Sokaklarda gezerken, hayat bir dert,
Her köşede bir laf, bazen bir sert,
Kimi zaman gülüş, kimi zaman hıçkırık,
Argo kelimelerle dolu, bu bir çırpınış.
Bazen hayatta kayboluruz, kayarız,
Her an bir şaka, ya da bir yalanla,
Ama dostların yanındaysa, her şey güzel,
Argo sözcükler, gülümsemeleri besler.
Sözler havada uçuşur, bazen sert,
Ama dostça bir bakış, her şeye değer,
Sokakların dili, bir başka güzellik,
Hayatın tadı, bu argo neşeli bir melodi.
işte böyle geçer günler, dertte ve tasada,
Ama gülümsemek, en büyük silah,
Argo kelimelerle dolu bu dünya,
Hep birlikte güleriz, ne de olsa dostuz ya!
bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
uzun bir hastalık gibi
aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
bitti.
bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
ihmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
belki bir yağmur yağar akşama doğru
yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
aşk da bitti diyordu ya bir şair
aşk bitti işte tam da öyle.
Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
~ahmed arif
"(...)
su olmadınız kuruyan ırmaklara
iskemle olmadınız öyle yorgun oturacaklara
üye olsanız ne çıkar derneklere
memur olsanız ne çıkar devletlere
okur olsanız ne çıkar şiirlere
evet, okur olsanız ne çıkar şiirlere" *
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
içimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
dağ başında bir avcı kulübesi
yerler diz boyu kar
ocakta ateş
dışarda rüzgar
hadi gel
önce sevişmeliyiz uzun uzun
yerdeki ayı postunun üzerine uzanmalıyız
bütün vücudunu santimetre karelere ayırıp
birer birer öpmeliyim
ve sonra sımsıkı sarılmalıyım sana
böylece ölmeliyiz
aradan yıllar geçip
bizi buldukları zaman
etlerimiz çürümüş olsa da
kemiklerimiz ayrılmamalı birbirinden
hadi gel
nefes almak hüner değil
seninle ölmek istiyorum...
Ve anladık ki eskiden harfler daha kıymetliydi...
Bir Mektup yazardın,
Aylar süren ayrılıkların sessizliği kapanırdı...
Bir Mektup için aylarca yol gözlenirdi...
Yenisi gelene dek yeniden yeniden okunurdu...
Şimdi Telefon var...
Mesaj var ama,
Bir NASILSIN'a muhtaç binlerce insan var...