Diyelim ki son sekiz saat.
Kanser teşhisi kondu. Şeytan öleceğimizi kulağımıza fısıldadı. Ya da içimizde bir intihar hissi bizi kendine esir etti.
Yani kısaca ölüyoruz diyelim dostlarım.
Akşamı geremeyeceğiz. Yitip gideceğiz bu ölümlü dünyadan.
Kayan bir yıldız gibi iz bırakmadan, akan bir gözyaşı gibi tekrarı olmayan ve bir yürek sızısı gibi...
Bir kez yaşandıktan sonra bir daha yaşanmayacağı bilinen iz gibi...
Hiç iz bırakmadan gidiyoruz gibi.
Sonsuzluk bu mu sahi!
Yokluğa, hiçliğe kavuşuyoruz.
Hadi!
Floresan ışıklarının altındaki ıssız bir koridorda umursamaz bir doktor son sekiz saatiniz dedi. Bir kader fısıltısı kulağımıza gizlice söyledi. Nereden geldi bu suikast hissi bilmek çok zor ama biliyoruz diyelim. Duyduk bir ispiyoncudan, ölüyoruz bu gece henüz sekiz saat bile dolmadan.
Ne yapacağız?!
Gidemediğimiz ülkelere gitmek için çok geç. Kırdığımız kalpleri onarmak için çok geç. Olmadığımız bir insanı oldurmak için çok geç.
Özürler mi dilemeliyiz tüm yıkıp geçtiğimiz geçmişimizden.
Çok geç!
Ne yapacağız peki?
Son sekiz saaaaaat.
Ölüyoruz.
Şakası yok!
Ben izninizle tek başıma tüm yaşadıklarımı hatırlamak için zaman istiyorum sizden. iyi bir şarap, iyi bir uyku ve tüm yaşadıklarıma dair bir kaç güzel rüya görürsem amenna!
Çünkü ertelemeden yaşamak kolay olmadı. Başkaları zamanı farklı biçerlerken hiç ölmeyecekmiş gibi şımarırken, ben hep son gün gibi yaşadım hayatı.
O yüzden.
izninizle bana biraz tüm yaşadıklarımı gözümün önünden geçirmek için kısa bir sessizlik.
Terin tere değdiği o anı hatırlayayım. Şehvetin ensesindeki ısırık olayım. Bilmediğim bir şarkının sözü, bir gece yarısı içilen içkideki satsuma ya da kurtulduğum ölümlü bir anın heyecanına sığınayım.
Siz ey fani dostlarım!!!
Sizin durumunz ne olacak peki? Ne yapacaksınız son 8 saatinizde?
Herkes bir kağıt alıp son dileğini yazsın.
Benimki yaşanmış bir aşkın busesine konulmuş masum bir dudağı hatırlamak.
Sizin ki ne peki?
Hadi ölelim.
Ölelim hadi. cihan dan.