enfes kişiliği olan harika bi yazar. tecrübesiyle sözlüğe çok şey katıyor. insan haklarını esas tutan felsefi yaklaşımı ile beğenimi kazanmıştır. adaleti benimseyen ilkeli yaşam tarzı, kesinlikle takdiri hakediyor. geleceğimize huzur ve güven içerisinde bakabilmemizi sağlıyor bu idealist kardeşimiz. laik devlet anlayışının ilelebet savunucusu olacağından şüphem yok.
http://www.kucukprens.org/kitap/images/1.jpg
altı yaşımdayken, bir gün "yaşanmış olaylar" adlı bir kitapta çok etkileyici bir resim gördüm: balta girmemiş ormanlarda bir boa yılanının bir hayvanı nasıl yuttuğunu gösteriyordu. işte, resmin kopyası yukarda.
kitapta şöyle deniyordu: "boa yılanları avlarını olduğu gibi, hiç çiğnemeden yutarlar. sonra da kımıldayamaz hale gelirler, yediklerini sindirmek için altı ay süreyle uyurlar."
o zamanlar, büyük balta girmemiş ormanlarda olup bitenler üstüne çok kafa yordum. sonra da renkli kalemlere sarılarak, hayatımın ilk resmini çizmeyi başardım. işte 1 numaralı resmim. şöyle idi: http://www.kucukprens.org/kitap/images/2.jpg
bu şaheserimi büyüklere gösterdim, korkmuyor musunuz, diye sordum.
- niye korkalım? şapkadan korkulmaz ki! dediler.
oysa ben şapka çizmemiştim, yuttuğu fili sindiren bir boa yılanı çizmiştim. baktım ki büyükler resmimi anlamıyor, boa yılanının içini çizeyim de anlasınlar bari dedim. büyükler öyledir işte, anlatmazsan, anlamaz onlar. 2 numaralı resmim şöyle oldu: http://www.kucukprens.org/kitap/images/3.jpg
büyükler bu kez, boa yılanını içten ve dıştan gösteren vazgeçmemi, coğrafya, tarih, matematik ve dilbilgisiyle uğraşmamı salık verdiler. böylece, başarılı bir ressam olmak yolunu tutmuşken, altı yaşında bu meslekten ayrılmak zorunda kaldım. ne yapayım? 1 ve 2 numaralı resimlerimin beğenilmemesi hevesimi kırmıştı. büyükler hiçbir şeyi kendi kendilerine anlayamazlar. onlara durmadan her şeyi anlatmak da çocuklar için yorucudur.
ben de ister istemez başka bir meslek seçtim. uçak kullanmasını öğrenip pilot oldum. dünyada birçok yerlere uçtum. evet, coğrafyanın bana çok faydası dokundu. bir bakışta çin'i arizona'dan ayırt edebiliyordum. gece karanlığında insan yolunun şaşırdı mı, çok işe yarar bu bilgi.
hayatım boyunca, aklı başında birçok insanla ilişki kurdum. büyükler arasında çok yaşadım. yakından tanıdım onları. ama görüşüm pek değişmedi, daha parlak olmadı.
kafası biraz işler görünen birine rastladım mı, ona, hep yanımda taşıdığım 1 numaralı resmi gösteriri, denerdim onu. dur bakalım, derdim kendi kendime, bu adam gerçekten anlayışlı mı, değil mi? ama ben "bu nedir?" deyince, her gören: "şapka" diyordu. o zaman da boa yılanlarından , balta girmemiş ormanlardan, yıldızlardan söz etmez, ona ayak uydururdum; briçten, golftan, politikadan, kravattan söz ederdim. o da , aman ne akıllı bir adam tanıdım , diye sevinirdi.
2. bölüm
böylece altı yıl öncesinde kadar yalnız yaşadım, gerçekten konuşabilecek bir dostum olmadan. ama altı yıl önce bir gün büyük sahra çölü'nün üstünden uçarken, motorum bozuldu, çöle inmek zorunda kaldım. motorda bir şeyler kırılmıştı. yanımda ne makinist vardı, ne de yolcu. tek başıma bu güç onarım işine giriştim. benim için bir ölüm kalım savaşıydı. bir haftalık ime suyum ya vardı ya yoktu.
ilk gece kumun üstüne yattım, uyudum. i̇nsanların oturduğu yerlerden kilometrelerce ötedeydim. gemisi batmış, okyanusun ortasında sal üstünde kalmış bir adamdan çok daha yalnızdım. bu durumda siz düşünün artık nasıl şaşırdım, sabah sabah incecik, garip ses beni uyandırınca:
- ne olur, bir koyun çiz bana...
-ne?
- bir koyun çiz bana.
yıldırım çarpmış gibi yerimden fırladım. gözlerimi iyice ovuşturdum, iyice baktım. ne göreyim: eşi dünyada görülmedik, ufacık bir insan ciddi ciddi süzüyor beni. çok sonra çizdiğim en başarılı portresi işte budur. ama hiç modeli kadar sevimli olmadı çizdiğim resim. ne yapayım, ressam olmak yolunu tutmuşken, büyükler altı yaşında resme olan hevesimi kırmışlardı. ben de içten ve dıştan görünen boa resimlerinden başka resim çizmesini öğrenmemiştim
gözlerim fal taşı gibi açık, bu görüntüye bakakaldım. unutmayın ki insanların bulunduğu yerlerden kilometrelerce ötedeydim. o minnacık adamsa yolunu yitirmiş, yorgunluktan, açlıktan, susuzluktan, korkudan bitkin düşmüş görünmüyordu. i̇nsanların oturduğu yerlerden kilometrelerce ötede, çölün ortasında kaybolmuş bir çocuğa benzemiyordu hiç. kendimi toparlayıp da konuşabilecek duruma gelince:
- evet ama... sen ne arıyorsun burada? dedim..
yavaşçacık, çok önemli bir şey söylüyormuş gibi, aynı sözleri tekrarlardı:
- ne olur... bir koyun çiziver bana.
kafası allak bullak oldu mu, söz dinlemezlik edemez insan. i̇nsanların oturduğu yerlerden kilometrelerce ötede, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya iken, resim çizmenin anlamsızlığını bile bile, cebimden bir parça kağıtla bir dolmakalem çıkardım. tam o sırada hatırladım ki, ben asıl coğrafya, tarih, matematik ve dilbilgisi öğrenmiştim. biraz da içerleyerek küçüğe resim yapmasını bilmediğimi söyledim.
- zararı yok. bir koyun çiziver.
ömrümde hiç koyun çizmediğim için, ona bildiğim iki resimden birini çizdim. yani boa yılanının dıştan görüşünü. ama bizimki:
- yok yok, boa içinde fil resmi istemedim. boa yılanı çok tehlikelidirler, filse çok yer tutar. oysa benim orası ufacık. bir koyun istiyorum. bana bir koyun çiz, deyince şaşakaldım.
ne yapayım çizdim. dikkatle baktı, sonra: http://www.kucukprens.org/kitap/images/5.jpg
- olmadı. bu şimdiden çok hasta. bir başkasını yap.
gene çizdim. http://www.kucukprens.org/kitap/images/6.jpg
dostum tatlı tatlı, hoşgörüyle gülümsedi:
- görüyorsun ya... bu koyun değil, koç: boynuzları var.
resmi yeniden çizdim, ama yine beğendiremedim. http://www.kucukprens.org/kitap/images/7.jpg
- bu da çok yaşlı. ben öyle bir koyun istiyorum ki uzun zaman yaşasın.
artık sabrım tükenmişti, bir an önce motorumu sökmeye koyulayım diyordum. şu gördüğünüz resmi çiziktirdim.
al sana sandık, dedim, istediğin koyun içindedir. http://www.kucukprens.org/kitap/images/8.jpg
beğenmek bilmeyen küçük dostumun yüzü güldü. ha, tam istediğim gibi oldu, demez mi! ama ne dersin, bu koyun çok mu ot ister?
- neden sordun?
- benim orası ufacık bir yer de ondan.
- çok ot istemez... ufacık bir koyun verdim sana.
resmin üstüne eğildi:
- o kadar da ufak değil... aa, bak, uyudu...
küçük prens'le işte böyle tanıştık.