bugün

LAViNiA

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

1957
ÖZDEMiR ASAF
bir cahit sıtkı tarancı klasiği

Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik
Sesi aşağıda, çok aşağıda
Üstünde bir duvarın. Duvarsa
Dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki
Taşmış akıyor
Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini.

Öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın
Sonsuzluk yarın.

edip cansever
günün şiiri başlığı altında, maşallah şiir meraklıları, şair ruhlular, kot pantolonlarının göt cebinde şiir kitabı gezdiren dıngıllar ve türk şiir ve şairlerine gönülden destek verenleri görüyorum...

cirit atsınlar efendim, ne güzel! ammaaaa...

bir önceki entryisinde kapitalizme vermiş veriştirmiş, sonra da bu başlığa gelip zırtapozca, en dangalak sosyalist şairlerimizden örnekler verilirse, asfalyalar atar!

hani şiir konusunda çok bilgilisiniz ya efendim; peki!

Bugünkü programda bulmaca var. Konumuz şiir... Türk şiiri... Donngg!

Yarışma başladı...

Şimdi size bir şiir okuyacağım, bana onu kimin yazdığını söyleyeceksiniz...

Ama daha önce azıcık ipucu verelim, Bülent Özveren denen yavşak gibi!

Söz konusu şair, 60'lı yıllarda pek solcu geçinen bir şairimizdir, öyle ki, bazı münafıklar kendisiyle "dağ taş, taş toprak şairi" diye dalga geçmiş olsalar, onun şair değil de "manzumeci" sıfatına layık bulunduğunu ileri sürseler bile, solda kendisini yerlere göklere sığdıramayan bir zümre her zaman mevcut olmuştur.

Söz konusu şiiri de, Amerika Birleşik Devletleri donanmasının şu ünlü Missouri zırhlısı istanbul limanına demirlediğinde yazmış şair, şiir, 12 Nisan 1946 tarihli ve de 1750 sayılı Vatan gazetesinde yayınlanmış.

Şimdi, şiirden bazı mısralar okuyalım hep birlikte;

Sen bir gemi, mavi istanbul'umun sularında.
insan aklının hulyaya değdiği yer.
(..) Ben Orta Asya'dan kopmuş, Haşmetli hakanlar alnında sorguç.
(...)Git ve götür kıyılarına cesur Amerika'nın,
Karlı dağlarımdan bir ses.

Evet. Kim bu fazıl, dağlarca yüce Türk şairi?

Donngg! .. Soru iki..

Bu kez sorduğumuz, daha da büyük, çok daha da büyük bir Türk şairi.

1956 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin şu ünlü yirminci Kongresi'nden, sonra, Hruşçov'un çıkıp Stalin'i karalamasından sonra yani, bir süredir bulunduğu yurt dışında Stalin aleyhinde bir şiir yazıp onu yerin dibine batıran şair.

Şiir meraklısı siz uludağ sözlük yazarları hatırlayacaklardır... (gerçekten şiir meraklısıysanız tabi) Hani, tunçtandı, alçıdandı, omuzlarımızdaki ağırlık... Çorbamızdaki tuzdaydı... Kalktı üzerimizden tuncun, taşın, alçının ağırlığı... gibilerden.

Tutuklanınca Atatürk'e bağlılık telgrafı çektiği, hiç kimse tarafından reddedilemeyecek bir gerçek olan, herkesçe bilinen büyük şairimiz...

Bir söylentiye göre, 1951 yılında, Moskova, Bükreş, Sofya ve Budapeşte radyolarında demeçleri yayınlanan, "Stalin benim gözümün ışığıdır, fikirlerimin kaynağıdır, beni o yarattı, her şeyimi ona borçluyum, o yalnız bütün dünyanın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük kaynaktır" demiş olduğu ileri sürülen adam.

(Şimdi yeri değil ama, Azeri şairi Samet Vurgun'un da bir ara Stalin'e övgü şiirleri düzmüş olduğunu hatırlatalım sayın yarışmacılarımıza. Hem de ne yazmış Samet, biliyor musunuz? Anan yahşi, baban yahşi!... Yazmış bizim Azeri soydaş!)

Şimdi size bir şiir okuyacağım, eh artık bu kadar ipucundan sonra kimin yazdığını bulmanız gerekir.

Aşağıya olduğu gibi aldığımız, tek kelimesine dokunmadığımız şiir, Stalin'in ikinci ölüm yıldönümünde, yani 5 Mart 1955 günü, Budapeşte Radyosu'nun Türkçe yayınında, saat 10.30 ve 20.30 programlarında şairin kendi sesinden iki kez duyulmuştur.

Şairimizin bütün şiirlerinin yer aldığı, kaymak kağıda ünlü "Sofya baskısında", var mıdır, onu da erbabı araştırsın. Sıkı durun, zikrediyorum:

5 Mart 1953

ilk önce kim kime
Metin ol kardeşini, diyecek.
ilk önce kim kime Başsağlığı dileyecek.
Hepimizindi O.
Hepimizindir.
yoldaşlarım,
acınızı duyuyorum.
Sizin duyduğunuz gibi, tıpkı.
Aynı şiddetle.
Kardeşlerim,
Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden.
Tutuyorum kendimi.
Sizin gibi, tıpkı,
Aynı metanetle Seviyorum O'nu.
Marc'ı, Engels'i, Lenin'i
Sevdiğim gibi. Aynı muhabbetle.
Aynı hünnetle.

Donnngg! Evet, kimdir bu büyük Türk şairi? Bilene, bir sıkımlık diş macunu vereceğim.

hiç kusura bakmasınlar, ben ki komünist, sosyalist, solcu sikmeye yemin etmiş biri olarak; felsefe ve şiir aşığı, sittirici çadır dikme meraklısı, matematikçi hoca hanımlara bu entryi yazmayı bir borç bilirim... oraya buraya şiir yazarak olmaz o iş! kimin şiiri olduğunu da bir araştırın hocam.
daha az seviyorum seni,
giderek daha az
unutur gibi seviyorum
azala azala?
aramızdaki uzaklığın karanlığında
geceler kısalıp gündüzler uzuyor
böyle olunca?
daha az seviyorum seni,
kendini iyileştiren bir yara gibi
daha az ve zamanla
sen geceyi tutuyorsun
ben nöbetini,
uzak dağ kışlalarında
görmüyoruz birbirimizi
usul usul iniyor
kopmuş yollara,
ışığı hafif
uykusu ağır koğuşlarda
üzerini örtüyorum senin
bir çığ gibi uyuyorsun rüyalarımda,
sevgilim
yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
nöbet kadar
yalnızken öğreneceksin bunu da.
artık daha az seviyorum seni
unutur gibi, ölür gibi daha az
yeniden ödetiyorum kendime
onca aşkın öğretemediğini
kolay değildi
yalnızca sevgimi değil
evladımı da kaybettim ben
kaç acı birden
imtihan etti beni
bir tek gece vardır
insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti
bu da öyleydi
iyi ol, sağ ol, uzak ol
ama bir daha görme beni.
Seni kim çizebilir şubat yolcusu
yalnız akşam olsun dağınık olsun
ceplerinde bozuk bir bulut uğultusu
geceleyin dörtte bir ölüm korkusu
dörtte dört sabaha karşı yağmursun
seni kim çizebilir şubat yolcusu
bütün çizgileri bozuyorsun

attila ilhan
attila ilhan - nasıl olduysa

nasıl olduysa birden adımı unuttum
adını unuttuğum o sıcak şehirde
yıldız alacası yüzen bir zakkum
yanımda o hayal kız ikide birde
yolumu gözlerine bakıp bulduğum

sahi ben ne hırçın bir çocuktum
ele avuca sığmaz aklı fikri şiirde
mısra mısra başımı belaya soktum
izmir cezaevi dokuzyüz kırk bir'de
kaşla göz arası liseden kovuldum

inanmakta geç sevmekte çabuktum
bazen yaşadıklarım aklıma gelir de
kaç kere umutsuzluğun yolunu tuttum
istenmeyen adam hemen her devirde
hemen her devirde ateşten bir buluttum

binlerce umuttan belki bir umuttum.
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara

Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi

Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin

Gülten AKIN

https://www.youtube.com/watch?v=UZFZlJNBIZs
Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun

ilhan Berk
Grup Seks.....Tayyibe Atay

oldum olası
bu üçlü sevişmede
üstte gök yattı hep
altta toprak...

almışlar beni aralarına
inim inim inletirler
biri saçımı okşar rüzgar elleriyle
biri gıdıklar durur ayaklarım altını
sesim kıkırdak...

oysa
ne çok yerlerim vardır daha
gezilip görülecek...
bu hayat pahalığında davetiye çıkardım da
bir türlü okuyamazlar adresini
ya okula gitmemişler
ya da dönmüyor dilleri
ikisi de salak!..

yar varken yani
onlara mı kalmış beni okumak!..

lakin
bıktım bu sevişme sahnesinden
“arada bir yer değiştirsek” derim de
duymazlığa gelir rejisör
ama
söylenir diğer taraftan:
“seyirci bu sahneyi ister
sen nasılsa ölüme tutsak?!”

biraz düşününce hak veririm ona
bir göğü kucaklarım sonra
bir öperim toprağı...
farkına bile varmadan
abandone olurum her sabah...
kimi sevsem sensin hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin hayret
in misin cin misin anlamıyorum

attila ilhan..
Peki
ya karşılaşırsak
aynı film ya da şarkıda?
&&&&&&&&&&&&&&&&
Olmadık bir anda,
karşılaşırız belki.
Kim bilir,
belki de karşılaştık.
Belki aynı otobüsün,
birbirine sırtı dönük koltuklarında
sırt sırta verip oturdukda,
haberimiz olmadı.

Olur ya;
belki aynı sinemada,aynı filme,
bu kez yanımızda başkalarıyla gideriz,
yine birbirimizden haberimiz olmadan..
Söner ışıklar ve dalarız perdeye.
Ne sen beni görürsün yine,
ne de ben seni.
Filmin aynı yerinde güleriz.
Herkes güler de,
bu yüzden karışır tüm sesler birbirine..
Ne sen duyarsın sesimi,
ne de ben sesini..
Duysak, tanırız...
Görmesek de tanırız...
''Ben bu gülüşü
bir yerden tanıyorum'' deriz..
Ben çok ağlamam da;
hani belki,
aynı sahnesinde hüzünleniriz filmin..
Herkes hüzünlenir.
Malum ;
hüznünde bir sesi olmadığı için;
yine
fark etmeyiz aynı ortamda olduğumuzu,
ve aynı yerde hüzünlendiğimizi.
&&&&&&&&&&&&&&&&
Film çıkışı,
bir yerlere gideriz kahve içmeye..
Sen,
yanında başkasıyla;
ben de yanımda başkalarıyla,
aynı kafeye girmiş oluruz
birkaç dakika arayla..
Birbirine
birkaç masa ötede masalara otururuz
yine birbirimize sırtımız dönük..
Ortalıkta kelimeler,cümleler,
gülmeler dolaşıyordur da;
yine duyamayız birbirimizin sesini..

Biraz serinler de hava,
belki bir şal istersin garsondan.
Garson sana :
''Üzgünüm,son bir şal kalmıştı
az önce başkasına verdim'' der;
ve sen
nerden bilebilirsin ki
o başkasının
benim yanımdaki bir başkası olduğunu.

Sizin masadan da
bizim masadan da aynı garsona
''Hesap lütfen''
diye bir ses yükselir de belki,
nereden bilelim
ikimizden birinin para üstünün
birazdan diğerinin avucunda olacağını.
&&&&&&&&&&&&&&&&
Aynı dolmuşta oturuyor oluruz belki de.
Ben zamanında her telini bildiğim
saçlarından da seni tanımadan,
''Şuradan iki kişi uzatır mısınız?''
diye omzuna dokunurum.
Sonra sen,
''Tabii'' deyip parayı alırken
göz göze geliriz.
işte o saniyenin bilmem kaçta kaçında
bu kötü mü, iyi mi
bilemediğimiz tesadüfe şaşırırız.
Yolculuk boyunca sen yanındakiyle,
ben de yanımdakiyle
çok konuşamaz hale geliriz.

Sonra siz müsait bir yerde inersiniz.
Benim seninle bilmem kaç kez indiğim,
ama artık bana değil de,
sana ve ona müsait olan yerde.

Olamaz mı?
Olmasın mı?
Ama olabilir işte..

Sen ve ben Biz'ken kıymetliydik.
Şimdi Sen'iz sadece.
Belki de ''Siz'' .
Artık birbirimize
''şu parayı uzatır mısınız?''
diyebilecek kadar HERKESiZ !
HiÇ KiMSEYiZ !
&&&&&&&&&&&&&&&&
Mehmet Ercan // Dudak Payım kitabından.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fenâ kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız.
Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
içinde dışında yanında değilim
içim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön

Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti

Tutsak ve kibirli -ne gülünç-
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez
içimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum

Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi
Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen -
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın

Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum

Gülten AKIN

https://www.youtube.com/watch?v=dYoV2MLihV8
sen başkasın anlatmak yetmez
şiir yazılsa adına kalemler yetmez
zaman geçer senin hasretin bitmez
gelsen de anlatsam kim olduğunu.
bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,

bir yanlışı düzeltircesine açmış;

gelmiş ta ağzımın kenarında

konuşur durur.

bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,

güverteleri uçtan uca orman;

aldım çiçeğimi şurama bastım,

bastım ki yalnızlığımmış.

bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni

Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

(bkz: Bir çiçek)
uzaktan seviyorum seni
kokunu alamadan,
boynuna sarılamadan
yüzüne dokunamadan
sadece seviyorum

öyle uzaktan seviyorum seni
elini tutmadan
yüreğine dokunmadan
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden
şu üç günlük sevdalara inat
serserice değil adam gibi seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden
en çılgın kahkahalarına ortak olmadan
en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan
öyle uzaktan seviyorum seni
kırmadan
dökmeden
parçalamadan
üzmeden
ağlatmadan uzaktan seviyorum
öyle uzaktan seviyorum seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi
dilimde parçalayarak seviyorum
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum

Cemal Süreya.
Bugün gökkuşağında bir renk eksik
Ve yarım her bardağım
Tüm kuklaların ipi kesik
Ne solum var ne de sağım

Deniz kaybetti maviliğini
Ve şiirlerimin tümü yarım
Geceler anlamıyor ne dediğimi
Ne ölüyüm ne de sağım
...
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin(kere) var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir.
"Herkesin
Bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü…
Çünkü herkesin bir gideni vardır,
içinden bir türlü uğurlayamadığı…"
Yeryüzü padişahların, kralların olsun.
Cehhennem kötü insanın olsun, Cennet iyi insanın..

Tanrıya toz kondurmamak meleğin işi olsun,
Temizlik, Cennet kapıcısının işi..

Kim, ne olursa olsun,
Sevgili bizim olsun tek,
Canı, Canımız olsun....

Ömer Hayyam
''boş versene biz aşık olmayalım birbirimize..
konserlere gidelim, maça gidip küfür edelim, uçurtma uçuralım, kumsalda uzanıp deli gibi içelim..
gecede yıldızlara bakabiliriz..
bisikletle gezerken yağmur yağsın, sırıl sıklam olalım..
bisikletin zinciri atsın, sen yine ellerini kirlet yaparken ben sileyim..
bana kek yap..
balık tutalım, sonra tekrar denize atalım.
boş ver aşık olmayalım biz bebeğim.
aşk korkutucu, aşk yorucu, aşk zarar verir..
beraber eğlenelim en iyisi, ama hep ve tek benimle uyu..''

(bkz: ah muhsin ünlü)
https://www.youtube.com/watch?v=E51YEbjEZwc

tuncel kurtiz den dinleyiniz.

bağdatl'ıyız, bağdat'tayız, bağdat'lıyız
bağdat'ta düşünce bombalar adımız meçhule kalır
adımız meçhul
yanar kavrulur bedenimiz sevdiklerimiz
yanar kavrulur
külümüz kalır geriye rüzgarda savrulur
sözümüz kalır
bir de öfkemiz, birde öfkemiz, birde öfkemiz
öfkeliyiz
kül savrulur, söz kalır, öfke büyür
büyüyor
bağdat'lıyız, bağdat'tayız, dünyanın her yanındayız
bu kan denizinin dalgalarıyla
yankileri boğacağız
bağdat'lıyız, bağdat'tayız, bağdat'tayız, her yandayız

geçit yok, isyan var emperyalizme karşı
katlettiğin yetti artık, yetti artık, yetti
geçit yok, isyan var emperyalizme karşı
söndürdüğün ocaklar yetti artık, yetti, yetti

yetmez artık
bombaların durduramaz bu seli
sorulacak bir hesap var
yetti artık yetti
atılan bombanın bir hesabı olacak
olmalı
yetti artık, yetti
bu hesap vakti geldi

bombalanan topraklarda yakılan hayatların
söyleyecekleri bitmedi daha
bitmeyecek
bombalanan insanlarımız adına da
haykırıyoruz bir kez daha
katil amerika
önce gürleyen sesimiz kovar yankileri
sonra biz
bombalanan topraklarda yakılan halkların
soracakları hesap bitmedi daha
bitmeyecek

geçit yok amerika'ya
buralarda biz varız hey
türküz, kürdüz, arabız biz
sömürü, işgal, istila varsa
ya istiklal ya ölüm diyenler de vardı
varlar, varolacaklar hey
biz varken, geçit yok amerika'ya
buralarda biz varız
halkız biz
sömürü işgal istila varsa
kurtuluş kavgası olacaktır
biz halkız

bağdat yanan çocuk çığlık çığlığa
çığlık dicle'ye, nehir denize
denizler dalgalı mahir'ce meydanlarda
vurun dalgalar made in USA kıyılara
yükselin denizler
meydanları sel alsın
boğulup gitsin bu yankiler coni'siyle toni'siyle

bağdat'lı çocuğun çığlığı meydanlarda
öfke dolu bir haykırış, bir taş, bir ateş
ki hıncımız yanan çocukların acısı kadar büyük

kim yaktı bağdat'lı bebeleri böyle
hangi alçak çıkarlar için yüksek teknolojiyle
yaktılar, yıktılar, bombaladılar biliyoruz
biliyoruz suç kesin
suçlu malum emperyalizm
gereği düşünüldü
"iyi halsiz" katillere adil olmaktır en büyük ceza
bağdat'ta yanan çocukların acısı kadar
acımasız olacağız kovboylara
bağdat'ta yananların ahı kadar
adaletli olacağız.

şiir: ümit ilter
hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Doğmuşken elmas içinde,
Ne bağlandın kömür saça?
Ufukların kaça kaça
Kayboldu Kafkas içinde.

Güneşe bakacak yerde,
Geceye sarılıp kalmak,
Sükût içinde ufalmak
Olur yalnız ölülerde.

Bitsin, bitsin bu yalnızlık;
–Kuyuda açılmaz yelken,
Kuyunun ağzı açıkken–
Çık, tekrar aydınlığa çık!