçuşu yaklaşık 6km mesafede bulunan alakasız Keçilik Bölgesi'ne gitmişlerdir? Ayrıca,Keçilik bölgesinde tarife uygun birden çok bölge olmasına,emniyet mensuplarına tarife göre başka noktaları aramaları bildirilmesine rağmen, " burası değil " diyerek vadi içine gitmeleri,o gün aramalara katılan SAT personelinin ifade ettiği gibi,ilk iki noktayı direkt iş makinesiyle kazmaları; emniyet mensuplarının mühimmatın gömüldüğü yerleri bildiklerinin açık göstergesidir."
Benzer kuşku ergenekonda her davada vardı. Buyrun Ankara Zir Vadisi kazıları:
Polisler, ihbarcının tarifine uygun bir krokiyle Poyrazköy'de arama yaptılar. Oysa duruşmada polisler böyle bir kroki olmadığını söylediler.Fakat aramaya eşlik etmek için görev alan personel,bu krokiyi polislerin ellerinde defalarca gördüklerini mahkemeye açıkladılar. Söz konusu kroki dava dosyasında yoktu.Ama 11 Kasım 2009'da Taraf gazetesinde ve Mehmet Baransu'nun Karargah isimli kitabının 226. sayfasında yer alıyordu!
Televizyonlarda Ergenekon'u tartışan yandaş gazetecileri gözünüzün önüne getirin;sanal bir dünya anlatırlar sürekli: "Çıkan belgeye göre..."
Belge aklı ortadan kaldırıldı. itirazsız,şüphe duymadan kabul edilen belge olur mu?
Gelin Ergenekon davasının başlangıcı olan, Davanın sürekli dayandırıldığı, en önemli dosyasına göz atalım:
Bomba ihbarı
"Ümraniye Çakmak Mahallesi Muhtarlığı'nın karşısındaki tek katlı binanın - önünde büfe var - çatısında, elektrik direğinin yanında el bombası ve C4 patlayıcı madde var. Bombaları Mehmet Demirtaş adlı kişi saklıyor. Bina sahibi Ali Yiğit" !
Trabzon bu ihbarı istanbul Jandarma Komutanlığına iletti. Fakat bilgi paylaşımında tuhaflık vardı. Trabzona ihbar 12.55de bildirildi. Fakat trabzon bunu,ihbardan 15 dk önce,12.40'da istanbula bildirdi! Polis, ihbarın yapılacağını 15dk önceden hissetmiş herhalde! ihbarı değerlendiren Ümraniye Asayiş Büro ve istanbul Terörle Mücadele Birimi(TEM) polisleri, Savcılığın 2.Sulh Ceza Mahkemesinden aldığı arama kararıyla gecekonduyu bastı.
TEM'in bu aramalarda ne işi olduğu asla anlaşılamadı. Şöyle olması gerekiyordu: Asayiş gider, ihbarı değerlendirir,bomba bulursa TEM'e haber verir. Prosedür budur. Muhtemelen bombayı bulacaklarını da önceden hissetmişlerdi! Jandarmadan ihbarı alan istanbul Emniyeti nedense ümraniye savcılığına değil Beşiktaş ÖY Savcılığı'na bildirdi. Üstelik, Beşiktaş'taki savcılık arama yaptırma yetkisi olduğu halde ihbarı Ümraniye Cumhuriyet Savcılığı'na bildirdi!
Bakalım başka ne tuhaflıklar var:
ihbarda belirtilen çatıdaki elektrik direğinin yanında, her iki tarafında taşımak için ip bulunan savunma ve taaruz tipi el bombaları bulundu.
Peki saat kaçtı?
Ümraniye Asayiş Bürosuna göre saat: 19:40'da bulundu.
istanbul emniyet müdürlüğüne bağlı olay yeri inceleme ekibi de oradaydı. Bu ekibin tutanağına göre saat 19:20'de o bombalar karakoldaydı!
Bitmedi.
Karakolda bombaların fotoğrafı çekildi.Bu fotoğraflarınbirinde dosya kağıdı üzerindeki saat 18:30'u gösteriyordu!
Şimdi söyleyin bakalım,bombalar saat kaçta bulundu? Biraz daha karışsın kafanız: Ali Yiğit'in ifadesine göre bombalar taaa 16:00 ile 17:00 arasında bulunmuştu!
Televizyona çıkan, Ergenekonla ilgili yorum yapan neredeyse her kişi lafa "Ümraniye'de bulunan bombalar" diye girer. Fakat bombalarla ilgili hiçbir araştırma yapılmadı. sadece sayıldı.
Ali Yiğit(ev sahibi) evde bir buçuk yıl oturdu. Sonra büyük bir tadilat yapıldı ve ev, iki işyerine dönüştürüldü.
ifadesine göre, bombalar üç yıldır evdeydi! Bir buçuk yıl önce, Tadilat yapılırken işçiler bombaları görmemiş mi? Hayır, görmemişler.
Çatı arasından su, elektrik hattı çekilmiş, manav tezgahı için çatıdan yere doğru uzanan kalaslar, paravanlar, demir kaynaklar yapılmıştı ama işçiler burunlarının dibindeki bombalara dokunmayı bırakın, görmemişlerdi bile!
Aslıunda Ali Yiğit de görmemişti.Bombalarla ilgili Poliste, savcılıkta, mahkemede hep tamamen farklı hikayeler anlattı.
Peki,bir soru daha: kaç bomba bulundu?
27 mi?
40 mı?
Sadece 5 mi?
Ümranşye Asayişine göre 27 bomba bulundu ve belgelendi. 18'i MKE yapımı, 7si Nato standardı, 2'si ise Alman yapımıydı.
Bomba uzmanlarının tutanağında ise, 27 adet bombanın birer birer numaraları bulunuyordu!
Bombaların numaralarının yazdığı başka dökümanlar da vardı.
istanbul Emniyet Müdürlüğünün tutanağındaki bomba numaraları bambaşkaydı!
inceleme Raporunda bulunan bomba gövdeleri, bomba uzmanlarına göre yoktu bile!
O kadar çok farklı bomba numaraları ve modelleri vardı ki, alt alta yazınca 40 kadar bomba çıkıyordu ortaya!
Bitmedi tabi.
Bombalarla ilgili tutanaklar,diğer ergenekon tutanaklarındaki gibi çelişkilerle doluydu. O kadar çelişki vardı ki buraya yazılmaz. Sadece bir örnek daha vereyim:
Bombaları bizzat imha eden ekibe göre Alman yapımı el bombaları yoktu!
Neyse hadi bir örnek daha:
26 Haziran 2007 tarihli bomba imha tutanağında 20 bomba gövdesi ve 20 maşa grubunun imha işleminden sonra çekildiği iddia edilen fotoğraflarda, 28 maşa grubu görüldü! Polisin bulduğunu söylediğinden fazla, yok ettiğini söylediğinden az!
Ergenekonun en önemli kanıtı denilen bombaların başına daha neler neler geldi...
Bombalar bulunduktan sadece saatler sonra, Askeri heyet inceleme izni istedi! Bu talepten hemen sonra Bombaların imhasına karar verildi ve bombalar imha edildi! Dikkat edin, asrın davasının dayandığı en önemli delil, saatler içerisinde imha ediliyor! Oysa suç eşyası yönetmeliğinin 10.maddesi, bulunan patlayıcı maddelerin yargılanma bitene kadar askeri depolarca muhafazasını zorunlu kılar.
Bombaların imhası için sadece 2 sıradan polis görevlendirildi! (Bomba imha ekibi ne halta yaradı?)
imha işlemi, bu işlem için özel olarak ayarlanan alanlarda değil, bir holdingin arazisinde patlatıldı. işin garibi,bomba seslerini hiç kimse duymamış!!
ihbarcı, gecekonduda C4 bulunduğunu söylemişti. Polis tutanağında C4 bulunmadığı söylenmişti. Ama Askeri heyet bomba imhasından hemen önce yetişip yaptıkları incelemede, C4 patlayıcısı ve kapsüller gördüklerini beyan ettiler. Askeri heyete başka patlayıcılar mı gösterildi?
incelemede bahsedilen C4ler daha sonra nerede bulundu biliyor musunuz? Ergenekon soruşturması kapsamında başka bir bir olayda,bambaşka bir yerde! Aynı malzemeler başka tutuklamalarda da kullanıldı??
Bırakın C4'ü! sözü edilen bombaları avukatlar,sanıklar, hatta mahkeme bile görmedi ! Böyle şey mi olur demeyin, oluyor! Bombaların varlığı sadece polislerin ve Ali Yiğit'in beyanlarına dayanıyordu. Gerçi Ali Yiğit'in her beyanı diğerini yalanlıyordu ya,neyse...
Bombaların sahibi olduğu iddia edilen Oktay Yıldırıma(ki daha bombalar bulunmadan göz altına alındı. Ve daha ihbar yapılmadan 3 ay önce telefon kayıtları dinlenmeye başlandı.) ifade verirken "kasa üzerindeki yapışkan bir bantta parmak izinin bulunduğu" söylendi. Söylenme tarihi: 15 Haziran. Parmak izi raporun oluşturulma tarihi: 18 Haziran! Parmak izinin bulunacağını da 3 gün önceden vahiy almışlardı polisler herhalde!
ilginç olan, parmak izinin kasa üzerinden alındığı yazılıydı. Fakat yapışkan banttan hiç bahsedilmiyordu. Parmak izi ve yapışkan bant, hatta kasa bile, mahkemenin el koyduğu deliller arasında yoktu! Hatta "kasayı elime aldım,salladım" diyen Ali Yiğit''in hiçbir parmak izi çıkmamıştı rapora göre! istanbul gibi nem oranı yüksek bir yerde, aylarca tadilat yapılan yerde, bir parmak izinin 3 yıl dayanmasının imkansız olduğundan bahsetmiyorum bile!
Bombalar üzerinde ise parmak izi incelemesi yapılmadı!!!!!! Asıl delil onlar değil miydi? Ama yapılmadı işte. Yapmak isteyen Olay Yeri inceleme Ekibi'ne de polis ve Ali Yiğit engel oldu. Neden?
Olay yeri inceleme ekibi, olay yerine sokulmadı bile! Parmak izi incelemesinin yapılacağı malzemeyi istediler, verilmedi!(incelemeyi kim yaptı peki?). Tüm bunları hazırladıkları tutanağa yazdılar. bu sefer.
Ama bir şey daha yaptılar.
Karakola getirildiğinde, bombaları videoya aldılar. Ancak videoda ses kaydı yapıldığından oradaki polislerin haberi yoktu!
Ve bakın haberleri olmayan polisler,kendi aralarında neler konuştu:
-Mahkemede deyin olay yerinde tutulan tutanak diye
-Adam diyecek ki sana, "çatıya bilgisayar mı çıkardın olay yerine"
-Ama şöyle de düşünülür yani, olay yerinde not almış sonra karakolda tutanak tutmuş gibi de anlaşılabilir.
-Abi ileride mahkum oluruz çağırın insaları buraya
-Hıı bi şey olmaz diyorsun. Olur mu?
-Bilgisatara yaz yaa bi şey olmaz!
-O zaman sen de şey dersin,enden biri vardı... Yaşlı.
- Genelkurmay filan olacak işin içinde ama
-O... çocuğu...
...
-Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s...kerim hakimi de savcıyı da.
-Ha bunu kime diye bulalım aramada?
-Şey yazsana hani Muzaffer diye.
-O burada yok.
-O Vatan'a gelir.
-Hııı..
Görüyor musunuz? Daha ortada ergenekon yok, sadece bir bomba ihbarı, ama Ergenekon lafı ediliyor, Genelkurmay'dan bahsediliyor. Ne iş?
Ergenekon soruşturması her aşamada böyle şaibeli,deliller ve tutanaklar böyle çelişkili olmuştur. Her evde belgelerin bulunduğu CD'ler bulmuştur Polis. Bilgisayarı bırakın, televizyon bile olmayan evlerde bile! Ve Cdlerin polis tarafından yerleştirildiği ortaya her çıktığında, mahkeme "Sehven(kazara) konulmuş" diyor. Sadece CD'ler değil, Bulunan e-postaların virüs ile gönderildiği ortaya çıktığında hakim "ben teknolojiden anlamam" diyip geçiştirmiştir.
Ancak tüm tutarsızlıkları, tüm çelişkileri buraya yazmak imkansız. Araştırırsanız,her şeyin apaçık ortada olduğunu,ancak medyada asla bahsedilemediğini göreceksiniz.
Araştırırsanız tabi...
Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var Mı ?
işte Atatürk'ün Bursa Nutkundan:
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.
işte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Hani Bursa Nutku tartışmalıdır derler ya bazıları. Şunu da ekleyelim:
Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu'nun 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hakimliği'nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk'ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerinin üzerine gerekli incelemeler yapılmıştır. Bu incelemeler sonunda bu sözlerin Atatürk'ün 1933 Şubat'ında Bursa'da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varılmıştır.
güzel yürekli çapulcular içinde sinek kadar ufak ama yine de mide ve kafa bulandırabilen gereksiz çapulcular oluyor bunlar heralde. yoksa polise çiçek verecem, efendim işte dövmeyecek gibi görüneni varsa gidip iki muhabbet edicem, biraz dert yanalım meslekdaşlarından di mi ama gibilerinden düşünen iyi niyetli bir sürü insanı kapsıyor olamaz bu yaklaşım. yok yok. olamaz.