Guzelligin on para etmez . diye baslayip "Bu bendeki ask olmasa "diye devam eden Asik veysel'in muhtesem turkusunun dizeleridir.."Eglenecek yer bulamaz gonlumdeki kosk olmasa"derken asik veysel onu aldatip kacmaya hazirligi yapan esine ;sevgim olmadan sen bir "hicsin"diye mesaj vermektedir .Bu olayin sonu nasil bitmistir bilinmez ama Asik veyselin sevdigi kadinin bu turkuyu dinledikten sonra bi sure kendine gelemedigi ,sarsildigi bi gercektir.Yada kadin arsizin tekidir hic etkilenmemiste olabilir.Turku guzeldir.ictendir.sevilmistir.Asik veysel'e tesekkur edilmelidir.
Gerçekleri ilk gõrmemi sağlayan türküdür bu. Dinledikten sonra sorguladım hayatı, değer verdiklerimi ve uğruna acı çektiğim aşklarımı... Bana çok güzel anlattı güzelliğin ve değerin karşımdakiyle değil de benle alakalı olduğunu. Çok değer verirsek bir vazoya bile aşık olabileceğimizi anladım. Aslında birine değil zihnimizde yarattığımız haline aşık oluruz çoğu zaman.
Aşık Veysel sadece bir ozan değil aslında büyük bir filozoftur. Her bir dizesinde derin anlamlar barındırır. Görmeyen gözleri zihninin görmesini sağlamıştır.
theodor lipps. (alman psikolog, d. 1851 wallhalben - ö. 1914 münih)
veysel şatıroğlu(ozan, d. 1894 şarkışla - ö. 1973 sivas)
estetik üzerine;
" Herhangi bir nesnenin güzel diye nitelendirilmesi, gerçekte o nesnenin güzel olmasından kaynaklanmaz. Onu güzel yapan şey nitelendirmeyi yapan kişinin duygularıdır ve o kişiye ait bir nitelindirmedir. Bir başka kişi o nesneyi güzel bulmayabilir. O halde güzeli asıl belirleyen insandır." theodor lipps.
"güzelliğin on par etmez
bu bendeki aşk olmasa
eğlenecek yer bulaman
gönlümdeki köşk olmasa." Aşık Veysel
türkü değil şiirdir. sonradan bestelenmiştir . cumhuriyet döneminde yazılmış en derin şiirlerden birisidir. nazım hikmet, can yücel, orhan veli falan yazamamıştır böylesini .
büyük usta aşık veysel'in bana göre en anlamlı şiiridir.*
aşık olunan kişiyi önce mecaz ile aşağılar "güzelliğin on par' etmez, bu bendeki aşk olmasa", son dörtlüğe doğru ona olan aşkının etkisiyle "anılmazdı veysel adı, o sana aşık olmasa" diyerek kabaca türkü içinde sevdiğinin gönlünü alır.
izlerken 2 kez gözlerimin dolmasına neden olan film. 1 saat 10 dakika. ama göçmen türk - kürt ekseriyetli aile hayatını yapısını o kadar güzel ortaya koymu$ ki. anlatılanların hepsi gerçek. gerçek olmasa bu kadar içten film çıkmazdı. izleyin.
bu topraklarda yaşamanın, aynı dili konuşmanın dahi ne güzel olduğunu düşündüren bir büyük adamın "gözlersiz de görülür" diyerek hayata koyduğu bir diğer postadır.
Hüseyin tabak tarafından yönetilmiş, çeşitli yerlerde çeşitli ödüller kazanmış izlemek için sabırsızlandığım film.
--spoiler--
Oniki yaşındaki Veysel ve ailesi ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar. Yeni bir hayata başlayacakları Avusturya'ya göç eden aile buradaki yaşam dinamiklerine ayak uydurmakta bir hayli zorlanırlar. Bu yeni ülke, yeni dil ve yeni kültür özellikle küçük Veysel için büyük sıkıntılar doğurur. Veysel'in hayattaki tek umudu ve hayali, sınıfındaki Ana'ya aşkını ilan edip ondan da aynı karşılığı görebilmektir. Sürekli Ana'nın hayalleriyle yaşan genç çocuk, Cem isimli komşusuyla tanışınca harekete geçecek, hayallerinin gerçek sonuçlarını en saf haliyle tecrübe edecektir.
adam, sevdiği kadına çok güzel şiirler yazıyormuş. sonra ansızın kadın terkedip gitmiş.
adam kadının ardından devam etmiş şiirlerini yazmaya; daha çok yazmış ve günün birinde ünlü bir şair olmuş.
yıllar sonra kadının yaşadığı şehre gitmiş, şiir dinletisi sunmuş. dinleti bittiğinde uğruna şiirler yazılan kadın, kolunda kocasıyla çıkagelmiş ve adama "merhaba" demiş. adam sıradan bir insana bakar gibi bakmış kadına; kadın "beni tanımadın mı?" diye sormuş; adam "tanıyamadım" deyince; "hani o uğruna şiirler yazdığın kadın... nasıl tanımazsın" demiş kadın.
adam kadının gözlerine bakmış ve demiş ki; "keramet sende olsaydı; koluna taktığın adam da şair olurdu."
Zamanimiza uyarlaması şöyle olabilir:
Güzelliğin on para etmez, kişilik desen nanay, göt baş ayrı oynuyor. Neyini sevdim ben senin.. Ben böyle aşkın ızdırabını s...
soğuk kavramı sıcakla, ışık karanlıkla anlam kazanır. Biri olmadan diğeri anlamsız, hatta varlıksız kalıyor.
güzellik, yani estetik kavramı da bunun gibidir. estetik duygusunu içinde barındıran biri için güzellik anlam kazanmaya, varlık sahasına çıkmaya başlıyor. bunu varlık sahasına çıkaranlardan biri de insandaki sanat duygusu. çünkü sanat güzel olanla uğraşı içindedir sürekli.
estetiği bulunmayan sanat yoktur kanımca. varsa da o sanat değildir zaten.
balzac der ki; "güzellik çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür." Evet, zaten sanat duygusu da kusurların ortaya çıkmasıyla başlıyor ve güzellik duygusuna ulaşma amacıyla çalışmasını sürdürüyor. işte bütün bunlardan ötürüdür ki sanatçı, sevdiği bir şeyi sanatıyla birleştirdiği anda o şey kusurlu olsa dahi sanatla birleşip güzelliğe kavuşuyor. Yani sanatçıdaki sanat duygusundan dolayı şeyler güzelleşmeye başlar sanatçı için. Bataklığın ortasında sineklerin yapış yapış olduğu bir ortamı tuale aktaran bir ressam için artık orası bir bataklık veya pislik yuvası değil, tam aksine resimdir, sanattır ve sonunda güzeldir. işte bu güzellik sanattan doğduğu için ve sanatın kaynağı da insan olduğu için estetik bambaşka bir boyutlara geçiş yapıyor, göreli anlam kazanıyor. veysel'in söylediği gibi: "anılmaz veysel adı, o sana aşık olmasa" diye... bu yüzden insansız kalan bir dünyanın, yıldızların, güneşin, kısacası evrenin de hiçbir anlamı, güzelliği-estetiği ve hoşluğu kalmıyor.
--spoiler--
senden aldım bu feryadı
bu imiş dünyanın tadı
--spoiler--