Artık hiçbir şey eskisi gibi değil,
Ben de öyle.
Çok dikkat etmiyorum uzun süredir kendime.
Kılığıma kıyafetime.
Çorapsız da basıyorum artık yere.
Eskisi gibi de korkutmuyor beni ne grip ne nezle.
Nane limonun iyi gelmediği daha büyük sıkıntılarım var herkes gibi benim de.
Takılmıyorum artık şu her kış ve bahar şişen bademciklere,
Çok sıcak ya da soğuk şeyler yiyip içmem, hepsi hepsi birkaç gün geçer,
Olur biter,
Geçer gider.
Ama canımı yaka yaka yutkunduğum şeyler var.
Olup bitmeyen
Geçip gitmeyen.
Zaman zaman uykusuzluk çekiyorum ama,
Çok da takılmıyorum artık bu uyku konusuna,
Uyuyunca geçmeyen şeylerin olduğunu anladığımdan bu yana.
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
içimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
II
Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.
ikinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...
III
Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.
Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.
Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz
Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana.
Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk
Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı.
Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları.
Bir araba geçti incelmiş yoldan
El salladı biri, belki tanıdık,
Belki değil, süreksizliğin eşanlamı.
Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar
Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı,
Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya
Dalgınlık, deniz ve sardunya.
Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini
Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz
Hangi derinlikte dölleyerek denizi
Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya.
Gönlümde bir fırtına, sonu tufan,
Rüzgar her estiğinde adını söylüyor.
Kulaklarım sağır olsun diliyorum.
Dudaklarıma mühürlenmiş gibi sözcük gibi ismin...
Hangi cümleye başlasam başına adını koyuyorum.
Dilim lal olsun istiyorum.
Aklım bir zincir vursun yüreğime,
Her halkada demirin soğukluğu yaktığın ateşi söndürsün diliyorum.
Kalbime ayaz vursun, donsun.
Öldürmeye çalıştığım sen değilsin!
Kaçtığım sen değil...
Elimde bir hançer, sen yeni güne doğ.
Bırak ben öleyim.......
hiçbir şeyden çekmedi dünyada,
nasırdan çektiği kadar.
hatta çirkin yaratıldığından bile.
o kadar müteessir değildi
kundurası vurmadığı zamanlarda
anmazdı ama Allah'ın adını
günahkâr da sayılmazdı,
Geçip giden şeyler var bir de hiç geçmeyenler
Düzelmez kalp iltihabı ve sancısı vesaire
Yanımızda olmayanlar en çok andıklarımızsa
Ne öğrendik bu hayattan? Mazi kirli çamaşır sepeti
En çabuk paslanan demir neden tren rayıdır?
Çünkü birileri o trene biner ve gider
Ve geride kalanın ilk damla gözyaşı
Rayların üstüne düşer
Çünkü evrensel bir lanet çünkü gidip dönmemeler
Ve bütün yarım kalmışlıkların zaruri suç ortaklığı..
Ali Lidar
Bana, -sen yoksun, sen öldün- diyorlar.
Bu kör acuna inat yedi iklimdeyim,
işte ellerini tutuyorum yaşanmamış bir çağın,
Ben güneşi kıskandıran gerçeğim
Dayanılmaz ağrılar çekiyorum hey!
Masallarda da olsa bir gün çıkıp geleceğim
Bir sevgi büyütüyorum içimde tomur tomur
Gün görmemiş şiirlere gebeyim
Gerilmiş bir yayım korkulardan azâde;
En amansız savaşlara gireceğim.
Bu coşkun ozanları ben öğütledim böyle,
Nerede hasret kokan bir Türkü varsa içindeyim.
Tutsak kızların avuçlarına yağıyorum her güz
Bir Kafkasya’dayım bir Çin’deyim
Gök bıçaklar sapladım karanlığın karnına
Sürüsü yitmiş çobanların izindeyim
içim içime sığmıyor, maytaplardan deliyim;
Bir bayrak dalgalansa yüceden;
“Hadi” dese birisi
Peşindeyim, vallahi peşindeyim
(bkz: mavinin türküsü)
"Yaşama sevinci adına bir tutanağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine.
Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki?
Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum.
Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...
Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? ..."
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat.
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.
Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.
Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz. Çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.
Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse, sen o'sun.
Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma; ciğer kendini en çabuk onaran organ. Valla bak, aklında bulunsun.
Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir; birazdan uzanıp dokunursun.
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N'olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!
Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.
Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun.
Şuraya Youtube'dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.
Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.
bir körün gözüyle gördüm ben.
dağı tepeyi, dereyi denizi.
akşamı sabahı, gündüzü geceyi.
bir dilsizin ağzından söyledim,
sessiz sessiz, yanık yanık,
en kahredici türkülerimi.
sağır dediğiniz kulaklarım duydu,
bu dünyada ki en güzel nağmeleri,
duaları ağıtları, şarkıları türküleri.
lakin sakın sanmayın ki ben,
ne sağır, ne kör ne de dilsizim.
ben yalanı olmayan bir dervişim.
Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı ağaçlara kapı komşu
Bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
Bir insan edinmişsindir kendine
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
insan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
.......
yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim
bir çiçeği sevmeni bir güle benzemeni sevdim
bir de yıldızları sevdim
eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular
.......
ekmegi sever gibi sevdim sensizligi
su gibi özledim temmuz güneşinde sesini ikindide yağmur gibi
geceleyin rüzgar gibi sevdim seni sevdiğimi
.........
bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine
bir gece bir şiir kibrit alevinde
alemin ortasında kimsesizliğin sesinde
buğusunda sabahın
acımasızlığında bir ahın
ağlayan yüzünde isanın
ferahlatan gücüyle duanın
korkutan yanıyla nârın
incirin zeytinin ve kalbin üstüne
gülün üstüne
tutulduğum umudun üstüne
korkunun üstüne
senin üstüne
hepsinin üstüne
ben seni hiç sevmedim ki
......
gittiğin zaman gitmeni sevdim
evreni sevdim geldiğin zaman
kalmanı sevdim
korkuyordum sana alışmaktan
yine de sevdim gülümsemeyi
mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından
kırlara ilk kar düştüğü zaman
ölümünün ne güzel olduğunu sevdim
seni içimde öldürdüğüm zaman.
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Ön dişleriyle belli belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.
Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
Bir tayın dişinde ince taflan
Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.