Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
aciyla geçtigim yoldan geçiyorsun
izlerime rastliyorsun, biraktiklarima,
orada o yolda çekmistim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarinda. izini sür yolun, acinin ormani büyütür insani
vakit genistir, ufuk sandigindan daha yakin
aciyla geçtigim yoldan geçiyorsun,
ustasi olacaksin içine gerdigin tellerin
hangi siziyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir ask, hangi sesle ölür, bileceksin. ne zamandi bilmiyorum.
yasadiklarindan sana
kalan tortu, seni oldugun yere çakan, oldugun
yerde firtina koparan korku. kendi sarmalinda
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslinda hep gidiyorsun. simdi, acinin ormanindan geçiyorsun
her sey bir daha kanasa da
ne geçtigin yola ne sana dokunabilirim ben
geç melegim, senin de sarkilarin olsun
içindeki telleri titreten.
Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki…
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Ön dişleriyle belli belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.
Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
Bir tayın dişinde ince taflan
Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
içimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi
Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi.
Biliyoruz sevgilim, şimdi
çevremizi saran şu görünüm
uyumuş gibi, ölmüş gibi;
ağaçların akıllarında bir şey kalmamış,
ve geceler çekip gitmiş unutuluşla,
kendilerini güzel kılan,
belki de ölümsüz kılan unutuluşla.
Bir akşamüstüdür şarabî
Bahçeler ve dağlar üzre hükümran;
Tam dünyayı dolaşmak saatindesin.
Ay ışığı su içer birazdan.
Kızarmış kalçalarını çanlar
Alabildiğine vurur.
Sen çocuk tulumunda
Matbaa mürekkebi
Rüsva olmuş ellerinin emeği,
Manşetlerde kilometre kilometre yalan
Sallanır durur.
Bir akşamüstüdür katil, muhteşem
Alıp götürmüşler dost dediğini
Almış rüzgârlar içini,
Ümide benzer, sevdaya benzer...
Soğuk bir namludur kör ve pusuda
Ense kökünde zulüm,
Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur
Burnun dibine hürriyet.
Seviyorum mümkün değil;
Aranızda kurşun, yasak bölge var
Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel
Kanunu yapanlar ihtiyar.
işin yaratmak ve karar vermek olduğunda,
Ey sanatçı, zamanının çoğunda kalmalısın tek başına!
Ama sıra geldiğinde yaptığının keyfine varmaya,
O zaman koşmalısın loncandakilerin yanına!
Orada bütünüyle görebilirsin baktığında,
Kendi yaşamının nasıl aktığını
Ve kimi yıllarının hasılatını
izleyebilirsin komşularının aynasında.
Tasarım ve düşünce,
Bağlantılar ve biçimleme,
Biri ötekini izleyecektir
Ve sonunda iş, kemale erecektir!
iyi buluşlar yapıp akıllı düşünmek,
Güzel biçimleyip inceliklerle yetkinleştirmek,
Böyle kazanmıştır eskiden beri
Sanatçı, o sanatla mayalanan erkini.
Doğa onca imge zenginliğiyle
Nasıl açığa vurursa tek bir Tann'yı,
Sanatın engin tarlalarında da
Tek bir sonsuz anlamdır eken toprakları.
Hakikattir bu anlamın adı,
Yalnızca güzeli seçer kendine süs diye
Ve hep çevirir bakışlarını
En aydınlık günlerin renklerine.
Nasıl bırakıyorlarsa kendilerini şairlerle
Hatipler, yazının ve şiirin dalgalarına,
Yaşamın neşeli gülleri de taptaze
Açmalıdır ressamların sehpalarında,
Kuşatılmış olarak kalabalık hemcinsleriyle
Ve yüklü sonbaharın yemişleriyle; ·
Ancak böyle dile getirilebilir titreşimlerle
Gizli yaşamın açıktaki anlamı.
Binbir çeşitlilikle ve güzel akmalı
Biçimlerden doğma biçim senin ellerinden,
Ve yaratılan her insan suretinden
Bir Tanrının dünyaya indiği anlaşılmalı.
Hangi alet olursa olsun kullanılan,
Sanki bir kardeş gibi canlandırılmalı:
Ve sunaklardan alevlenip coşan
Dumanlar, şarkılara karışmalı.
Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyalardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
içeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi
Ve sen şair, ilfilıların seçkin kulu,
Ezeli hakikatlerden söz aç!
Sanma ki ekmeği olmıyanlar
Layık değildir rübabının ilhamına,
insanlann düşmüşlüğünü ebedi sanma.
insanlann ruhundaki Tann ölmedi,
inanmış bir kalbin hıçkınklannı
Anlar bu ruh dalına.
Bir vatandaş ol! Sanatın hizmetkan,
Yakınının iyiliği için yaşa.
Ver dehanı hizmetine
Alemi kucaklıyan sevginin.
"...
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa dönemezsin
gitmek zorundasın
kovalanan bir Yahudi gibi
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
her şey çok yetersiz senin için
her şey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
..."
Gitmek mi yitmektir Kalmak mı
artık bilmiyorum.
Yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep,
Ve inançlı,
Gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
Bilemem,
Belki bu yüzden
Ben sana yanlış yerden edilmiş büyük bir yemin gibiydim.
Beni hep aynı yerinden yaralayan o eve,
Yine de döneyim, döneyim istedim.
Ah benim sesimle söylesem de inanmazlar,
Benzemiyor çünkü bir dile.
Döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm,
Döndüğüm bu sema sensin.
Sen benim kara ömrüme vuran,
Suyumu harelendiren sevincimdin.
Onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin,
Titreme daha fazla kalbim.
Bağışla kendini artık onu da,
Bırak gitsin, bırak gitsin.
O senin en ezel gününden kaderin,
Sen onu nasılsa,
Bin kere daha seveceksin.
Gitme o güzel geceye usulca
ihtiyarlık yanmalı ve saçmalamalı gün kapandığında;
öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında.
akıllı adamlar, bilmelerine rağmen karanlığa gömüleceklerini sonlarında,
sözleri şimşek çaktırmamış olduğu içindir ki onlar
gitmezler o güzel geceye usulca.
iyi insanlar, son defa ellerini sallarlar, öylesine ateşli bağırarak.
Faydasız işleri, yeşil bir koyda dans ediyor olabilir ama onlar da,
öfkelenirler, öfkelenirler ışığın ölümünün karşısında.
güneşi uçarken yakalamış olan vahşi insanlar.
ve öğrenen, çok geç, yas tuttuklarını onun yolunda,
gitmezler o güzel geceye usulca.
kör gözlerin gök taşı gibi alevlenip ve şenlenmesini
kör eden bir görme gücüyle gören ağır hasta adamalar da
öfkelenirler, öfkelenirler ışığın ölümünün karşısında.
ve sen, benim babam, hüzünlü tepede, orada
yalvarırım, lanetle ve kutsa beni şimdi acımasız göz yaşlarınla.
ama gitme o güzel geceye usulca.
öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında.
yanlızlıklarımda ağlarım,
için için ağlarım.
dertlenir dertlenir gene ağlarım.
düşlerimde bir kadın,
komodinin üzerinde bir suret.
bakar bakar ağlarım.
gümüş bir çerçeveye saklanmış.
hergün tozu alınmaktan,
rengi ağarmış.
gizli sırlar saklıyor.
karışmış renkler birbirine,
yaşananlar çerçeveden taşıyor.
hayaller anılarda yaşıyor.
etle tırnak,
ayla dünya
seninle ben
masmavi bir günde.
bir deniz kenarında.
güneş bize rehberken.
bazense ben ve sen,
romantik bir gecede,
kimi kere ormanda,
yıldızlarla beraberken.
hani o ulu meşenin altında.
neler yaşamıştık neler.
şahidimiz bazen rüzgar bazen yağmur.
saçların ıslak, yüzün mahmur.
bir gül kadar zarif,
bir heykel gibi mağrur.
bazen bir çift kuş olurduk.
yüce bir ağaç dalında.
balık olurduk kimi kere,
masmavi bir havuzda.
cenneti özlemezdik.
cennetti bize dünya.
zerafet nedir tarifi sendin.
uzandığın zaman deniz kızına benzerdin.
bir kuş gibi sekerdin.
yemyeşil çimenlerin üzerinde.
şimdiyse bir çerçevenin içindesin.
benden uzak gönlümün içindesin.
yanlızlıklarımda ağlarım.
dertlenir dertlenir gene ağlarım.
düşlerimde bir kadın.
komodinin üzerinde bir suret.
bakar bakar ağlarım.
için için ağlarım.
Burda bir dostumuz var :
Çerkeş'in
Kavak köyünden.
Büyük kitaplar gibi
içinde bir şeyler saklı.
Akıllı adamlara
ajans haberlerine
ve bilmeceye meraklı.
Adı : Yunus.
Ateşimizi yakıp
suyumuzu veriyor.
Ağaçlardan
ve günlerden konuşuyoruz.
Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri.
Şimdilik
sohbetimizde kederi :
kesilip
satılmış
bir ceviz ağacının...
Onu tanıyoruz :
avlunun içinde
kapının solundaydı.
Ve altı yaşında
dalından düştü Yunus,
topallığı ondandır.
Öküzler topalları sever,
çünkü topallar ağır yürürler.
Öküzler topalları sever,
ceviz ağaçları sevmez topalları :
çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere,
çünkü üzerlerine çıkıp
silkeleyemezler dalları.
Ceviz ağaçları sevmez topalları...
Bir acayiptir muhabbet bahsi :
mutlaka kendini dereye atmaz
sevilmeyenlerin hepsi.
insanların hünerleri çoktur :
insanlar
sevilmeden de sevmesini bilirler...
Bir acayiptir muhabbet bahsi,
bir acayiptir
ceviz ağacı ile
topal Yunus'un hikâyesi...
..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Ve Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman,
kadınlardan önce uyanırdı dalları.
Altından geçerken düşünürdü Yunus...
..... Düşünmek :
ne mukaddes bir iş
ne felâket
ne de bahtiyarlıktı,
ve ölüm :
mutlaka varılıp dönülmeyen,
fakat üzerinde düşünülmeyen
bir köydü Yunus için...
..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu,
rüzgârda konuşurdu kendi kendine,
dalları yukardan Yunus'a bakar...
..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
dünyanın yuvarlak olduğunu
ve güneşin etrafında döndüğünü
bilmiyordu Yunus.
Bunları biz anlattık ona
şaşıp kalmadı...
..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Üç kişi el ele versen
kütüğünü çeviremezdin.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Her gece altında otururdu Yunus...
..... Çinli müslümanlara,
burunları tek boynuzlu gergedanlara,
ve bir damla suda bir milyon mikroba dair
fikri yoktu Yunus'un.
Bunları bizden öğrendiği gün
hayret etmedi...
..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Toprağın içinde gider kökleri,
karanlık bir sudur tepende akar.
Her akşam altından geçerdi Yunus...
..... Bir gün ateşimizi yakıp
verirken suyumuzu :
«- Biz hizmetkârınız senin,
sen efendimizsin» - dedik.
Şaşırıp kaldı Yunus...
..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Rüzgârda konuşurdu kendi kendine.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Karanlık bir sudur tepende akar,
toprağın içinde gider kökleri,
dalları, yukardan Yunus'a bakar...
«- Köy işi zordur katiyen
vücut ezilir bir defa.
Toprağa çömelip bak dört tarafa :
bela hangi inde pusmuş
bilinir mi?
Mümkünü yok vurulsun...»
Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u...
«- Biz hiç dünyada yaşamış değiliz.
Geldik
gidiyoruz öylesine...
Tevatür güzelmiş istanbul şehri,
varıp görülmesi nasibolmadı.
Velâkin niye tiftiği yok
altmış haneden otuzunun?...»
Tiftiği yoktu Yunus'un...
«- Attığın taş
dediğin kuşu vurmuyor.
Dünya trene bindi.
Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor.
Elimiz ayağımız : öküz.
Çok zor olur öküzü satmak,
yarı ölümdür yani.
Öküz gitti mi korkulursun...»
Sattılar öküzünü Yunus'un...
«- Herhal yolların sonu göründü.
Bu olan işleri akıl almaz.
Toprak sabuna döndü
kayar insanın elinden.
Cümle mahlukatın mekânı vardır
kurdun mekânı olmaz.
Toprağın elinden kaydı mıydı
bir mekânsız kurt olursun...»
Kaydı toprağı elinden Yunus'un...
Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu.
Yunus durmadan
Yunus kaybettikçe onu düşünür,
o, bir şey isteyip, bir şey sormadan
rüzgârda konuşurdu kendi kendine...
Çocuklara ana,
tohuma toprak
ve karı lâzımdır erkek kısmına...
Bir kız kaçırdı Yunus :
Çünkü düğün pahalı
kız kaçırmak ucuz...
Fakirin karısı kavi olmaz...
Ve bir gün
Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
giderlerdi.
Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
kırmızı peştemalının içinde ölüverdi...
Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
kaldılar dünyada bir başlarına
ceviz ağacı ile Yunus.
Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a.
El toprağında ter döker oldu.
Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
uyumaz beklerdi sabaha kadar.
Yalnızlık umrunda değil cevizin,
toprağın içinde gider kökleri,
dalları yukardan Yunus'a bakar...
Cevizden konsol yaparlar,
topal Yunus ne işe yarar?
Zemheriler geldi barınamazsın.
Cevizden konsol yaparlar.
Gayrı daha fazla sürünemezsin.
Sat Yunus cevizini...
Yün yorgan değil bu sarınamazsın.
Cevizden konsol yaparlar.
Bir cansız ağaçtır yaranamazsın.
Sat Yunus cevizini...
Sabahın sahibi vardır.
Gün daima bulutta kalmaz.
Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri...
Şimdilik
sohbetimizde kederi :
kesilip
satılmış
bir ceviz ağacının...
Erkek kadına dedi ki;
-seni seviyorum,
Ama nasıl,
Avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak Kırasıya,
çıldırasıya..
Erkek kadına dedi ki;
Seni seviyorum,
Ama nasıl,
Kilometrelerle derin, Kilometrelerle dümdüz,
Yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
Yüzde hudutsuz kere yüz..
Kadın erkeğe dedi ki;
-baktım,
Dudağımla, Yüreğimle, kafamla,
Severek, koklayarak, eğilerek,
Dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam,
Karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık biliyorum ;
Toprağın,
Yüzü güneşli bir ana gibi,
En son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına,
Başımı kurtarmam kabil değil!
Sen yürümelisin,
Yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak..
Sen yürümelisin,
Beni bırakarak..
Kadın sustu,
Sarıldılar.
Bir kitap düştü yere..
Kapandı bir pencere..
Ayrıldılar..
Aylar sonra geçen gece bir mesaj atmış, "çok değiştin" diye...
Sormadım nedenini.
Ayrılırken küfretmişim, onu yazdı bir sonraki akşam.
Belli ki canı bir şeylere sıkkın, dönmedim bende geri.
Bir tek o kalmış aklında.
Günlerce aradığımı,
sadece iki dakika konuşmak için yalvardığımı,
ağladığımı söylemedi.
Unutmuş hepsini...
Cevap vermedim bende, veremedim ulan...
sen benim hayatımı mahvettin! Yokluğuna alışana kadar ne çektiğimi bir Allah biliyor. diyemedim.
O yazdı, ben okudum.
O yazdıkça ben de sustum...
Ne çok değiştin dedi, başka bir yolu varmış gibi sanki...
ulan Ufacık kalpte kaç kırık bıraktığından haberi bile yoktu.
Bir gecenin kaç paket sigaraya,
bir uykunun kaç parçaya,
bir vedanın kaç ölüme denk olduğunu bilmiyordu...
O "çok değiştin" dedi, ben cevap vermedim.
Oysa ben hiç değişmedim, hiç.
Ama yokluğuna çoktan alıştım...
"Ve insanlar evde kaldılar,
kitap okudular ve dinlendiler.
Sanat yaptılar, oyun oynadılar
ve yeni varoluş yollarını öğrendiler.
Durdular.
Daha derinden dinlediler,
biri meditasyon yaptı,
biri dua etti,
biri dans etti,
diğeri kendi gölgesini keşfetti.
insanların düşünceleri değişti.
iyileştiler.
Cahilce, tehlikeli, anlamsız ve vicdansızca yaşayan insanların yokluğunda
dünya iyileşmeye başladı.
Ve tehlike sona erdiğinde
insanlar ölüleri için ağladılar.
Ve yeni kararlar aldılar,
yeni bir dünya hayal ettiler,
yeni yaşam biçimleri yaratıp
dünyayı tamamen iyileştirdiler.
Tıpkı kendilerini iyileştirdikleri gibi."
Ne vakit babamın yokluğuna gitsem
Babam bana bir şey diyor.
Diyorum ki, bir yerdeyim ben baba
Bir gökte. Gökte gece var, ay var,
Sen de varsın. Ama hercai bir şey sanıyor
insanlar beni böyle görünce.
Oysa benim karnımda bir zehir var.
içimde çok uzakta biri kalmış da
Onu çok özlemişim gibi bir zehir var.
Babam burası yatmak için çok güzel, diyor.
Sen de kaldır kıçını biraz gez dünyayı,
Kastamonu’ya git mesela Devrekani’ye
Çok güzelmiş de, bak o zaman geçecek,
Dünya göreceksin, gülümsüyor.
Elim soğuk mermeri okşuyor.
Onun yokluğuna giderken biz
Kardeşlerim annem hepimiz
serin ufkundan geçiyoruz Balkanların
ve bizim oraların havası
Sanki hepimizin zehrine iyi geliyor.
Bana “sen kalk, güllerin altını çapala,
dünyayı belle, ben artık gideyim,” diyor.