idrak konforu şiir zevke ifade imkân
size kiraya verdim bu haneyi tüttürün
umarım ki sevilir ucuz sunduğum mekan
güzel güzel yerleşin berbat olmasın mülküm.
kavruk nesil içinden hesap dışı bir kaza
söyle aç gözlü ruhum neden kanmazsın aza
panayır soytarısı geçer akçe tipidir
kıvırmayı bilmeyen sensin kendine ceza
Sensizliğe merhaba diyince,
Çaresizliğin kapıları aralanır sevgili.
Hiç olmamış, doğmamış gibi.
Yanıbaşında duyduğum kokunu,
Uzaklarda hatırlamanın acısı ve sancısını,
Gün doğar sessizce, gece çöker sensizce.
Birlikte bir acı kahvenin tebessümü olsaydı,
Gece gelseydi bizimle, sabaha nazır alacakaranlığın koynunda.
Uykuya dalsam zorda olsa..
Gülüşler manasız sevgili,
Yalnızlığın binbir türlü prensibi,
Allah var gam yok desek bile,
Sen yoksun dert çok sevgili.
Sevdiğin şarkıları açıp, gözlerimi kapatınca,
Biriktirip gittiğim anılar canlanır gözümde.
Kendimi arayıp bulamadığım bu koca şehirde,
Kendimi adadım beni ben yapan her değere.
Sensiz bir hafta sonu kahvesi,
Zift oldu geçti boğazımdan.
Yutkunur sonra, gözler hakim olsun diye kendine.
Dilim damağım kurur,
Yine tesellim sen varsın diye.
ya yürekten gelince yazacaksın
ya yazarken yürekten gelecek
- “aşk olmadan meşk olmaz!”
meşka –farkedip ayırmak- olur mu sanırsın?
ayak ucunda ölüm – mazi ardında külün
yele gidecek harmanın – ömrün
hazır mısın?
sen bal yapacaksın alem yiyecek
hissene düşen zehirli bir lokma
hep taze
var mısın?
yeni kıymetler icâd edenlerin
etrafında döner dünya – gerçek
ama kurnazların etrafında döner çoğu zaman
halk ve şan – böyledir
yalancı dünyanın gidişi
hasad ötede
yazar mısın?
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fenâ kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız.
madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
al bu taşlar senin olsun... o halde ve bundan böyle
bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
kan kusacağız.
kan kusacağız.
madem dünya bunca zalim
madem yakışmıyor kalbimize.
bütün davullar gümlesin
boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
boşluğa böğüreni
vursunnnn.
bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
dünya görsün.
iv
her kezim ben
küle ne öğretebilirse hayat
onu öğretti bana da.
(...)
ben külün içinde çok uyumuşum.
ben külün içinde çok uyudum.
ben külün içinde çok uyudum.
ii
içerde tıkanan çığlık dışarda inliyor
sabaha karşı
uyku kabul etmiyor beni
dışardan bir yerden uzuuuuunnnnuzun
bir inilti kopuyor.
içimde zulmün duvarları.
uykuuuuuuuu
alsana beni koynuna.
kalktığımda,
banyoya seyirttiğimde gözümden sesler boşanıyor.
içerde,
sonra bu sessizce akan yaşlar senin, diyor. içimin duvarlarında
bu taşlar oturuyor,
çıkaramadığım bir ses var, benden onu çıkarıyor,
taşın sessizliğinde:
kalın, ilkel, boşluğa doğru, gecenin kovuğundan
dışşşşarı doğğğruuuu:
seni bu yalan dünyaya saldım sonunda
acıyor çooooooookkkkkkkkkkkkk
vi
ben seni hep sevgilim ben seni hep
yüzünden geçen dalgalardan okudum.
gözlerine sevgi okudum ellerine şefkat okudum
annen seni inkâr etmişti
aldım etime dokudum.
v
yanmamı bekleme benden
ben ne çok yandım, biliyorsun.
yanamam ben yanamam
yanamam küllerim uçuyor.
rüyamda sapladığın jiletler etimde
kanamıyor acımıyor.
acımıyor
bu dünya buz, bu buz
zzzzzzzzzzzda
hiçbir şey acımıyor.
bunlar yalan,
yalan söylediklerim
yalan söylediklerin
bunlar sadece dünyaya yakışıyor.
küldüm ben zaten
küldüm zaten küldüm zaaaateeeen
kalmışsa eğer
külün içinde şimdi insanım
uyanıyor.
dünya görsün şimdi.
bembeyazzzz
dünya.
yoluna baş koyup buzzzdaaaaaaa
kan kusanı.
i
tek tek dururken onlar
öbürü henüz yanına gelmemiş olanı çağırıyor:
o ikisi yan yana, alt alta geldiklerinde
dünya böylece daha geniş oluyor.
biri ötekine ateş sunuyor
ve eski kitaptan çıkıp başka bir anlam
oldukları gibi oluşlarını da beraberlerinde taşıyarak
çoook eski bir kitapta, ısınsın diye
masalı tetikliyor
ama yine de olduklarının ötesine taşan bir başka masal oluyor.
öbürü, henüz yanına gelmemiş olanı çağırıyor:
masal mıydılar, soruyor...
maaaasssssssaaaaallllllllllllllll...
vii
dünya ne ki sevgilim,
benim sana yaptığım kubbe yanında?
düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda.
her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
yoluna baş koymak diyoruz
biz barbarlar buna
viii
kırdım, evet, o yalan mekânı kırdım
çıksın diye ortaya
çırrrrrrrrıııllçıpplaaaaaaak:
sen benim yuvamsın,
yuvanım ben senin.
ix
beni bilmediğim bir dünyaya attı..
bir cümlem yok darrrrrğğmadaaaaaaanıım, bundan.
bir düşümüz vardı, "birlikte yaşamak" koymuştuk adını,
çok acıyor, belki bundan. aşkî bir cümle mi bekliyorsun benden.
beklemeeeeeeeee.
mutfakta reçel yapan iki kadın. kırmızı biberleri filan.
rüzgâr alan biraz tepe bir yer. bakınca, iki yandan da
uffffffffffffuk filan.
dünya yuvarlak değil de hafif elipsmiş gibi.
kaldı ki iki kadın, dünyanın yuvarlağını zaten anlamayan.
böyle. kendime inandığım gibi inanmıştım ona da.
aşk olanın ötesinde bir aşktan söz etmek, aaaaaaah
bir inançtı desem.
bu kadar dağılmam kendimi şimdi
bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetmem, bundan.
ne söylememi bekliyorsun
hava aldıkça sızlayan bir diş var içimde.
susmam bundan, konuşmam bundan.
ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
insan olmuştum ilk o zaman.
ya da bozmuşlardı beni yenidoğandan.
kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
ölünmüyordu, hatırladım.
ölünmüyoooooorrrrrrrrrrdu.
xi
acı çekerken de adil ol, diyor bana.
adil ol. sen değil misin inanan
hayatın büyük bir kader olduğuna,
kaderi yönlendirmek bile o büyük kader'in
içindedir filllllllllllan.
o yüzden şimdi adil ol.
sus. söyleme böyle şeyler! adil ol.
inanmıyorsun değil mi?
beni bilmediğim bir dünyaya attı,
diyyyyyyyorum.
diyorum ki,
sözde kalıyor her şey. sözzzzzzzzde kalıyor.
bir de bana adil ol, diyorsun.
x
ey duymayan insanı,
ey hayat dedikleri büyük kusur.
...
ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?
hani adalet?
bir kasım'dan öteki kasım'a
bir yanım kör bir yanım sağır.
xiii
darmadağınım.
darmadağğğnıııımmmm ve
hepsi burada; aprın çor tigin
haşim, kadı burhaneddin
hepsi burada, kör, topal, haşin
bağğğğrrrrıyorlar:
bırak soğusun,
bırrrak soğusssuuun
bırak soğusun parçaların
tekrar bitiştiğinde
başka bir şey olacaksın.
xv
ben başka bir şey olmak istememmm
istemedim başka şey.
sabırla sevgilim sabırla
acılarımız eşitlensin bu şehirde
diye diye.
bu şehirde etten geçip kalbe erişene
dek sabırla. tek, sabırla.
kaç kişi var bu şehirde
ruhunu sana kubbe,
kubbeeeeeeeeeeeeeeeee
etmiş!
xiv
büyük keder içerirmiş, gördüm, anladım
etten geçip aşka varanın sevgisi.
bunun yanında sevgilim bunun yanında
etin ihaneti, kısaca
hiçbir şeydir.
xii
şimdi bir masaldan bir peri
sessizce dinlesin beni,
alsın yorgun başımı
alsın cümlemi
usulca kalbine koysun.
benim cümle taşıyacak halim
yooooooğğğğğğğ.
xxxi
katlanan, insanın birbirine yapışan yaralarından
bir yuva inşa etmektir aşk da, varla yok arasından
ve ahşabı kemiren de ahşaba dahildir,
değil dışarıdan.
beyhude insanın yuva arayışı ama
yine de yuva arar insan.
dışarısı sevgilim, dışarısı senin
kendini sürekli kaçak kılacağın yollardan başka nedir?
yollar ki hep gider, hep yatay.
ah ben bu kubbe fikrine o yüzden
takılmışım; kubbe ki yüzseksen derece bir şey,
büyük bir arzuyla mümkün.
gayret'in bildiğimiz ve unuttuğumuz anlamıyla örülen.
xvi
in ordan, in ordan
innnnnnnnn, diyor bana
zamanın ensesinden.
ey adalet'ten söz eden zalim
şimdi bi dur, düşün:
ev ki, en büyük mahremiyetti
kimdi vuran, kimi, en mahreminden?
varla yok arasındayım
varla yok arasındayım
hep, varla yok arasındaydım.
zaten.
ben bilmedim ki
niye teyelliyim, niye?
varla yok arasında
varla yok arasında
elimde bir kırık testi
elimde bir kırık testi
nereye bırakayım!
xx
gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
xxi
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu semâ sensin. dönnnnnnnnn
düğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.
xxxv
onu, sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
bırak gitsin.
o senin ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin.
xxii
günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zamana baktım.
bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
azaldığında sızı, iyileştiğimde,
o saman tadıyla karıştığında;
her şey daha acı olacak.
xxxiii
ne sanıyorsun?
ne sanıyorsun?
benim olan artın
senin de kaderin:
dağbaşı,
oradaki yaralı ıssızlık
xxiii
biz iyileşemeyiz diyor ilhan
biz iyileşemeyiz bunu bil, diyor,
biliyordum: ağırdı
biliyordum: çok ağrıdı
biliyordum: adım adım
...
ben seninle sevgilim
mutsuz ama bahtiyardım.
xxiv
bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer
birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
tek
bıraktın.
benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var!
xxv
evet kara bir ömür bu benimki.
kara bir toprak.
gerçekle değil, hakikatle değil,
kalbimin aklıyla kurduğum
kara bir ömür.
yalnız değilim, biliyorum
binlercesi var, onbinlercesi vardı.
kara bir ömürle buradan geçen.
sen bundan böyle
gerçeğin yan yana getirilmiş
yamalarıyla yaşayacaksın.
ben çoktan çıvdırılmış bir şeydim
sevgilim.
xxvii
gözlerimde bir çita oturuyor birazdan deppppp
parrrrrrrrrrrrrrrrrr.
içimdeki çilekeş fuji'yi tırmanıyor sana
eski bir mektuptan gözlerime yağma
dünyanın bütün neonları yanıyor sönüyor
ve bir fotoğraf iki jiletle paramparça.
bir su aygırı kadar yaralıyım dünyadan
anlıyor musun?
içimde uzağa bakan bir zürafa var
hayat orda burda her yerde kaynıyor.
birazdan öleceğim, içeceğim su nerde?
xxx
kar şiddetle rüzgârla büyük bir kırgınlıkla
vardı gece yarısı dağlarına. gelemem artık yanına.
ben kaybettiğime ağlayayım sen kaybettiğine ağla.
xxviii
ömrümü adadımdı.
elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
o yüzden büyük yaram
o yüzden büyük öfkem
o yüzden dinmiyor
içimde hepsi, hıncahınç.
hıncahıııııııııııınnnnnnç.
xxvi
o kadar uzun yol geldik ki seninle
şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
nasıl yürüyeceğiz?
(biz seninle yoldayken
yanımızdan ovalar, ağaçlar; titreşen
rüzgârlar akmıştı. bir yolumuz olduğunu,
yol kazılarını, yol yorgunluğunu
o zamanlar biliyor muyduk?)
xxxii
ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
duymadın mı, çok söyledim?
o uzun gurbette,
ben senin "adalet" diye diye nasıl unufak olduğunu
gördüm.
göre göre, duya duya
yine de bigâne olarak her şeye.
bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede yaşadım.
tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?
adaletin içinde bir zalim oturur.
xxix
sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda
sen beni kızını çok seven
bir anne olarak hatırla.
ben ki hiç kavuşamamıştım sana.
xxxxii
ve huzurla, içerde bir yumuşak ışık
dışarda dağların etrafını saran kızıllık vardı.
durmak için dünyanın dışında iyi bir sebep
ve bir ana enstrüman;
incecik bir müzikle piyanonun tuşlarına vuran.
yüzünde yeryüzünü gördüğüme duyduğum bir şükran.
her şeyin sertliğini gömen ve uyutan bir kış,
san ki, de ki grand teton'a kar yağdı.
o karın ortasında önümüzden bir nehir
karla karışık akardı.
fazla insansın sen sevgilim fazla insan
bir barbarım ben oysa, bir hayvan
dilim bağışlamaktan söz eder benim
seninki adalet ve intikam.
söylemeye gerek var mı sevgilim
söylemeye gerek var mı şimdi
yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
klimanjaro'nun karları sevgilim
klimanjaro'nun karları
innnnniiiiiiyor aşağı.
xxxiv
birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellat.
ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
bozulsun diye im
her ateş önce kendi yanını yoklar sevgilim.
bundan böyle ne vakit bir yangından artakalan
isle kararmış bir şair gölgesi görsen
başıboş, duran, susan, içinden yanan:
ya da bir kızkardeş, ağlayan kekliğine,
uzak ve göğsünde klarnet sesiyle dolaşan.
xxxvi
bunca zaman sonra, neden ona dokunmadığımı
neden çekmediğimi silahlarımı kınından
olanı biteni kalbime koyup kendimi çektiğimi
soruyorsan...
dokunmadıysam tek bir sebepledir...
bir barbar ancak eşitine dokunur.
xxxvii
akan sokaklarda yan yatmış otlara benziyorum
rüzgârla yana savrulan dallara.
aşk için ihanetle vuran aşk aşkm'ôla?
ah ciğerimin köşesi, kavrula kavrula
kopuyor gönülbağım, sen bağla.
xxxxi
bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
görmeli, eline almalı, sıvazlamalıydın, öğretemeden
yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
onaramazdım kırdığım yerleri
onaramazdın kırdığın yerleri.
son bir nefesle sana sarıldımdı.
en acısı buydu.
en acısı buydu.
xxxix
aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir
ben bir divan şairi değilim ki sevgilim
sana bercesteler düzeyim
yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.
ben bu çıldırmış vaktin, ben bu yılan zamanının
paramparça edilmiş şairiyim. ne diyeyim!
yine de içimde, çok eskiden kalma bir
ya leyl... ya leyyyllllllllllllle.
bir çöl gecesine ismini bırakayım.
xxxviii
bir dalda iki kiraz gibi
aşk ile öfke arasında
yanayana.
dursun bu aşk. aşk, mola!
ey yaban!
ayaklanacağım
ayaklanacağım!
dizlerimin bağını bağla.
xxxx
sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.
bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.
ve say, geriye doğru, tek tek
sende kalsın şimdi al bu taşlar.
Derine, hep derine kazıyoruz
Nerede çağımızın o
Altın kalbi
çağımızın altın kalbini arıyoruz
üzerimizde ağır bir yeryüzü.
Gökyüzünden uzakta
çok uzakta.
Derine, hep derine kazıyoruz
Madencileriz biz.
Devrimcileriz biz.
Patlarız volkan gibi
çağ yenmeyecek bizi
Yorgun değiliz.
Bağdatl'ıyız, bağdat'tayız, bağdat'lıyız
Bağdat'ta düşünce bombalar adımız meçhule kalır.
Adımız meçhul.
Yanar kavrulur bedenimiz sevdiklerimiz.
Yanar kavrulur.
Külümüz kalır geriye rüzgarda savrulur
Sözümüz kalır.
Bir de öfkemiz, birde öfkemiz, birde öfkemiz
öfkeliyiz.
Kül savrulur, söz kalır, öfke büyür
Büyüyor
Bağdat'lıyız, bağdat'tayız, dünyanın her yanındayız
Bu kan denizinin dalgalarıyla
Yankileri boğacağız
Bağdat'lıyız, bağdat'tayız, bağdat'tayız, her yandayız.
Geçit yok, isyan var emperyalizme karşı
Katlettiğin yetti artık, yetti artık, yetti
Geçit yok, isyan var emperyalizme karşı
Söndürdüğün ocaklar yetti artık, yetti, yetti
Yetmez artık
Bombaların durduramaz bu seli
Sorulacak bir hesap var
Yetti artık yetti
Atılan bombanın bir hesabı olacak
Olmalı.
Yetti artık, yetti
Bu hesap vakti geldi.
Bombalanan topraklarda yakılan hayatların
Söyleyecekleri bitmedi daha
Bitmeyecek
Bombalanan insanlarımız adına da
Haykırıyoruz bir kez daha
Katil amerika
önce gürleyen sesimiz kovar yankeeleri.
Sonra biz
Bombalanan topraklarda yakılan halkların
Soracakları hesap bitmedi daha
Bitmeyecek.
Geçit yok amerika'ya.
Buralarda biz varız heyy.
Türküz kürdüz arabız biz.
Sömürü, işgal, istila varsa
Ya istiklal ya ölüm diyenler de vardı
Varlar, va rolacaklar hey.
Biz varken, geçit yok amerika'ya
Buralarda biz varız
Halkız biz
Sömürü işgal istila varsa
Kurtuluş kavgası olacaktır
Biz halkız
Bağdat yanan çocuk çığlık çığlığa.
çığlık dicle'ye, nehir denize
Denizler dalgalı mahir'ce meydanlarda.
Vurun dalgalar made in usa kıyılara
Yükselin denizler.
Meydanları sel alsın
Boğulup gitsin bu yankiler coni'siyle toni'siyle
Bağdat'lı çocuğun çığlığı meydanlarda
öfke dolu bir haykırış, bir taş, bir ateş
Ki hıncımız yanan çocukların acısı kadar büyük
Kim yaktı bağdat'lı bebeleri böyle?
Hangi alçak çıkarlar için yüksek teknolojiyle?
Yaktılar, yıktılar, bombaladılar biliyoruz
Biliyoruz suç kesin.
Suçlu malum emperyalizm
Gereği düşünüldü
"Iyi halsiz" katillere adil olmaktır en büyük ceza.
Bağdat ta yanan çocukların acısı kadar
Acımasız olacağız kovboylara
Bağdat'ta yananların ahı kadar
Adaletli olacağız.
geri dönüyorum ve kumsalda hala
denizin izleri,
dalga ise geri çekilmekte.
ve deniz yolculuğuna çıkarıyor beni
ve selamlıyorum kıyıları ve renkleri,
uçup gidiyorum ölmekte olan tatlı
gün batımına,
seninle birlikte, deniz,
gececi sonumun
açık saati.
Her kes payına düşeni alıp giderken.
Bütün kimsesizliğimle,
Bütün çaresizliğimle,
Bütün çıplaklığımla,
kalıyordum karanlığın koynunda; Üşüyordum,
Tepeden tırnağa buz kesiyordu yalnızlık
Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyleyemez hande-i hürrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
inleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu’unun fili mi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer,
ibret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan.
Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan,
Önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da’vadan
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Ma’rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder, efsane-i Âdem de geçer.
Serseri Neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi’ gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.