günün şiiri

entry3079 galeri300 video20 ses2
    2838.
  1. uzun vâdede emel
    ecel önünde tuzak
    fısıltısı şeytanın
    daha menzilin uzak

    biliyor biliyorum
    doğmamış çocuk ölür
    dudaklar ayrı söyler
    bacaklar başka yürür

    tek perdelik bu oyun
    dünya rolüne soyun
    ferman gelince Haktan
    tabut içine koyun.

    salih mirzabeyoğlu - kayan yıldız sırrı
    0 ...
  2. 2837.
  3. SENSiZ

    Sensiz de denizi seyredebiliyorum.
    Hem dalgaların dili seninkinden açık.
    Ne kadar hatırlatsan kendini boş.
    Sensiz de seni sevebiliyorum.

    Hep boş konuşurduk hatırlar mısın, bula bula,
    Karşılaştığımız zamanlarda.
    Sen, sevgiden şımaran çocuk,
    Ben şaşıran budala.

    Özdemir Asaf
    0 ...
  4. 2836.
  5. -okuyucuya-

    idrak konforu şiir zevke ifade imkân
    size kiraya verdim bu haneyi tüttürün
    umarım ki sevilir ucuz sunduğum mekan
    güzel güzel yerleşin berbat olmasın mülküm.

    salih mirzabeyoğlu
    0 ...
  6. 2835.
  7. paslı bir hançer yarası gibi,
    belki aşk, belki korku, hep soru,
    işliyor derine derine...
    orası onun bileceği iş!...

    ya ben kimim, ya ben?
    burası sizin bileceğiniz iş!
    eğlence değil, düşünce diliyorum;
    haydi iyi düşünceler!...

    salih mirzabeyoğlu - gölgeler
    0 ...
  8. 2834.
  9. donanma sandala indi yürekte
    dizili forsalar çekmez kürekte
    devler vardı devler gayesi allah
    arkası cüce dünyalık emekte

    düşün tufan kadar eskiyi halde
    yürüyen cesetler mezardan kaçkın
    gizli şeytan eli açık her halde
    olup bitene bak hayali aşkın

    örtülen kapı sımsıkı pencere
    yükselen sularda durulmaz çare
    neyi kurtarıyorsun vakit varken
    yetiş kalkan bu gemi en son çare

    üstünde olsa da bin parmak izi
    sinsi tesirlerin açık ve gizli
    yağmurda yıkanmak var rahmetin
    gözlerin görürse tuttuğum izi

    salih mirzabeyoğlu - kayan yıldız sırrı
    0 ...
  10. 2833.
  11. bir bir birilerine
    bakar bakar dururum
    bir bir birilerine
    bakar bakar dururum
    0 ...
  12. 2832.
  13. bu gömlek bana uymaz
    çelimsizim devasa marketlerinizde
    yalnızım da çok
    bataklığın kenarında salaş salaş bir meyhane gibiyim...

    Ahmet Erhan
    0 ...
  14. 2831.
  15. kavruk nesil içinden hesap dışı bir kaza
    söyle aç gözlü ruhum neden kanmazsın aza
    panayır soytarısı geçer akçe tipidir
    kıvırmayı bilmeyen sensin kendine ceza

    ( kayan yıldız sırrı )
    0 ...
  16. 2830.
  17. Sensizliğe merhaba diyince,
    Çaresizliğin kapıları aralanır sevgili.
    Hiç olmamış, doğmamış gibi.
    Yanıbaşında duyduğum kokunu,
    Uzaklarda hatırlamanın acısı ve sancısını,
    Gün doğar sessizce, gece çöker sensizce.
    Birlikte bir acı kahvenin tebessümü olsaydı,
    Gece gelseydi bizimle, sabaha nazır alacakaranlığın koynunda.
    Uykuya dalsam zorda olsa..
    Gülüşler manasız sevgili,
    Yalnızlığın binbir türlü prensibi,
    Allah var gam yok desek bile,
    Sen yoksun dert çok sevgili.
    Sevdiğin şarkıları açıp, gözlerimi kapatınca,
    Biriktirip gittiğim anılar canlanır gözümde.
    Kendimi arayıp bulamadığım bu koca şehirde,
    Kendimi adadım beni ben yapan her değere.
    Sensiz bir hafta sonu kahvesi,
    Zift oldu geçti boğazımdan.
    Yutkunur sonra, gözler hakim olsun diye kendine.
    Dilim damağım kurur,
    Yine tesellim sen varsın diye.
    0 ...
  18. 2829.
  19. ne acı, kaybetmek için sahiplik!
    ölümlüyü sevmek, ne korkulu iş!..
    hayat mı, püf desen kopacak iplik,
    çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş.
    nfk
    0 ...
  20. 2828.
  21. Hazindir kırmızı ve sonu,
    Atılmış parçalar ölü ispinozlardan.
    Yolsuz bir kenara vurur saat
    Çevriliriz çevirirken hayatımızı.

    Kursak boş, beyin kurak,
    Ağızlar kireç kuyusunda
    ve sönmüşlük yayılmış her yana.
    Hiç istenmeden kaçmış gitmiş
    değnek soylu kılan hayatımızı.

    Artık eşlenmeyecek açıklıklar
    ve dul pencereler,
    Kızıl bir göl üzerinde
    dondu yıldızlar.

    (bkz: Nilgün marmara)
    2 ...
  22. 2827.
  23. yazmak

    ya yürekten gelince yazacaksın
    ya yazarken yürekten gelecek
    - “aşk olmadan meşk olmaz!”
    meşka –farkedip ayırmak- olur mu sanırsın?

    ayak ucunda ölüm – mazi ardında külün
    yele gidecek harmanın – ömrün
    hazır mısın?

    sen bal yapacaksın alem yiyecek
    hissene düşen zehirli bir lokma
    hep taze
    var mısın?

    yeni kıymetler icâd edenlerin
    etrafında döner dünya – gerçek
    ama kurnazların etrafında döner çoğu zaman
    halk ve şan – böyledir
    yalancı dünyanın gidişi
    hasad ötede
    yazar mısın?

    salih mirzabeyoğlu - münşeat
    0 ...
  24. 2826.
  25. 2825.
  26. Üç kez seni seviyorum diye uyandım
    Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
    Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

    Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

    Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
    Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
    -Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

    Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

    Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
    Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
    Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

    Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.

    ilhan Berk
    1 ...
  27. 2824.
  28. Ayrılık Sevdaya Dahil

    açılmış sarmaşık gülleri
    kokularıyla baygın
    en görkemli saatinde yıldız alacasının
    gizli bir yılan gibi yuvalanmış
    içimde keder
    uzak bir telefonda ağlayan
    yağmurlu genç kadın

    rüzgâr
    uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
    mor kıvılcımlar geçiyor
    dağınık yalnızlığımdan
    onu çok arıyorum onu çok arıyorum
    heryerinde vücudumun
    ağır yanık sızıları
    bir yerlere yıldırım düşüyorum
    ayrılığımızı hissettiğim an
    demirler eriyor hırsımdan

    ay ışığına batmış
    karabiber ağaçları
    gümüş tozu
    gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
    yaseminler unutulmuş
    tedirgin gülümser
    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
    çünkü ayrılık da sevdâya dahil
    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
    hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
    her an ötekisiyle birlikte
    herşey onunla ilgili

    telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
    gittikçe genişleyen
    yakılmış ot kokusu
    yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
    yansımalar tutmuş bütün sâhili
    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
    öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
    çünkü ayrılık da sevdâya dahil
    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

    yalnızlık
    hızla alçalan bulutlar
    karanlık bir ağırlık
    hava ağır toprak ağır yaprak ağır
    su tozları yağıyor üstümüze
    özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
    eflatuna çalar puslu lacivert
    bir sis kuşattı ormanı
    karanlık çöktü denize
    yalnızlık
    çakmak taşı gibi sert
    elmas gibi keskin
    ne yanına dönsen bir yerin kesilir
    fenâ kan kaybedersin
    kapını bir çalan olmadı mı hele
    elini bir tutan
    bilekleri bembeyaz kuğu boynu
    parmakları uzun ve ince
    sımsıcak bakışları suç ortağı
    kaçamak gülüşleri gizlice
    yalnızların en büyük sorunu
    tek başına özgürlük ne işe yarayacak
    bir türlü çözemedikleri bu
    ölü bir gezegenin
    soğuk tenhalığına
    benzemesin diye
    özgürlük mutlaka paylaşılacak
    suç ortağı bir sevgiliyle

    sanmıştık ki ikimiz
    yeryüzünde ancak
    birbirimiz için varız
    ikimiz sanmıştık ki
    tek kişilik bir yalnızlığa bile
    rahatça sığarız
    hiç yanılmamışız
    her an düşüp düşüp
    kristal bir bardak gibi
    tuz parça kırılsak da
    hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
    hâlâ kıpkızıl gülümseyen
    -sanki ateşten bir tebessüm-
    zehir zemberek aşkımız.
    1 ...
  29. 2823.
  30. Birhan Keskin - Taş parçaları

    iii

    madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
    al bu taşlar senin olsun... o halde ve bundan böyle
    bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
    boşluğa bağırsınlar, birlikte;
    kan kusacağız.
    kan kusacağız.
    madem dünya bunca zalim
    madem yakışmıyor kalbimize.

    bütün davullar gümlesin
    boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
    boşluğa böğüreni
    vursunnnn.

    bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
    dünya görsün.

    iv

    her kezim ben
    küle ne öğretebilirse hayat
    onu öğretti bana da.

    (...)
    ben külün içinde çok uyumuşum.
    ben külün içinde çok uyudum.
    ben külün içinde çok uyudum.

    ii

    içerde tıkanan çığlık dışarda inliyor
    sabaha karşı
    uyku kabul etmiyor beni
    dışardan bir yerden uzuuuuunnnnuzun
    bir inilti kopuyor.
    içimde zulmün duvarları.
    uykuuuuuuuu
    alsana beni koynuna.

    kalktığımda,
    banyoya seyirttiğimde gözümden sesler boşanıyor.
    içerde,
    sonra bu sessizce akan yaşlar senin, diyor. içimin duvarlarında
    bu taşlar oturuyor,
    çıkaramadığım bir ses var, benden onu çıkarıyor,
    taşın sessizliğinde:
    kalın, ilkel, boşluğa doğru, gecenin kovuğundan
    dışşşşarı doğğğruuuu:

    seni bu yalan dünyaya saldım sonunda
    acıyor çooooooookkkkkkkkkkkkk
    vi

    ben seni hep sevgilim ben seni hep
    yüzünden geçen dalgalardan okudum.
    gözlerine sevgi okudum ellerine şefkat okudum
    annen seni inkâr etmişti
    aldım etime dokudum.

    v

    yanmamı bekleme benden
    ben ne çok yandım, biliyorsun.
    yanamam ben yanamam
    yanamam küllerim uçuyor.
    rüyamda sapladığın jiletler etimde
    kanamıyor acımıyor.
    acımıyor
    bu dünya buz, bu buz
    zzzzzzzzzzzda
    hiçbir şey acımıyor.

    bunlar yalan,
    yalan söylediklerim
    yalan söylediklerin
    bunlar sadece dünyaya yakışıyor.

    küldüm ben zaten
    küldüm zaten küldüm zaaaateeeen
    kalmışsa eğer
    külün içinde şimdi insanım
    uyanıyor.

    dünya görsün şimdi.
    bembeyazzzz
    dünya.
    yoluna baş koyup buzzzdaaaaaaa
    kan kusanı.

    i

    tek tek dururken onlar
    öbürü henüz yanına gelmemiş olanı çağırıyor:
    o ikisi yan yana, alt alta geldiklerinde
    dünya böylece daha geniş oluyor.
    biri ötekine ateş sunuyor
    ve eski kitaptan çıkıp başka bir anlam
    oldukları gibi oluşlarını da beraberlerinde taşıyarak
    çoook eski bir kitapta, ısınsın diye
    masalı tetikliyor
    ama yine de olduklarının ötesine taşan bir başka masal oluyor.
    öbürü, henüz yanına gelmemiş olanı çağırıyor:
    masal mıydılar, soruyor...
    maaaasssssssaaaaallllllllllllllll...

    vii

    dünya ne ki sevgilim,
    benim sana yaptığım kubbe yanında?
    düşsün, olsun, bırak,
    içinde yıldızlar patlıyor.
    kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
    ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda.
    her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
    yoluna baş koymak diyoruz
    biz barbarlar buna

    viii

    kırdım, evet, o yalan mekânı kırdım
    çıksın diye ortaya
    çırrrrrrrrıııllçıpplaaaaaaak:

    sen benim yuvamsın,
    yuvanım ben senin.

    ix

    beni bilmediğim bir dünyaya attı..

    bir cümlem yok darrrrrğğmadaaaaaaanıım, bundan.

    bir düşümüz vardı, "birlikte yaşamak" koymuştuk adını,
    çok acıyor, belki bundan. aşkî bir cümle mi bekliyorsun benden.
    beklemeeeeeeeee.
    mutfakta reçel yapan iki kadın. kırmızı biberleri filan.
    rüzgâr alan biraz tepe bir yer. bakınca, iki yandan da
    uffffffffffffuk filan.
    dünya yuvarlak değil de hafif elipsmiş gibi.
    kaldı ki iki kadın, dünyanın yuvarlağını zaten anlamayan.
    böyle. kendime inandığım gibi inanmıştım ona da.
    aşk olanın ötesinde bir aşktan söz etmek, aaaaaaah
    bir inançtı desem.
    bu kadar dağılmam kendimi şimdi
    bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetmem, bundan.
    ne söylememi bekliyorsun
    hava aldıkça sızlayan bir diş var içimde.
    susmam bundan, konuşmam bundan.
    ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
    insan olmuştum ilk o zaman.
    ya da bozmuşlardı beni yenidoğandan.
    kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
    ölünmüyordu, hatırladım.
    ölünmüyoooooorrrrrrrrrrdu.

    xi

    acı çekerken de adil ol, diyor bana.
    adil ol. sen değil misin inanan
    hayatın büyük bir kader olduğuna,
    kaderi yönlendirmek bile o büyük kader'in
    içindedir filllllllllllan.
    o yüzden şimdi adil ol.
    sus. söyleme böyle şeyler! adil ol.

    inanmıyorsun değil mi?
    beni bilmediğim bir dünyaya attı,
    diyyyyyyyorum.

    diyorum ki,
    sözde kalıyor her şey. sözzzzzzzzde kalıyor.
    bir de bana adil ol, diyorsun.

    x

    ey duymayan insanı,
    ey hayat dedikleri büyük kusur.
    ...

    ey kimselere değişmediğim
    ayrılığın neden bunca ağır?

    hani adalet?
    bir kasım'dan öteki kasım'a
    bir yanım kör bir yanım sağır.

    xiii

    darmadağınım.
    darmadağğğnıııımmmm ve
    hepsi burada; aprın çor tigin
    haşim, kadı burhaneddin
    hepsi burada, kör, topal, haşin
    bağğğğrrrrıyorlar:
    bırak soğusun,
    bırrrak soğusssuuun
    bırak soğusun parçaların
    tekrar bitiştiğinde
    başka bir şey olacaksın.

    xv

    ben başka bir şey olmak istememmm
    istemedim başka şey.

    sabırla sevgilim sabırla
    acılarımız eşitlensin bu şehirde
    diye diye.
    bu şehirde etten geçip kalbe erişene
    dek sabırla. tek, sabırla.

    kaç kişi var bu şehirde
    ruhunu sana kubbe,
    kubbeeeeeeeeeeeeeeeee
    etmiş!

    xiv

    büyük keder içerirmiş, gördüm, anladım
    etten geçip aşka varanın sevgisi.
    bunun yanında sevgilim bunun yanında
    etin ihaneti, kısaca
    hiçbir şeydir.

    xii

    şimdi bir masaldan bir peri
    sessizce dinlesin beni,
    alsın yorgun başımı

    alsın cümlemi
    usulca kalbine koysun.

    benim cümle taşıyacak halim
    yooooooğğğğğğğ.

    xxxi

    katlanan, insanın birbirine yapışan yaralarından
    bir yuva inşa etmektir aşk da, varla yok arasından
    ve ahşabı kemiren de ahşaba dahildir,
    değil dışarıdan.
    beyhude insanın yuva arayışı ama
    yine de yuva arar insan.

    dışarısı sevgilim, dışarısı senin
    kendini sürekli kaçak kılacağın yollardan başka nedir?
    yollar ki hep gider, hep yatay.
    ah ben bu kubbe fikrine o yüzden
    takılmışım; kubbe ki yüzseksen derece bir şey,
    büyük bir arzuyla mümkün.
    gayret'in bildiğimiz ve unuttuğumuz anlamıyla örülen.

    xvi

    in ordan, in ordan
    innnnnnnnn, diyor bana
    zamanın ensesinden.

    ey adalet'ten söz eden zalim
    şimdi bi dur, düşün:
    ev ki, en büyük mahremiyetti
    kimdi vuran, kimi, en mahreminden?

    xviii

    en acısını sevgilim en acısını
    tadayım istedin:

    en acısı buydu

    xvii

    omurgamı aldın benim.
    omurgamı aldın.
    omurgamı aldın.
    omurgamı.

    niye?

    xix

    varla yok arasındayım
    varla yok arasındayım
    hep, varla yok arasındaydım.
    zaten.
    ben bilmedim ki
    niye teyelliyim, niye?

    varla yok arasında
    varla yok arasında
    elimde bir kırık testi

    elimde bir kırık testi
    nereye bırakayım!

    xx

    gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
    yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
    ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.

    bilemem, belki bu yüzden
    ben sana yanlış bir yerden edilmiş
    bir büyük yemin gibiydim.
    beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
    yine de döneyim döneyim istedim.

    xxi

    ah benim sesimle
    söylesem de, inanmazlar
    benzemiyor çünkü bir dile.

    döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
    döndüğüm bu semâ sensin. dönnnnnnnnn
    düğüm.

    sen benim kara ömrüme vuran
    suyumu harelendiren sevincimdin.

    xxxv

    onu, sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
    titreme daha fazla kalbim.

    bağışla kendini artık onu da
    bırak gitsin.
    bırak gitsin.

    o senin ezel gününden kaderin
    sen onu nasılsa bin kere daha
    seveceksin.

    xxii

    günler öylece kendi kendine geçsin diye
    bir camın arkasında durdum
    bana dokunmasın hiçbir şey
    hiçbir şey yarama merhem olmasın
    iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
    bir camın arkasında durup
    akan hayata ve zamana baktım.

    bilirdim, biliyordum, biliyorum,
    bittiğinde, geçtiğinde,
    azaldığında sızı, iyileştiğimde,
    o saman tadıyla karıştığında;
    her şey daha acı olacak.

    xxxiii

    ne sanıyorsun?
    ne sanıyorsun?
    benim olan artın
    senin de kaderin:

    dağbaşı,
    oradaki yaralı ıssızlık
    xxiii

    biz iyileşemeyiz diyor ilhan
    biz iyileşemeyiz bunu bil, diyor,
    biliyordum: ağırdı
    biliyordum: çok ağrıdı
    biliyordum: adım adım
    ...

    ben seninle sevgilim
    mutsuz ama bahtiyardım.

    xxiv

    bir masal
    bir taş ağırlığında olabilir mi?
    olurmuş meğer

    birlikte bir masala inanmak istedim
    ben seninle, sadece bu.
    sen beni tek
    tek
    tek
    bıraktın.

    benim artık taş taşıyacak,
    taş kaldıracak, taş atacak
    halim mi var!

    xxv

    evet kara bir ömür bu benimki.
    kara bir toprak.
    gerçekle değil, hakikatle değil,
    kalbimin aklıyla kurduğum
    kara bir ömür.

    yalnız değilim, biliyorum
    binlercesi var, onbinlercesi vardı.
    kara bir ömürle buradan geçen.

    sen bundan böyle
    gerçeğin yan yana getirilmiş
    yamalarıyla yaşayacaksın.
    ben çoktan çıvdırılmış bir şeydim
    sevgilim.

    xxvii

    gözlerimde bir çita oturuyor birazdan deppppp
    parrrrrrrrrrrrrrrrrr.

    içimdeki çilekeş fuji'yi tırmanıyor sana
    eski bir mektuptan gözlerime yağma
    dünyanın bütün neonları yanıyor sönüyor
    ve bir fotoğraf iki jiletle paramparça.

    bir su aygırı kadar yaralıyım dünyadan
    anlıyor musun?
    içimde uzağa bakan bir zürafa var
    hayat orda burda her yerde kaynıyor.

    birazdan öleceğim, içeceğim su nerde?

    xxx

    kar şiddetle rüzgârla büyük bir kırgınlıkla
    vardı gece yarısı dağlarına. gelemem artık yanına.
    ben kaybettiğime ağlayayım sen kaybettiğine ağla.

    xxviii

    ömrümü adadımdı.
    elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
    adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
    o yüzden büyük yaram
    o yüzden büyük öfkem
    o yüzden dinmiyor
    içimde hepsi, hıncahınç.

    hıncahıııııııııııınnnnnnç.

    xxvi

    o kadar uzun yol geldik ki seninle
    şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
    nasıl yürüyeceğiz?

    (biz seninle yoldayken
    yanımızdan ovalar, ağaçlar; titreşen
    rüzgârlar akmıştı. bir yolumuz olduğunu,
    yol kazılarını, yol yorgunluğunu
    o zamanlar biliyor muyduk?)

    xxxii

    ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
    duymadın mı, çok söyledim?
    o uzun gurbette,
    ben senin "adalet" diye diye nasıl unufak olduğunu
    gördüm.
    göre göre, duya duya
    yine de bigâne olarak her şeye.

    bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
    kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede yaşadım.

    tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?

    adaletin içinde bir zalim oturur.

    xxix

    sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda
    sen beni kızını çok seven
    bir anne olarak hatırla.

    ben ki hiç kavuşamamıştım sana.

    xxxxii

    ve huzurla, içerde bir yumuşak ışık
    dışarda dağların etrafını saran kızıllık vardı.
    durmak için dünyanın dışında iyi bir sebep
    ve bir ana enstrüman;
    incecik bir müzikle piyanonun tuşlarına vuran.
    yüzünde yeryüzünü gördüğüme duyduğum bir şükran.
    her şeyin sertliğini gömen ve uyutan bir kış,
    san ki, de ki grand teton'a kar yağdı.
    o karın ortasında önümüzden bir nehir
    karla karışık akardı.

    sarartma beni.
    sarartma beniiiiiiiiiiiii.. sarartma

    xxxxiii

    fazla insansın sen sevgilim fazla insan
    bir barbarım ben oysa, bir hayvan
    dilim bağışlamaktan söz eder benim
    seninki adalet ve intikam.

    söylemeye gerek var mı sevgilim
    söylemeye gerek var mı şimdi
    yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
    klimanjaro'nun karları sevgilim
    klimanjaro'nun karları
    innnnniiiiiiyor aşağı.

    xxxiv

    birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
    oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellat.
    ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
    bozulsun diye im
    her ateş önce kendi yanını yoklar sevgilim.

    bundan böyle ne vakit bir yangından artakalan
    isle kararmış bir şair gölgesi görsen
    başıboş, duran, susan, içinden yanan:
    ya da bir kızkardeş, ağlayan kekliğine,
    uzak ve göğsünde klarnet sesiyle dolaşan.

    xxxvi

    bunca zaman sonra, neden ona dokunmadığımı
    neden çekmediğimi silahlarımı kınından
    olanı biteni kalbime koyup kendimi çektiğimi
    soruyorsan...

    dokunmadıysam tek bir sebepledir...

    bir barbar ancak eşitine dokunur.

    xxxvii

    akan sokaklarda yan yatmış otlara benziyorum
    rüzgârla yana savrulan dallara.
    aşk için ihanetle vuran aşk aşkm'ôla?
    ah ciğerimin köşesi, kavrula kavrula
    kopuyor gönülbağım, sen bağla.

    xxxxi

    bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
    diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
    görmeli, eline almalı, sıvazlamalıydın, öğretemeden
    yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
    buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
    onaramazdım kırdığım yerleri
    onaramazdın kırdığın yerleri.

    son bir nefesle sana sarıldımdı.
    en acısı buydu.
    en acısı buydu.

    xxxix

    aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir
    ben bir divan şairi değilim ki sevgilim
    sana bercesteler düzeyim
    yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
    tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.
    ben bu çıldırmış vaktin, ben bu yılan zamanının
    paramparça edilmiş şairiyim. ne diyeyim!
    yine de içimde, çok eskiden kalma bir
    ya leyl... ya leyyyllllllllllllle.
    bir çöl gecesine ismini bırakayım.

    xxxviii

    bir dalda iki kiraz gibi
    aşk ile öfke arasında
    yanayana.
    dursun bu aşk. aşk, mola!
    ey yaban!
    ayaklanacağım
    ayaklanacağım!

    dizlerimin bağını bağla.

    xxxx

    sözde kalır sevgilim
    sözde kalır bütün sözler
    aşk çünkü, aşk çünkü kendine
    bir yol, bir ideoloji ister.

    bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
    sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
    bir tarihe başlayacaksın, orası işte
    benim tarihimle başlar.

    ve say, geriye doğru, tek tek
    sende kalsın şimdi al bu taşlar.
    1 ...
  31. 2822.
  32. Derine, hep derine kazıyoruz
    Nerede çağımızın o
    Altın kalbi
    çağımızın altın kalbini arıyoruz
    üzerimizde ağır bir yeryüzü.
    Gökyüzünden uzakta
    çok uzakta.
    Derine, hep derine kazıyoruz
    Madencileriz biz.
    Devrimcileriz biz.
    Patlarız volkan gibi
    çağ yenmeyecek bizi
    Yorgun değiliz.
    Bağdatl'ıyız, bağdat'tayız, bağdat'lıyız
    Bağdat'ta düşünce bombalar adımız meçhule kalır.
    Adımız meçhul.
    Yanar kavrulur bedenimiz sevdiklerimiz.
    Yanar kavrulur.
    Külümüz kalır geriye rüzgarda savrulur
    Sözümüz kalır.
    Bir de öfkemiz, birde öfkemiz, birde öfkemiz
    öfkeliyiz.
    Kül savrulur, söz kalır, öfke büyür
    Büyüyor
    Bağdat'lıyız, bağdat'tayız, dünyanın her yanındayız
    Bu kan denizinin dalgalarıyla
    Yankileri boğacağız
    Bağdat'lıyız, bağdat'tayız, bağdat'tayız, her yandayız.
    Geçit yok, isyan var emperyalizme karşı
    Katlettiğin yetti artık, yetti artık, yetti
    Geçit yok, isyan var emperyalizme karşı
    Söndürdüğün ocaklar yetti artık, yetti, yetti
    Yetmez artık
    Bombaların durduramaz bu seli
    Sorulacak bir hesap var
    Yetti artık yetti
    Atılan bombanın bir hesabı olacak
    Olmalı.
    Yetti artık, yetti
    Bu hesap vakti geldi.
    Bombalanan topraklarda yakılan hayatların
    Söyleyecekleri bitmedi daha
    Bitmeyecek
    Bombalanan insanlarımız adına da
    Haykırıyoruz bir kez daha
    Katil amerika
    önce gürleyen sesimiz kovar yankeeleri.
    Sonra biz
    Bombalanan topraklarda yakılan halkların
    Soracakları hesap bitmedi daha
    Bitmeyecek.
    Geçit yok amerika'ya.
    Buralarda biz varız heyy.
    Türküz kürdüz arabız biz.
    Sömürü, işgal, istila varsa
    Ya istiklal ya ölüm diyenler de vardı
    Varlar, va rolacaklar hey.
    Biz varken, geçit yok amerika'ya
    Buralarda biz varız
    Halkız biz
    Sömürü işgal istila varsa
    Kurtuluş kavgası olacaktır
    Biz halkız
    Bağdat yanan çocuk çığlık çığlığa.
    çığlık dicle'ye, nehir denize
    Denizler dalgalı mahir'ce meydanlarda.
    Vurun dalgalar made in usa kıyılara
    Yükselin denizler.
    Meydanları sel alsın
    Boğulup gitsin bu yankiler coni'siyle toni'siyle
    Bağdat'lı çocuğun çığlığı meydanlarda
    öfke dolu bir haykırış, bir taş, bir ateş
    Ki hıncımız yanan çocukların acısı kadar büyük
    Kim yaktı bağdat'lı bebeleri böyle?
    Hangi alçak çıkarlar için yüksek teknolojiyle?
    Yaktılar, yıktılar, bombaladılar biliyoruz
    Biliyoruz suç kesin.
    Suçlu malum emperyalizm
    Gereği düşünüldü
    "Iyi halsiz" katillere adil olmaktır en büyük ceza.
    Bağdat ta yanan çocukların acısı kadar
    Acımasız olacağız kovboylara
    Bağdat'ta yananların ahı kadar
    Adaletli olacağız.
    0 ...
  33. 2821.
  34. O adsız ülkeyi arayarak
    Adımı yitirmeyeliyim diyorum bense
    Ya da yeni bir ad bulmalıyım
    Çiçeklere, kuşlara, kentlere...

    Ahmet ERHAN
    1 ...
  35. 2820.
  36. geri dönüyorum ve kumsalda hala
    denizin izleri,
    dalga ise geri çekilmekte.
    ve deniz yolculuğuna çıkarıyor beni
    ve selamlıyorum kıyıları ve renkleri,
    uçup gidiyorum ölmekte olan tatlı
    gün batımına,
    seninle birlikte, deniz,
    gececi sonumun
    açık saati.

    parole - antonia pozzi.
    2 ...
  37. 2819.
  38. herhalde en sevdiğim şiir kendisi.

    ***
    FOTOĞRAF

    Durakta üç kişi
    Adam kadın ve çocuk

    Adamın elleri ceplerinde
    Kadın çocuğun elini tutmuş

    Adam hüzünlü
    Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

    Kadın güzel
    Güzel anılar gibi güzel

    Çocuk
    Güzel anılar gibi hüzünlü
    Hüzünlü şarkılar gibi güzel

    CEMAL SÜREYA
    ***
    4 ...
  39. 2818.
  40. Her kes payına düşeni alıp giderken.
    Bütün kimsesizliğimle,
    Bütün çaresizliğimle,
    Bütün çıplaklığımla,
    kalıyordum karanlığın koynunda; Üşüyordum,
    Tepeden tırnağa buz kesiyordu yalnızlık
    1 ...
  41. 2817.
  42. Seviyorum seni
    ekmeği tuza banıp yer gibi

    Geceleyin ateşler içinde uyanarak
    ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi

    Ağır posta paketini
    neyin nesi belirsiz
    telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi

    Seviyorum seni
    denizi ilk defa uçakla geçer gibi

    istanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
    içimde kımıldayan bir şeyler gibi

    Seviyorum seni
    Yaşıyoruz çok şükür der gibi.
    3 ...
  43. 2817.
  44. 2816.
  45. 2815.
  46. Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
    Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
    Gam karar eyleyemez hande-i hürrem de geçer,
    Devr-i şâdi de geçer, gussa-i matem de geçer,
    Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,
    Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
    Çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
    inleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
    Çevrilir dest-i kaderle bu şu’unun fili mi,
    Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer,
    ibret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
    Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan.
    Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan,
    Önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da’vadan
    Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
    Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe,
    Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
    Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
    Ma’rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
    Cennet iflas eder, efsane-i Âdem de geçer.
    Serseri Neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne,
    Girmemiştir bu avalim, bu bedyi’ gözüne.
    Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
    Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
    Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.

    –neyzen.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük