bugün

görsel
Gökten üç bomba düşer
atom
napalm
kimyasal ölüm

ölü çocuklar büyümez
ve şarkı söylemez güzelim

herkese demokrasi güzelim
herkese cop

bir ülke kurşun asker
robocop.

—Bülent Sönmez
VUSLAT

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı.
Gördükleri rüya, ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka,
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez,
Gül solmayı, mehtab azalıp bitmeği bilmez;
Gök kubbesi her lahza bütün gözlere mavi,
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
Sevdaları hulyalı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi bir fıskiye ahengini dinler.

Bir ruh o derin bahçede bir defa yaşarsa,
Boynunda onun kolları, koynunda o varsa,
Dalmışsa, onun saçlarının rayihasiyle.
Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle;
Yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık,
Bir mucize halinde, o gözlerdedir artık;
Kanmaz en uzun buseye, öptükçe susuzdur.
Zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur;
insan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan,
Bir sır gibidir az çok ilah olduğumuzdan.

Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün, nereden,hangi tesadüfle gelirler?
Aşk onları sevk ettiği günlerde, kaderden,
Rüzgar gibi bir şevk alır oldukları yerden;
Geldikleri yol... Ömrün ışıktan yoludur o:
Alemde bir akşam ne semavi koşudur o!
Dört atlı o gerdune gelirken dolu dizgin,
Sevmiş iki ruh, ufku görürler daha engin.
Simaları gittikçe parıldar bu zaferle,
Gök her tarafından donanır meşalelerle.

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar,
Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
Bir an uyanırlarsa leziz uykularından,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara zindan.
Bir faciadır böyle bir alemde uyanmak,
Günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak.
Ey talih! Ölümden de beterdir bu karanlık;
Ey aşk! O gönüller sana mal oldular artık;
Ey vuslat! O aşıkları efsununa ram et!
Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et!

Yahya Kemal BEYATLI
I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah´ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye

II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa olduğunu alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

III

Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
ismi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yaz işiyle:
´Ölüm Allah´ın emri,
´Ayrılık olmasaydı.´

Orhan Veli.
Ey Türk vur, vatanın bakirlerine,
Günahkar gömleği biçenleri vur.

Vur sen de mukaddes hürriyet için,
Dünyanın diktiği bayrak için vur.

Her dinin sevdiği adalet için,
Her yerde haykıran bir hak için vur.

–yurdakul
ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
ona sorarsanız: 'lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...'
bana sorarsanız: 'on senesi ömrümün...'
bir kurşun kallemim vardi, ben içeri düştügüm sene
bir haftada yaza yaza tükeniverdi
ona sorarsaniz: 'bütün bi hayat...'
bana sorarsanız: 'adam sende bi hafta...'
katillikten yatan osman; ben içeri düştügümden beri
yedibuçugu doldurup çikti.
dolaşti dişarda bi vakit,
sonra kaçakçiliktan tekrar düştü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar.
dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocugu olacakmiş baharda...

şimdi on yaşina basti, ben içeri düştügüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari,
rahat, geniş sagrili birer kisrak oldu çoktan.
fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.

yeni meydanlar açilmiş uzaktaki şehrimde, ben içeri düştügümden beri...
ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor

pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düştügüm sene
sonra vesikaya bindi
bizim burda, içerde
birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz

ben içeri düştügüm sene, ikincisi başlamamişti henüz
daşov kampinda firinlar yakilmamiş, atom bombasi atilmamişti hiroşimaya
bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
fakat gün işigi her şeye ragmen, ben içeri düştügümden beri
ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya

ben içeri düştügümden beri güneşin etrafinda on kere döndü dünya
ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine
'onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
ve kahreden yaratan ki onlardır,
şarkılarda yalnız onların maceraları vardır'

ve gayrısı
mesela, benim on sene yatmam
laf'ı güzaf...

nazım hikmet ran
Fikr-i Sabit

Ne bileyim ben
Kimdi Amerika'yı keşfeden
Ne eder beş kere beş
Güneyden mi kuzeyden mi doğardı güneş

Kaçıncı padişahtı Yavuz
Aylardan Nisan mı yoksa Temmuz

Ne bileyim nereye gider turnalar
Şeftali ne zaman çıkar
Bahçemde gül açmış ya karanfil
Umurumda değil
Sabahlara dek kadeh elde
Aklım fikrim o güzelde...

Cahit Sıtkı Tarancı
Dört nala koşan atlar
Uzaklara götürür beni,
Korkmadan, doludizgin.
Gören tanır beni,
Ve tanıyan
Yurtsuz Adam diye seslenir.
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey parlak yıldız! Kimse bana soramaz,
Nerelisin diye.
Asla bağlanmadım bir yere
Ve geçip giden zamana.
Özgürüm kartallar gibi.
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey tatlı Mayıs! Neden inanayım ki?
Bir gün öleceğime,
Kekre ölümü öpeceğime.
Mezara mı düşeyim,
Bir daha içmeyeyim mi
Yaşamın nazenin köpüğünü?
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey renkli düş!

Friedrich wilheim Nietzsche.
En son Bektaş ağa çöktü diz üstü.
Titrek elleriyle gererken yayı,
Her yerden bir merak sardı alayı.
Ok uçtu, hedefin kalbine düştü.

—Yahya Kemal
iç geçirmelerimi satın alın.
Kuşkularımı alın.
Size bir külah yüz buruşturması mı vereyim?
Her şeyi sattığımda
Kendimden uzakta yeniden doğmaya gideceğim
bir hintkirazıyla çok yumuşak bir öpücük
adsız birkaç nesne arasında.
Umutlarımı satın alın.
Gerçekliklerimi alın.
Bir külah gülücük mü vereyim?
Ben dört mevsim satarım.

*

Neden
çınardan uzaktadır çınar?
Neden
ırmağın dibinde değil ırmak?
Neden
duvar terk etti duvarı?
Çıktılar kendilerinden
anlamak için
benimsemek için kendilerini.
Ben de terk ediyorum kendimi:
tanıyorum mutluluğu
sahte çınar,
kuru ırmak,
çok yumuşak
bir duvar olarak.

*

Dilinize hiç özen göstermiyorsunuz:
işte onun için
ahududularınız yılan üretiyor,
takımadalarınız kan öksürüyor,
parçalanıyor tepeleriniz
likör bardakları gibi,
güneşleriniz sakat
ve çökmüş yatakların üzerine oturmaya gidiyorlar.
Diliniz
hiç özen göstermiyor size:
öleceksiniz
ilk düz yazı bunalımı geçirir geçirmez.

Alain Bosquet , şiirin derkenarındaki yazı
Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim…
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor, bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil…
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
Sorun değil…
Elbet Alışırım…
Biraz alıştım.
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Alıştım!
Varlığını istemediğim tüm eksik yanları
Ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim iki arada bir derede duyguya alışıyorum…
Bir yanım bırak diyor bir yanıma
Kesin değil! Henüz tanıştık…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
Ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
Bir yanım memnun oldum diyor,
Bir yanım tanıyamadım daha
Samimi değil…
Bir hayli kırıldım…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
Gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım…
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım!..
Maziye hiç değil, âna kırgınım
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara,
Beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa…
iyi değilim.
Galiba yoruldum…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum.
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
Ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..
Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı
Sana bakan yanımsa toprakla aynı
Hıh! Ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!
Gözlerim yorgun…
Dudaklarım, dudaklarım hissiz…
Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır…
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
Söyleyemediklerini söylesen de şimdi
Sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!
isteyerek değil…
Çok çalıştım
Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
Ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
Daha önce de gitmiştim…
Çok çalıştım…
Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
Ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
Çok çalıştım…
Daha öncede gitmiştim…
Kendi isteğimle…
Anladım ki daha önce sevmemiştim!
Çok çalıştım inan
Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
Her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
Ve alışmaya kendime…
Bu göz gözü görmez dumanlı halime
Çok alışmaya çalıştım hem de…
Tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
Birini yaşattım! Yaşatıyorum da hala
Ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da
Yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
An be an çöküyor, insanın içindeki güç
Işığı sönüyor…
Beyaza dönüyor rengi git gide
Hissizleşiyor…
Ne yormak istedim seni,
Ne de yormak kendimi
Çok çalıştım
Gitmeye de kalmaya da…
ikisi de aynı acı.
Kolay değil!
Çisel Onat.
https://www.youtube.com/watch?v=1fLZplqzbJE
Sıvas ellerinde sazım tutuşur
Söz tutuşur canım türkü tutuşur
Teller bizi söyler diller yarışır
Özgürlüğü yazan kalem tutuşur..
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!

"Gün akşam oldu" diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kâse dolusu suyun içinde
Rengârenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
insanlar rüyalarını acilen anlatmalı.

On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da "organzm gıcırtıları" oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
"Sofi'nin tercihini" seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
insan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir "eşya toplayıcısıyım" bayım.

Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
işte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

DiDEM MADAK .
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliç'ten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım.

Ver elini haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.

turgut uyar
görsel
Budur .
Bir Gün Anlarsın
Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez,
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden uğultudur başlar kulaklarında,
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,
Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin.
Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,
Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın.
Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz
Ama yorgun
Ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın

Bir gün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden

Seni sevdiğimi bir gün anlarsın.

Ümit Yaşar Oğuzcan
Şivekar'ın Yolculuğudur - ismet Özel

https://youtu.be/yd1SLQ2CN9Q
zaman geçti
zaman geçti ve akasyanın çıplak dallarına düştü gece
kaydı pencerenin camları ardından
ve soğuk diliyle
topladı tüketilmiş gündüzün artıklarını.
https://www.youtube.com/watch?v=JWWb0_3oNJ8

ahmet kural, bu adam isterse dibine kadar güldürür isterse ağlatır..

net.

(bkz: nazım hikmet)
Acını yaşa
Öfkeni de yaşa
Ve seyret
Kendini sakın bastırma
Öyle su üste akan yaprağa bakar gibi bak
Uzanıp onu almaya kalkışma
Kendini suçlama , başkalarını da suçlama
Olacak olandan kaçınamazsın
O yüzden hiç bastırma kendini
Baskılama
Çünkü insan , bastırdığı duygunun esiri olur.

cahit zarifoğlu
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli.
"Unutulmuş gibiyim ben
ve insan
Bir bakıma unutulmuş gibidir
Bilmem ki nasıl anlatmalı
Yalnız bile değilim..."
Edip Cansever
Kayalıklarda gördüm seni,bir sisli günde,
Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti.
O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde
Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti...

Seni her nerde,artık,her ne suretle görsem
Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü.
Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem
Rabb'im mukaddes etsin seni gördüğüm günü!

Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin
Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş,
Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin
Sevmediklerin değil,sevdiklerin ölürmüş.

Bazı ruhum kararır kefenlerden,mezardan;
Yok mu,Rabb'im,ölümün bir güzel şekli,derdim.
O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman
Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.

Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen
Ürpererek:Bu,derim,mezardan bir nefestir!
Buna kıskançlık deme,bence değil yalnız sen,
Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!

Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi,
Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan.
Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi
Daha cana yakındır görünüşün uzaktan...

Faruk Nafiz Çamlıbel- ölümü hatırlatan kadın.
BAHARIN iLK SABAHLARI
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
içimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: ´Sıkıntılar duradursun!´
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.