hakkari yi ülkemde istemiyorum

    3.
  1. ilginçtir ki, memlekete ait vatan toprağını bu kadar kolay peşkeş çeken vatandaşlar da sadece güzel ülkem Türkiye'de bulunur.

    Hayır enteresan olan da şu; işine geldi mi vatan millet Sakarya, işine geldi mi şurayı istemiyorum, burayı istemiyorum.

    affedersiniz ama ulan sen istedin diye mi kazanıldı o topraklar da sen istemiyorsun diye sağa sola verilsin?
    11 ...
  2. 2.
  3. Kaldır götür ülkeni o zaman denilesi höde.
    7 ...
  4. 4.
  5. --spoiler--
    Atatürk'ten Günümüze Doğu Anadolu'yu Kalkındırma Çabaları
    Bu konu içeriği itibarıyla oldukça geniş bir hacmi gerektirmekle birlikte, konuya ayrılan sınırları tecavüz etmemek ve diğer başlıklar altında işlenen konuları tekrardan kaçınmak maksadıyla kapsam, coğrafya ve tarihsel boyutu genel cümlelerle geçilmiştir.

    A. Doğu Anadolu'nun Sınırları

    Bu çalışmada, "Doğu Anadolu" olarak ele aldığımız coğrafi alan meteorolojinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu olarak belirlediği bölgeleri kapsamaktadır (23 il).1

    B. Coğrafyası

    Bölgenin coğrafyası, konumuzla doğrudan ilgilidir. Burası ülkemizin en dağlık ve yüksek rakımlı, çetin bir coğrafyaya sahip yöresidir.

    C. Tarihi

    Doğu Anadolu ile ilgili değerlendirmelerde, bölge tarihinin çok iyi bilinmesi gerekir. Doğu Anadolu Bölgesi'nin zengin bir tarihi vardır. M.Ö. IX binli yıllara kadar tarihinde Hurriler, Hititler, Urartular, Kimmerler, Sakalar, çeşitli dönemlerde Kafkaslar'dan gelen ve göçlerle sürekli beslenen Türk toplulukları; bu arada fasılalarla iranlılar, Romalılar ve Bizanslılar bölgede mukim veya hakim olmuşlardır.2

    Bölgenin, Türklerin ikinci anavatanı, ve yerleşim merkezi olarak milli kültürün gelişip yaşadığı bir yer olması 1071'den sonradır.3 Bu dönemde Anadolu'ya yerleşen Türkler Devlet kurup idare etmede en tecrübeli, en güçlü ve yapıcı bir sosyal dinamizme sahip idiler.4 Dolayısıyla, önce Bizans-Sasani, sonra da Bizans-Arap mücadeleleri sonucunda boşalmış olan Doğu Anadolu Bölgesi, Türklerin gelmesi ile yeniden "şenlendi"5 ve XII. yüzyıla gelindiğinde bölge "Türkomania" yani "Türkmen Ülkesi" olarak adlandırılmaya başlandı.6

    Bölgede, Selçuklular; sonra Türk Beylikleri dönemi yaşanmış, nihayet 1514 Çaldıran Zaferi ile Osmanlı Devleti bölgeyi tam anlamıyla egemenliği altına almıştır. Diğer bir ifade ile bölgede geçmişi oldukça eskiye dayanan, bir Türk varlığını söz konusudur. Böylece Doğu Anadolu kavramının etnisite temelli bir coğrafi sınırlamaya da ad yapılmak istenmesinin, tarihi gerçeklerle uyuşmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki ilk girişimler Ermeniler tarafından başlatılmıştı.7 Son yıllarda ise, hemen hemen aynı sınırlar içerisinde, Doğu Anadolu bölgesinin, yani geçmişte Türkmen Ülkesi olarak adlandırılan8 coğrafyanın, "Kürt Bölgesi" veya "Kürt illeri" olduğu şeklinde, zihinlere yerleştirilmesi gayretlerine şahit olunmaktadır.9 Bu tehlikeli oyuna dikkat etmek ve istemeyerek de olsa bu tür yanlışlara düşmemek, alet olunmamalıdır.

    D. Emperyalizmin Yöredeki Çıkarları

    Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında Doğu Anadolu'da baş gösteren huzursuzlukların başlangıcı olarak, 1815'te Avrupa haritasını yeni bir düzene sokmak için toplanan Viyana Kongresi'ni kabul edebiliriz. 10 Bu kongrede Rus delegeler, Osmanlı Devleti'ndeki Hıristiyan unsurların durumunun yeniden gözden geçirilmesini istemişler ve buna da "Şark Meselesi" adını vermişlerdi.11 Kongrede bu görüş reddedilmiş, ancak Şark Meselesi terimi Avrupalılar arasında benimsenmiş ve zamanla daha geniş anlamlar yüklenerek kullanılmıştır.12

    1840'lı yıllarda Amerikalıların Hakkari'deki Nasturileri; daha sonra Ruslar, ingilizler ve Fransızların bölgedeki Ermenileri. kışkırtma ve yönlendirmelerine şahit oluyoruz. Büyük devletlerin bu yakın ilgisi, bugün de devam etmektedir.

    Osmanlı Devleti'nin, 1877'de Rusya ile savaşında, Doğu Anadolu cephesinde, bölgeden on bin kadar asker toplayacağını umuyordu. Bu sağlanamadığı gibi, Hozat ve Mazgirt gibi yerlerde bulunan askerler Erzurum'a kaydırılmak zorunda kalınınca, civar aşiretler derhal bu merkezlere saldırarak hükümet binalarını yıkıp bölgede talana başladılar.13

    Rusya'nın galibiyeti ile sonuçlanan savaş14 sonrasında imzalanan anlaşma içerisinde, doğuda, Batum, Kars, Ardahan ve Doğubeyazıt'ın Rusların olmasını, ayrıca, Doğu Anadolu'da sözde Ermeni çoğunluğunun bulunduğu yerlerde ıslahat yapılması öngörülüyordu.15 Ermenilerle ilgili hükümle Rusya, bir Ermeni Devleti'ne giden yolu açarak, Kars'tan iskenderun'a uzanan hatla Akdeniz'e çıkmayı planlıyordu. ingilizler ise, Rusların önünü kesmek için, Ermeni hamiliğine soyundu.

    Doğu Anadolu'da Ermenilerden başka Kürtler de kışkırtılmaktaydı.16 Böylece Osmanlı Devleti parçalanırken, Doğu Anadolu da Balkanlaştırılmış olacaktı.17 Nitekim, bu maksada yönelik tahrikler sonucu bölgede isyanlar çıkmıştır. 1914-1918 yılları arasında Ermeniler, Diyarbakır, Sivas, Erzurum, Bitlis ve Van'da isyanlar çıkarmışlar18 ve yöre halkına mezalimde bulunmuşlardı.19 Bu isyanların geliştiği saha, daha sonra, Cumhuriyet döneminde Şeyh Sait isyanı20 ve onu izleyen ayaklanmaların da gerçekleştiği bölge olacaktır.21 Başlangıçta, Avrupalılar tarafından "Ermenileri katleden, vahşi bir topluluk" olarak görülen Kürtler22 bir süre sonra sahiplenilmiş gibi gösterilerek, "Şark Meselesi"ne yeni bir boyut getirilmiştir.23 Tarihsel süreç içerisinde bu şekilde bir yaklaşım sergileyen Batı'nın konuya bugünkü bakışında pek de değişiklik olmadığını son gelişmeler ortaya koymaktadır.

    II. Ülkenin Genel Durumuna Bir Bakış

    A. Cumhuriyet'in ilk Yıllarında Durum

    Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Anadolu, uzun süren savaşların tahribatı altında, büyük ölçüde takatten düşmüş durumdaydı.24 Dünyada baş gösteren ekonomik buhran da ülke kalkınmasına büyük sekte vuruyordu.

    Üstelik Doğu Anadolu Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonrasında Ruslar ve Ermeniler tarafından yakılıp yıkılmış; harabeye döndürülmüştü.25

    imzalanan Lozan Anlaşması'yla da bu bölgede tam bir istikrar sağlanamamıştı. Lozan'da çözüme kavuşturulamayan konular arasında Musul petrolleri konusu, Türkiye-Irak ve Türkiye-Suriye sınırları da vardı.26 Ayrıca SSCB'nin Doğu Anadolu toprakları üzerindeki mütecaviz istekleri de gündemdeydi.27

    Ekonomik yönden de ülkenin dışa bağımlılığı devam ediyordu. 1924 yılına gelindiğinde Türkiye'deki yabancı sermaye 94 işletmenin denetimini elinde tutuyordu. (Bunların yedisi demiryolu şirketi, 6'sı maden işletmesi, 23'ü banka, belediyelere ait imtiyazlar, 12'si sınai işletme ve 35'i ticari şirketti). Bunların millileştirilmesi için gereken büyük sermayeler ise henüz bulunmuyordu.

    Türkiye Osmanlı döneminde yürürlükte olan Serbest Mübadele koşullarını 1929 yılına kadar uzatmak zorunda kalmıştı.28

    Böyle bir ortamda mevcut ekonomik ve toplumsal yapının dönüştürülmesi için gereken inkılâplar ard arda sıralanıyordu.29 Bu gelişmeler zaman zaman toplumla hükümet güçlerinin karşı karşıya gelmelerine de neden oluyordu.30

    Bu arada Devletin çözümlemesi gereken, ciddi sağlık problemleri de vardı. Bugün aklımıza bile gelmeyen kimi hastalıklar salgın halinde idi. Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam'ın 1935 Mayısı'nda yaptığı açıklamalarda yer alan üç önemli husus sıtma, frengi ve trahomla mücadeledir. Muayene edilenlerdeki sıtmalı oranı %17'yi aşmaktaydı. Uzun yıllar mücadele gerektiren bir hastalık olduğu için de, üç beş yılda sonuç almak mümkün değildi. O yıllarda ancak Ankara gibi yerlerde sıtma ile mücadelenin sonlarına yaklaşılabilmişti.

    Bakana göre ülkedeki frengi hastalığı zannedildiği kadar değildi. 1924'teki 213.716 frengiliden 21.372'si tedavi edilmiş, 37.975'i vefat vesaire nedeniyle ayrılmış, 1935 yılına gelindiğinde elde 154.668 hasta kalmıştı. Daha çok ülkenin güney taraflarında görülen trahom konusunda ise o güne kadar Adana, Gaziantep, Malatya, Urfa ve Maraş'ta mücadele sürdürülmüştü. Mücadele bölgelerinde toplam 120 yataklı trahom hastaneleri bulunuyordu ve yalnızca 1934 yılında müracaat eden 87.000 kişiden 2215'i tedavi, 4318'i ameliyat edilmişti. istanbul'da yaklaşık 16 bin yatağa ihtiyaç bulunduğu halde mevcut 2820 idi. Bakan, doğum için gelen fakir Türk annesini kapıda bırakmamak için Hasekinisa Hastanesi'nde bir yatakta iki kişi yatırılması emrini, bizzat vermişti.31

    Bütün olumsuzluklara rağmen 1933 Sanayi Planı uygulamaya kondu. Bu çerçevede 1934'te Kayseri ve Ereğli, 1935'te ise Nazilli bez fabrikaları gene 1935'te Türkiye'nin şişe ihtiyacını tamamıyla sağlayacak 150 işçi kapasiteli Paşabahçe Cam fabrikasının32 temelleri atıldı ve hızla hizmete sokuldu.

    1935'te Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya'nın, verdiği bilgilere göre 1920 yılında toplam 4082 km. olan demiryolu ağımıza 2642 km. ilave edilmiş, 101 kâgir köprü varken 69 adet daha yapılmıştı. 1930 yılında biri Trabzon-Erzurum diğeri Çanakkale-Balıkesir güzergahı olmak üzere iki büyük yolun yapımına başlanmıştı. Bir de Ankara'nın asfalt yolları yapılmıştı. Çünkü, "burası Merkez-i Hükümet olunca dosta düşmana karşı burayı yükseltmek, bir an evvel imar etmek yeni devletin şerefi iktizasından" görülmekteydi.33

    20 Ocak 1936'da Ankara'da Endüstri Kongresi toplandı. Burada ikinci sanayileşme planının esasları görüşülecekti. Ülkenin genel gündeminde "Türkiye hammaddeci mi kalmalı, sanayileşmeli mi?" tartışması vardı.

    1930'ların sonlarına doğru, Avrupa devletleri arasında kamplaşma ve buna bağlı savaş rüzgarları eserken, Ulu Önder Atatürk Büyük Millet Meclisi'nin açılışında hükümete "en kısa yoldan, en ileri ve en refahlı Türkiye idealine ulaşmak" hedefini vermişti.34 Bu ivme ile iktisat Bakanı Celal Bayar'ın hazırladığı üç yıllık maden işletme ve dört yıllık sanayileşme planları,35

    kamuoyunda büyük heyecan uyandırmıştı.36 Bunlardan sanayileşme planında Doğu Anadolu'yu doğrudan etkileyecek Trabzon limanı ile Sivas'ta çimento ve motor fabrikaları, Iğdır pamuklarını işlemek için Erzurum'da iplik fabrikası da yer almaktaydı. Ayrıca programda öngörülen üç şeker fabrikasından ikisi Doğu illerine planlanmıştı.37

    Gerçekten 1930'lu yılların sonlarına doğru devlet yeni bir kalkınma hamlesi başlatmak, sanayileşme ülküsünü gerçekleştirmek istiyordu. Bu yolda atılan bütün adımlar bizzat Atatürk tarafından izleniyor ve teşvik ediliyordu.

    B. Milli Şef Dönemi ve Demokrat Partili Yıllar (1938-1960)

    Tam da işler rayına oturmak üzereyken 10 Kasım 1938'de Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü38 Türk halkı ve ülkesi için büyük bir kayıp oldu. Arkasından II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, etkileri 6-7 yıl sürecek bir sıkıntılı dönemi de beraberinde getirdi. Bu arada Aralık 1939'da Orta ve Doğu Anadolu illerinde ağır hasara neden olan büyük bir deprem felaketi yaşandı.

    II. Dünya Savaşı39, ülkemizi de önemli ölçüde etkiledi. Türkiye savaşın dışında kalmayı başarabilmiş, ancak, savaşa her an girecekmiş gibi hazırlıklı bulunma zorunluluğu, askeri harcamaların olağanüstü artmasını, buna paralel olarak da diğer yatırımların azalmasını getirmişti. Ayrıca savaş ekonomisi40 bir yandan kalkınmayı engellerken, diğer yandan, karaborsa ve yolsuzlukların artmasına da zemin hazırladı. Dar gelirli büyük kitleler en doğal ihtiyaçlarını karşılayamaz oldular. Bu da beslenme yetersizliğine bağlı, verem, vb. hastalıkları artırdı. Nüfusun en dinamik kısmını oluşturan üretici kesim de, silah altında, atıl bir vaziyetteydi.

    II. Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemde, dış yardıma dayalı; tarım ve madencilik ile altyapı yatırımlarına yönelik, bir kalkınma anlayışı hakim kılınmıştır.41 Bu çerçevede 1947 yılında özel teşebbüsün önceliğini kabul eden, tarım, ulaştırma ve enerji sektörlerine önem veren Türkiye Kalkınma Planı hazırlandı.42

    Bundan sonraki dönemde, savaş yıllarındaki gerilemeyi telafi eden hızlı bir büyüme süreci yaşanmıştır. Sonuçta fiilen bütün sosyal grupların reel gelirlerini yükselttiği, genel olarak mülk gelirlerinin ve ticari sermayenin ulusal hasıladan aldığı payların arttığı bir dönem olmuştur. Ancak, 4 Ağustos 1958 kararları ile yapılan fiili devalüasyon 1960'ların başlarına kadar sürecek olan deflasyonist istikrar politikalarının uygulanmasına neden olacaktır.

    1960'tan sonra, Devlet Planlama Teşkilatı'nın da kurulmasıyla ekonomide planlamaya ağırlık verilen yirmi yıllık yeni bir süreç başlamıştır. Bu dönemde "Beş Yıllık Kalkınma Planları" hazırlandığını görüyoruz.43 Planlı dönemin belirgin sonuçları, tarım sektörünün, özellikle istihdam bakımından eski önemini yitirmeye başlaması; sanayiin ulusal gelirdeki payının artması; hizmet kesiminin, -istihdam bakımından- sanayileşmiş ülkelerdeki oranlara yaklaşmasıdır.

    24 Ocak 1980 kararları ile ekonomik bakımdan yeni bir dönemece giren Türkiye'de, 1970'lerin sonlarında sağ-sol çatışmaları ile genel bir toplumsal huzursuzluk yaşanmış; aynı dönemde Ermeni terör örgütü ASALA'nın faaliyetleri başlamış, adeta bu örgütün bıraktığı yerden başlayan ya da başlatılan PKK terör örgütünün hunharca katliamları ile ulusal ve bölgesel düzeyde ciddi huzursuzluklar yaşanmıştır. Nihayet Terör Örgütü Başı Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla girilen yeni süreci halen yaşamaktayız.

    III. Doğu Anadolu'yu Kalkındırma Gayretleri

    Cumhuriyet döneminin genel kalkınma hamlesi ile birlikte, Doğu Anadolu'da da Devletin büyük bir kalkındırma sürecine girdiğine şüphe yoktur.44 Ancak, ülkenin genel sıkıntılarının yanısıra, yörenin kendine özgü durumları, kalkınma gayretlerini olumsuz etkiliyordu.Bunların ana noktaları itibarıyla bilinmesi, kalkınma gayretlerinin sağlıklı bir zemine oturtulması bakımından yararlı olacaktır.

    A. Kalkınmanın Önündeki Engeller

    Cumhuriyet'in devraldığı miras içerisinde Doğu Anadolu Bölgesi, ülke ortalamasının altında bir sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyinde idi. Ermeni mezalimi, Rus işgali ve dış tahrikli ayaklanmalar gibi nedenlerle pek çok yönden yıpranan yörenin imarı, Türkiye Cumhuriyeti'ne kalmıştı. Bölge üzerinde özellikle SSCB'nin mütecaviz istekleri hala devam ediyordu.

    2. Sosyo-Ekonomik Nedenler ve Asayiş Problemi

    Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik ve toplumsal yapının dönüştürülmesi için aldığı devrim niteliğindeki kararlar, zaman zaman toplumla hükümet güçlerinin karşı karşıya kalmalarına da neden oluyordu.45 Doğu'da mevcut sosyal sistemin yıkılacağından korkan aşiret reisleri, emperyalistlerin de kışkırtması ile devlet güçlerini ta 1935-1940'lara kadar uğraştıracak bölgesel direnişler başlattılar.

    Bu isyanlarda, geniş ölçüde dini sloganlar kullanılmıştır. Fakat bu dini sloganların arkasında emperyalizmin siyasal ve ekonomik çıkarlarını görmek gayet kolaydır. Bu bakımdan 1925'te Şeyh Said'e, Genç'te silahların patlamasından 3-5 gün sonra ingiliz silah fabrikalarının kataloglarının gelmesi çok anlamlı ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir olaydır.46

    Gene, bir ingiliz belgesindeki "Kürt milliyetçiliğinin ingiliz politikasının çocuğu olduğu" yolundaki ifade, dikkat çekicidir.47

    Şurası bir gerçek ki bu isyanlar, özellikle bölgenin ve onun da ötesinde ülkenin iktisaden gelişmesinde önemli bir engel olmuştur.

    3. Coğrafi Yapıdan Kaynaklanan Zorluklar

    Bölgenin coğrafi yapısı,48 da başta bayındırlık olmak üzere buralarda yapılacak pek çok işi hem zorlaştırıyor, hem de pahalılaştırıyordu.

    Özellikle kara ve demiryolu yapımlarında coğrafi koşullar önem kazanmaktaydı.49 Bu durum Cumhuriyetin ilk yıllarındaki teknolojik yetersizliklerle birleşince durumun nezaketi belirginleşmektedir.

    Doğu Anadolu'nun çetin coğrafyası, yörenin özellikle bayındırlık hizmetlerinden yeterince yararlanamaması ile doğrudan ilgilidir. Örneğin inşaat mevsimi ülkenin kimi yörelerinde on bir aya kadar çıkarken, Doğu Anadolu'nun belli kesimlerinde üç aya kadar düştüğü olabilmektedir. Buna, bazı iç ve dış gelişmeler nedeniyle, uygulanan kalkınma planlarının, hedeflerine tam olarak ulaştırılamamaları da eklenince, doğu illerine yapılan hizmetler istenen düzeyde olamamıştır. Örneğin 1924-1928 yılları arasında iki bin km demiryolu hattı yapımı programlanmasına karşın, bunun yarısı gerçekleştirilebilmiştir.

    4. Toplumsal Yapıdan

    4. Bölgede kamu hizmetlerinde arzulanan sonuçlara ulaşılamamasının önemli bir nedeni de sosyokültürel yapı özelliklerinin yeterince hesaba katılmamış olmasıdır.

    Başbakan ismet inönü'nün 1935 yılındaki gezisinin ardından, Cumhurbaşkanı Atatürk ve Bakanlar Kurulu'na sunduğu raporda50 geçen şu cümle önemlidir. "... Şimdiki halde halk daha çok ağaların elindedir..."51 Bu ağalar, saygın bir sosyal statünün yanında başta toprak olmak üzere geniş ekonomik olanaklara da sahiptiler.52

    B. Atatürk Döneminde Doğu Anadolu'yu Kalkındırma Gayretleri

    Bütün bu olumsuzluklara karşın yörenin kalkındırılması için ciddi adımlar atılmıştır. Bu süreçte, ülkenin öteki yörelerinden buraya devamlı bir kaynak aktarımı söz konusuydu.53

    Doğu Anadolu'nun kalkındırılması programlarıyla, Hükümetin başı tarafından bizzat ilgilenilmekteydi. 1935 yılındaki Başbakan ismet inönü'nün gezi ve raporunun ardından 1936 yılında Celal Bayar iktisat Bakanı sıfatıyla bu yöreye bir gezi yaptı ve izlenimlerini Başbakanlığa bir raporla bildirdi. Bayar 1938 yılında, bu kez Başbakan olarak Tunceli yöresinde bir inceleme ve değerlendirme gezisi yaptı.54 Bu ve benzeri geziler, Cumhuriyet hükümetlerinin Doğu Anadolu ile en üst düzeyde ilgilendiğini göstermesi bakımından önemlidir.

    Günlük yaşantıyı kolaylaştıracak olan ve sosyo-ekonomik faydaları beklenen küçüklü büyüklü yatırımlar olanaklar ölçüsünde sürdürülüyordu. Yapılan çalışmalar yalnız bayındırlık alanında değil sağlık ve eğitim başta olmak üzere diğer konularda da sürmekteydi. Örnek olarak 1936 yılında kız sanat okulunun açıldığı Erzurum'da55 1938 yılında 900.000 TL.'lik bir imar hareketine girişilerek, ilçeler dahil 30 ilkokul, sinema şehir elektriği vs. yatırımlar gerçekleştirilmiştir.56 Aynı yıl, Erzurum'un Ilıca nahiyesinde de posta ve telgraf merkezleri faaliyete geçirilmiş, 14 derslikli ilkokul binası ihale edilmiş, gazino ve lokantası olan bir otel de planlamaya alınmıştı.57

    Kültür konusu da ihmal edilmemiştir 8 Ağustos 1938'de Doğu Kültür Kongresi Erzurum'da açılmıştı.58

    Yöreye yalnızca yurdun bir parçası olarak değil; Kurtuluş Savaşı'na coğrafi başlangıç yeri olmasından dolayı, belki tarihi bir sorumluluk hissi, bir tür nostalji ile de yaklaşılıyordu. Çünkü, dönemin bir gazete makalesinde ifade edildiği gibi "istiklal Savaşı'nın başlangıcında en müşkül dakikada Şark'tan yeni ve umulmaz bir ümit yıldızı doğmuştu".59

    Bu "romantik" sayılabilecek yaklaşım içerisinde yöreye yapılan harcamaların maliyet analizleri genellikle göz ardı edilmiş ve bu, çoğunlukla bilinçli bir tercih olarak ortaya konmuştur. Örneğin Nisan 1935'te Van Gölü işletme idaresi'nin bütçesi hakkında Meclis'te yapılan görüşmeler sırasında, içişleri Bakanı Şükrü Kaya ". Cumhuriyet, Şeyh Sait vakasından ve onu takip eden hadiselerden sonra icap eden inzibat tedbirlerini tamamıyla aldı. Onu müteakip de oranın ümranını gözetti... Van Gölü işletmesi Vapurları Van Gölü sahillerinin ve havalisinin birebir irtibat vasıtalarıdır. Bu bir amme hizmetidir. Bir irat membaı değildir. Ve uzun yıllar böyle devam edecektir."60 diyordu:

    Doğu Anadolu'daki yatırımları "bir irat membaı değil, bir amme hizmeti" olarak gören bu anlayış, gerçekten de uzun yıllar devam edecektir. Nitekim, 1938'de Almanlara ihale edilen Sivas çimento fabrikasının kurulma amacı "şark vilayetlerimizle Orta Anadolu'da daha ucuza çimento satışını temin etmek" olarak kayıtlara geçecek;61 aynı yılın başlarında bizzat Başbakanın ağzından ".rantabl olmasa dahi mühim bir zarara sokmayacak neticeye götürürse, şarkın müsait olan mıntıkalarında şeker fabrikaları kurmak karar ve azminde" olunduğu ifade edilecekti.62 Gerçekten de ülkede kurulacak üç yeni şeker fabrikasından birinin Balıkesir-Bandırma arasında, diğer ikisinin ise doğu illerinde kurulması kararı Bayar Hükümeti'nin üç numaralı ekonomik programında yer alacaktı.63

    C. Milli Şef inönü Dönemindeki Çabalar

    Devletçilik uygulaması, ülke genelinde olduğu gibi doğu illerinde de özel sermaye birikimi için bir takım fırsatlar sağlamaktaydı. Devlet işletmelerine mal satmak, ihalelere katılmak veya devletin ürettiği kimi mamulleri "girdi" olarak kullanıp katma değer sağlamak gibi. Bu türden gelişmelerin en fazla yaşandığı yerler Malatya, Elazığ, Urfa ve Diyarbakır yöreleriydi.64 Müteakip yıllarda da genel durumu itibariyle yatırıma müsait olan Malatya, Diyarbakır, Elazığ gibi illerde, bayındırlık ve tarım alanındaki zorunlu kamu harcamaları yanında, bir takım sınai kuruluşları vücuda getirmek şeklinde de önemli miktarda bir kamu kaynağı bölgeye aktı. Örneğin Malatya'da kurulan Sümerbank Dokuma ve Tekel Fabrikaları bu dönemin eseridir.65 Ayrıca Urfa'da tarıma, Erzurum'da hayvancılığa yönelik yatırımların yapılması, buralarda belirli bir canlanmaya neden oldu.66

    Kültür ve eğitim işleri bu dönemde de önemle ele alınan bir konuydu. Özellikle okuma-yazma seferberliği yürütülmekteydi. Örneğin 1939 yılında yalnızca Gaziantep'te 4 dershane açılmış, ancak bu yetmediği için 7 tane daha ilave edilmişti. Aynı yıl Mardin'de en az 1500 yurttaşın okuma-yazma öğrenmesi hedeflenmişti. Kursların bütün masrafları ile kitap, defter vs. araç gereç Halkevi tarafından ücretsiz karşılanıyordu. Ayrıca her kursiyere haftanın iki günü için ücretsiz sinema bileti verilecekti.67

    Belediyeler eliyle yürütülen hizmetler de önemli bir yekun teşkil ediyordu. Örneğin Eylül 1939'da açılışı gerçekleştirilen Kilis soğuk hava deposu ile 75 beygirlik gücü 125 beygirlik motorla takviye edilen elektrik santrali belediyenin yaptığı işlerden ikisiydi.

    Yörenin imar ve asayişine de, önceki dönemde olduğu gibi önem veriliyordu. Diyarbakır-Cizre hattında doğuyu batıya bağlayacak önemli bir konumda bulunan Aviski Köprüsü'nün temel atma töreni 1939 Temmuzu'nda yapıldı.68 Aynı günlerde, başlatılan imar hareketlerinin ilerlemesi ve sağlanan huzur ortamının devamı için Tunceli ilinin idaresi hakkında kanunun yürürlük süresinin 31

    Aralık 1942'ye kadar uzatılması Mecliste tartışılıyordu. içişleri Bakanının bu görüşmeler sırasında verdiği bilgilere göre, her yıl civar illere yapılan tecavüzler durdurulmuş, çok sayıda imar faaliyeti gerçekleştirilmiş ve kısa sürede 788 silah Hükümete teslim edilmişti.69 Aynı yıl gazeteler, Erzurum'a trenin gelişiyle ilgili sevinçli yazılar yayımlıyordu.70

    1939 yılı sonlarında deprem, Orta ve Doğu Anadolu'yu vurdu. Ülke, günün koşullarında bir seferberlik havası içerisinde yaralarını sarmaya çalışıyordu.71 Öyle ki öğrenciler yardım topluyor,72 cezaevlerindeki mahkumlar bile, kendi olanakları ölçüsünde, aktif katkıda bulunuyordu. Örneğin Muğla Cezaevi'ndeki mahkumlar kendi dokudukları 120 metre bez ile 60 yün fanila ve 100 çorabı felaketzedelere iletilmek üzere Milli Yardım Komitesi'ne teslim etmişlerdi.73 Devlet, yöredeki her türlü ihtiyacı karşılamaya çalışıyordu. Örneğin deprem yöresine, yalnızca Nisan ayında 2.260 "çift öküzü" yollanmıştı.74 Ayrıca Erzincan ili yeniden kurulacaktır.

    1940 yılı da doğal afetlerle başlamıştı. Ocak ayında Batı ve Güney Anadolu'da görülen seller Nisan ayında da Doğu Anadolu'yu vurdu. 13 Nisan'da Elazığ'da ana caddede 2 metreyi bulan sular yükselmiş, Kars'ta ise Kars Çayının taşması sonucu 14 Nisan'da 400'den fazla ev ve işyeri sular altında kalmıştı. Ayrıca Edirne, izmir ve Gaziantep'te de sele bağlı zararlar yaşandı.75 Devlet gene, eldeki olanaklar ölçüsünde yaraların sarılmasına çalıştı.

    Bu arada II. Dünya Savaşı'nın ülke ekonomisine olumsuz etkisi beklenenden fazlaydı. Buna karşın, hem Doğu Anadolu'da başlatılmış bulunan kalkınma hamlesinin devamı, hem de ulusal savunma stratejisinin bir parçası olarak bölgeye yapılan kamu harcamalarının savaş yıllarında da nispeten fazlalığı dikkati çekmektedir. Nitekim 1940 bütçesine "fevkalade tahsisat" olarak konulan 110 milyon liranın 73 milyonu savunma harcamalarına, 20 milyonu biraz aşkın miktarı demiryolu inşaatına, 5.5 milyonu Sivas-Erzurum hattına, yaklaşık 3 milyonu Tunceli imar programı ile Edirne asfalt yoluna, 5 milyonu Erzincan deprem yöresindeki kalkınma faaliyetlerine, 4 milyonu Ankara Tıp Fakültesi inşaatına ayrılmıştı. Ayrıca aynı bütçe ile "Şark'tan başlamak üzere tedricen yaptırılacak Hükümet Konakları için" de para ayrılmıştı.76

    Bütün gayret ve özene karşın, doğudaki bir çok ilde yaşam standardı, istenen düzeyin hâlâ altındaydı. Nitekim 1946 yılında, devlet memurlarına, doğu illerinde görev yaptıkları takdirde mahrumiyet zammı ödenmesi kararlaştırıldı. Bir gazete haberinde "Doğu vilayetlerimizde hizmet eden memurlar için düşünülen mahrumiyet zammı bir zaruretin neticesidir. Tarihi nedenlerin etkisi altında doğu illerimiz Anadolu'nun diğer bölgelerine nispetle geri kalmıştır" denilmekteydi.77

    D. Demokrat Parti iktidarı Dönemi Çalışmaları

    DP iktidarının ilk yıllarında Doğu Anadolu Bölgesi'ne yapılan toplam kamu harcamalarında göreceli bir gerileme yaşandığı söylenir. CHP sözcüsü Cemal Eyüboğlu 1951 bütçe görüşmelerinde "ilgili bakanlık bütçelerinde mevcut ödeneklere ilaveten, çeşitli sebeplerden geri kalmış olan doğu illerimizin bir an evvel kalkınması, bir mahrumiyet bölgesi olmaktan kurtarılması için, ayrı bir ödenek tefrik edilmemiş olmasını üzüntü ile karşılıyoruz" diyerek bu durumu eleştirmişti.78 Ancak buna cevap veren hükümet sözcüsü, geçmişte olduğu gibi ayrı bir doğu tahsisatını uygun bulmadıklarını, ama bütün güçleriyle doğudaki mahrumiyetleri ortadan kaldırmaya çalışacaklarını söyleyerek, çeşitli bakanlıkların Doğu'ya ne kadar harcama yapacağını saymıştır.

    iktidarın Urfa Milletvekili Necdet Açanal da bir konuşmasında "memleketi şark-garp diye ayrı düşünmek zihniyetinin doğru olmadığını, bütçenin içinde yer alıp da Şark tahsisatı diye gösterilmeyen pek çok kalemin bulunduğunu, Şark'ın bir bütün olarak imar edilmekte ve yükseltilmekte olduğunu" ifade etmekteydi.

    TBMM'nin 2 Haziran 1950 tarihli oturumunda da, DP hükümetinin programı üzerinde mütalaalar sürdürülürken Başbakan Adnan Menderes, "Sayın muhalefet sözcüsü hükümet programında doğu kalkınmasına temas etmediğimizi işaret etmektedir. Her cihetten bütün teşkil eden Türk Vatanını Doğu ve Batı diye ikiye bölmek ve birbirinden farklı ve imtiyazlı vaziyetler ihdas etmek politikasının maddi olduğu kadar manevi zararlı tesirleri karşısında böyle bir ayırmaya nihayet vermek lazım geldiği kanaatindeyiz" demişti.79

    Gerçekten de Doğu Anadolu'da kimi iller önceki hükümetler zamanında olduğu gibi DP hükümetleri döneminde de oldukça yüksek kamu harcamaları almışlardır. Döneme ilişkin kapsamlı bir çalışmamızda konunun ayrıntılarını ortaya koymuştuk.80 Buna göre Hakkari, Van, Diyarbakır, Elazığ, Tunceli ve Bitlis'te kişi başına toplam kamu harcaması hem doğu hem de ülke ortalamasının üzerinde gerçekleşmiştir (Bunlara DP'nin son zamanlarında Gaziantep ilini de eklemek gerekir). Bu illerin, doğuda birer cazibe merkezi durumuna getirilmeye çalışıldığı söylenebilir.

    E. 1960 Sonrasına Genel Bir Bakış

    Planlı dönemde ayrıntılı biçimde hazırlanan ve uygulamaya konan Birinci (1963-1967), ikinci (1968-1972) ve yeni stratejiye göre hazırlanmış Üçüncü (1973-1978) Beş Yıllık Kalkınma Planlarında, bölgesel kalkınma da değişik biçimlerde yer almıştır. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda %7 büyüme hedefleniyor ve "büyüme hızına olumsuz etkisi olmadığı takdirde iktisadi yatırımlar öncelikle geri kalmış bölgelere yapılacaktır" deniyordu.81 Geri kalmış bölge olarak öncelikle ele alınan yerler ise, Doğu Anadolu'daki illerdi.
    Plan, geri kalmış bölgelere vergi kolaylıkları sağlanacağını öngörmüş, bu doğrultuda yapılan yasal düzenlemelerle buralara yapılan yatırımlarda %50'ye varan vergi indirimleri getirilmiştir.82

    Ancak, planın ikinci uygulama yılından sonra, bölgesel önlemler, ulusal planın bütünlüğünü bozduğu gerekçesiyle aksaklığa uğratılmıştır.83

    ikinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda bölgeler arasında dengeli gelişme, toplumsal adalet bakımından gerekli görülüyordu. Buna göre altyapı ve sosyal nitelikli yatırımlarda geri kalmış bölgelere öncelik verilecek, özel girişimi de buralara yönlendirecek önlemler alınacaktı.84 Ancak geri kalmış bölgeler için bölge planlamasına gerek görülmemişti.85 Diğer özendirici düzenlemeler devam etmiştir.

    Yeni bir strateji anlayışı ile hazırlanan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda bölgesel planlama konusuna yer verilmemiş, ancak plan araçları olarak il planları da sayılmıştır. Planda "belli yöreler için özel kalkınma planları hazırlama eğilimlerine, bütünlük ilkesine ters düşen uygulamalara yol açacağından, kesinlikle son verilecektir" deniyordu.86

    Beş yıllık kalkınma planlarının tamamında bölgesel kalkınmaya atıfta bulunulmuş, çareler aranmıştır.87 Özellikle il bazında kalkındırma anlayışının yerleşmesinden sonra birinci derecede öncelikli illere ağırlık verilmiştir. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1991-1995) döneminde bir Aksiyon Planı uygulamaya konulmuş, 1994 yılında da Acil Destek Programı uygulanmıştır.88 Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda (1996-2000) ise Doğu Anadolu'nun bazı yerlerinde görülen terör olaylarının yeni yatırımları engellediği ve mevcut tesislerin de işletilmesini güçleştirdiğinden yakınılmakta, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri öncelikli olmak üzere, ülkenin göreli olarak geri kalmış yöreleri için kaynakları ve gelişme potansiyelleri göz önünde bulundurularak bölgesel gelişme projeleri hazırlanacaktır" denilmektedir.89 Nihayet 2001'den itibaren yürürlükte bulunan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde hazırlanan 98 özel ihtisas komisyonundan biri de Bölgesel Gelişme Özel ihtisas Raporu olmuştur.90

    1. Doğuda Gelişmiş iller Yaklaşımı

    Tablo 1: Doğu illerinin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Düzeyleri91

    iller Endeks iller Endeks

    Gaziantep 82.7
    Kars 39.1
    Elazığ 79.8
    Bitlis 38.7
    Malatya 74.2
    Muş 34.8
    Siirt 73.4
    Mardin 33.4
    Erzincan 64.6
    Tunceli 33.4
    Erzurum 62.0
    Adıyaman 32.4
    Diyarbakır 59.8
    Ağrı 29.9
    Van 43.5
    Bingöl 28.2
    Urfa 43.2
    Hakkari 26.8

    Cumhuriyet hükümetlerinin çabaları sonucu gelinen noktayı göstermesi bakımından DPT tarafından yapılan hesaplamalar ışığında oluşturulmuş Tablo 1 genel bir fikir vermek için yeterlidir.

    Tablo 1'den de anlaşılacağı üzere, 1970'lerin başında Doğu Anadolu'nun bir bölümünde (Gaziantep, Elazığ, Malatya, Siirt, Erzincan, Erzurum, Diyarbakır, hatta Van ve Urfa'da) sosyoekonomik bakımdan görece gelişmiş bir düzeye ulaşılmıştır. Bununla birlikte diğer bazı doğu illerinde ise bir takım mahrumiyetlerin varlığı dikkati çekmektedir.

    DPT tarafından kalkınmada öncelikli yörelerin belirlenebilmesi için yapılan bir diğer çalışmada da, birer gelişme merkezi olarak çevrelerini etkileyebilecek sosyo-ekonomik düzeye ulaşan iller saptanmıştır. Bu iller istanbul, izmir, Ankara, Adana, Samsun, Trabzon, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Malatya, Erzincan ve Diyarbakır'dır.92 Görüldüğü üzere buradaki son altı il, Doğu Anadolu'da yer almaktadır. 1975 öncesini ele alan bir başka çalışmada ise, kalkınmada öncelikli yöreler içerisinde fert başına kamu yatırımlarının en fazla olduğu iller sıralamasında ilk sırada Elazığ gelmekte ve Diyarbakır, Urfa, Malatya, Erzincan ve Mardin de üst sıralarda yer almaktaydı.93

    Bu veriler ülkede, birer gelişme merkezi olarak farklı illerin ortaya çıkması nedeniyle, bölgesel az gelişmişlikten çok, "ülke genelinde az gelişmiş yöreler" gerçeğini ortaya koymaktadır.94 Ayrıca Doğu Anadolu Bölgesi'nin tarihsel ve coğrafi koşulları nedeniyle karşı karşıya olduğu güçlükleri vardır. Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, ülke kaynaklarının elverdiği bütün olanakları seferber etmiş; iç ve dış bütün olumsuzlukların üstesinden gelerek yörede bugünkü gelişmişlik düzeyine ulaşılmasını sağlamıştır.

    2. Özendirici Önlemler ve Özel Sektörün Tutumu

    Devletin bir yöreye yapacağı yatırımlar her zaman nakdi olmayabilir. Bunun haricinde vergi muafiyeti, özel krediler, fiyat indirimleri gibi yöntemlerle de bazı bölgelerde teşvik uygulaması yapabilir.95 Bu durumda en geniş anlamıyla kamu harcamaları, devletçe yapılan bütün işlerin maliyetini kapsar.96 Cumhuriyet döneminde Doğu Anadolu Bölgesi, bu yönden de en öncelikli yörelerden birisidir.97 Bakanlar Kurulu Kararları ile, bazı kamu hizmetlerinden düşük fiyatta yararlandırma (ucuz elektrik gibi) veya belli yükümlülüklerin hafifletilmesi (vergi indirimi veya muafiyetleri gibi) yolunu açan Kalkınmada Öncelikli Yöre uygulamasına alınan illerin büyük çoğunluğu doğu illeridir.98 Örneğin 31.07.1981 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile bu kapsama alınan 1. derecede öncelikli 20 ilin tamamı Doğu Anadolu illeridir. 2. derecede öncelikli beş il ise Çankırı, Çorum,
    Kastamonu, Sinop ve Yozgat'tır.99 Küçük ve Orta Boy işletmelerle ilgili 19.02.1999 tarih ve 99/12474 sayılı Karar ile Acil Destek kapsamına alınan iller ile benzeri diğer teşviklerde de Doğu Anadolu illeri başı çekmektedir.100

    Özel sektörü bölgeye çekebilmek için getirilen bütün bu iyi niyetli teşviklere karşın, uygulamada istenen sonuç alınamamıştır. Burada kârlılık arayışına dayanan özel sektör mantığı başlıca etkendir. Yörenin coğrafi koşulları, yetişmiş insan gücündeki sıkıntılar, ulaştırma maliyetleri gibi konulardan başka yörede körüklenmek istenen toplumsal huzursuzluğun boyutları da bu durumu desteklemiştir. Sonuçta yörede gerçekleşen yatırımların tamamına yakını devlet eliyle gerçekleşmiştir.

    Bununla birlikte Devletin aldığı özendirici önlemler az da olsa Doğu Anadolu'ya kamu harici yatırımın gelmesini sağlamıştır. Örneğin, 1967-1971 döneminde, yöreye özel sektörce yapılan 2.5 milyar tutarında 60 yatırım projesi Devletin ek desteğinden yararlanmıştır.101

    3. Kamu Harcaması-Kamu Geliri Dengesizliği Meselesi

    Türkiye'de özel sektör yatırımlarının ülkedeki dağılımına, değişen dozlarda da olsa, kamu otoritesi tarafından sürekli müdahaleler yapılmış; kamu yatırımlarında da çoğu kez ekonomik olmayan nedenler rol oynamıştır.102

    Bunda, diğer bir çok etmenin yanı sıra, kamu kaynaklı yatırımları birer "kamu hizmeti" niteliğinde görmenin büyük rolü bulunmaktadır. Sonuçta, ülke ortalamasının oldukça üzerinde maliyetlerle Doğu Anadolu'da gerçekleştirilen yatırım faaliyetleri ortaya çıkmaktadır.

    Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal bir konuşmasında "Bugün güneydoğuda yapılan yatırım oradan elde edilen imkanın belki 20-30 mislidir... Elektrik çekmişsiniz bütün mezralara köylere, eğer kw saatinin hakiki fiyatıyla satmaya kalksak bu günkü fiyatının 100 misli olur satamayız. Bütün bunları Türk Devleti yapmış, Türk Devleti ayrım yapmadan yapmış. Ama bunu anlatmamız lazım." diyordu.103 Özal, bir başka konuşmasında da bu bölgeye yatırım yapmanın, bölgenin dağlık karakterinden dolayı zor (ve pahalı) olduğundan, aradaki maliyet farkını daha iyi, daha fazla üretim yapılan bölgenin ve genel olarak Türk insanının ödediğini, bu bölgede yatırılan paranın batıda ve sahil bölgelerinde değerlendirilmesi durumunda on mislinin alınabileceğini, ama Devlet'in, bu farkı da üzerine alarak başka hiçbir ülkede yapılmayan işleri de yaptığını söylemektedir.104

    Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca yöreden elde edilen kamu gelirinin oldukça üzerinde kamu harcamasının yapıldığı, artık bilimsel çalışmalarla açıkça ortaya konulmuş bulunmaktadır.105 Bu durum basın yayın organlarında da zaman zaman gündeme gelmiş, "Devlet Doğudan 1 Alıyor, 3 Veriyor" gibi başlıklarla biraz da eleştirel yorumlar getirilmiştir. 106

    Gelir-gider dengesi bakımından 1986-1990 yılları arasındaki dönemde Güneydoğu Anadolu bölgesinden bütçeye gelir olarak giren 26.1 trilyon liraya karşılık bu bölgeye yapılan harcamaların toplamı 78 trilyon lirayı bulacaktır. 107

    1980 yılından sonra da geleneksel politika devam etmiş, yöreye Devletin olanakları ölçüsünde oldukça ciddi kamu harcamaları yapılmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı'nın verilerine dayanarak 19831997 döneminde de aynı durumun geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

    Tablo 2: Bölgelere Göre Nüfus, Kamu Yatırımı ve Bütçe Geliri Payları108

    Akdeniz 12.87 11.8 6.7
    Ege 13.4420.2 11.0
    Marmara 25.75 22.2 56.0
    iç Anadolu 16.83 19.5 18.3
    Karadeniz 12.48 9.3 4.9
    Doğu Anadolu 18.68 17.0 3.1

    Tablo 2'den anlaşılacağı üzere 1983-1997 döneminde Doğu Anadolu'da yaşayan nüfusun ülke nüfusu içerisindeki payı %18.68'dir. Bu dönemde gerçekleşen yıllık ortalama kamu harcamasından doğu illerinin aldığı pay ise %17'de kalmıştır. Arada %1.68'lik bir fark bulunmaktadır. Ancak bu sonuç bizi, Doğu Anadolu'nun en ihmal edilen yöre olduğu sonucuna götürmeye yetmez. Çünkü, aldığı kamu harcaması nüfus içerisindeki payının altında kalan üç bölge daha vardır. Bu fark Akdeniz bölgesinde %1.07, Karadeniz'de %3.18 ve Marmara'da %3.55 olmuştur. Eğer nüfusa göre harcamadan alınan pay baz alınırsa, Doğu Anadolu'dan iki kat daha fazla ihmal edilen yerler bulunmaktadır.

    Konunun bir de bütçe gelirleri yönüyle irdelenmesinde yarar vardır. Aslında bu bakımdan yalnızca Marmara Bölgesi'nin aldığı kamu yatırım oranının (2.5 kat) üzerinde bütçe gelirine katkıda bulunduğu, diğer yerlerde ise bunun tersine bir durumun söz konusu olduğu dikkati çekmektedir. Diğer bir ifade ile Marmara'da yapılan 100 liralık kamu harcamasına karşılık buradan elde edilen bütçe geliri 252.25 liradır. Diğer bölgelerde ise durum tersinedir. Bu noktada aradaki farkın büyüklüğüne bakmak gerekir. Aldığı 100 liralık kamu yatırımı harcamasına karşılık bütçe gelirine katkı iç Anadolu'da 93.85, Akdeniz'de 56.77, Ege'de 54.45, Karadeniz'de 52.69, Doğu Anadolu'da ise yalnızca 18.24 lira düzeyindedir.

    Ülke nüfusundaki payından daha fazla bütçe gelirine katkı sağlayan iki bölge vardır. Birincisi açık farkla Marmara ve ikincisi iç Anadolu. Diğer bölgeler için ise durum tersinedir. Nüfus payına göre bütçe gelirine katkı Ege'de %2.44, Akdeniz'de %6.17, Karadeniz'de 7.58, Doğu Anadolu'da ise %15.58 daha azdır.

    4. Bölgesel Projelere iki Örnek: Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ve Doğu Anadolu

    Yalnız Doğu Anadolu Bölgesi'nde değil, ülke düzeyinde de bugüne kadar uygulanan en büyük yatırım projelerinin başında Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) gelmektedir. Ülke topraklarının yaklaşık onda birlik bölümünü ilgilendiren ve çok sayıda alt projeden oluşan GAP, Güneydoğu Anadolu Bölgesi için hazırlanmış entegre bir bölgesel kalkınma projesidir.109

    --spoiler--
    5 ...
  6. 6.
  7. ülkeden hiçbir santimetrekare dahi vermeyiz. ha eğer hakkariyi ülkemde istemiyorum diyen varsa kendi çeker gider farklı bir ülkeye olur biter. kimse kimsenin keyfi ya da birşeyleri beğensin veya beğenmesin diye ülke kurmadı.
    2 ...
  8. 11.
  9. hakkari bu vatananın 81 evladından biridir.biz gerçek hakkarililer olarak yerimizinden gayet memnunuz.beğenmeyen siktirsin gitsin.
    2 ...
  10. 12.
  11. Odada bulunan bir abajur değildir camdan atamayızdır.
    1 ...
  12. 7.
  13. burası senin ırkçı isteklerinle yönetilecek kadar sahipsiz bir ülke değil.
    1 ...
  14. 9.
  15. (bkz: she is a tarakama)

    ıslak rüyalarınızı kendinize saklayın. Türkiye muzcumhuriyeti değil.
    1 ...
  16. 14.
  17. sanki tek sorun hakkari aq.şuan hakkari; şırnak,diyarbakır ve mardin'den daha sakin durumda o zaman buralarıda verelim.bunlara kalsa ülkede toprak kalmaz.
    0 ...
  18. 10.
  19. gören de zannedecek bakkaldan ekmek alır gibi aldık orayı. ülkenin tek santimi için bilen o kadar şehit öldü sense dolaptan eşya çıkarır gibi o şehri ülkeden çıkarmak istiyorsun,madem terör istemiyorsun o zaman başka ülkeye s.g ve çocuklarını orda büyüt pls.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük