bugün

Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Ön dişleriyle belli belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.
Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
Bir tayın dişinde ince taflan
Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.

Edip cansever
bir gün herkes gider...
kimi gururuna
kimi korkularına
yenilir de gider...

kimisi doymuşluğundan
kimisi doyumsuzluğundan
bıkar da gider...

kimi sevdiğinden
kimi sevilmediğinden
acısını alır da gider...

ben hiç kalanı görmedim
ki
umudu kalmayan insan
kendinden bile gider...

kimler gitmedi ki
sessiz sedasız
göçer de gider...

bir gün son gündür
o gün 'hikâye' biter...

Nilüfer Aksu
akşam
hüznümün soluk aynası
vurdukça yüreğime kanım oynaşır
derinleşir acısı parmakuçlarımın
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım.

yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
hergün yeniden başlayan
çığırtkan bir şarkıyı söylemekten
hergün
yeni bir şarkı bestelemekten

ben hüznün
ben gölgemin kiracısı
yeni bir ev değiştirmekten

hergün
gövdemle büyüyen hüznümle
kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin
dinlemiyorlar
dinlemiyorlar şarkısını oy

sustukça çoğalıyor tekliğim
ah benim sıska yüreğim
ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim
ah benim
neyim kaldı elimde
ah benim
üreyemiyorum kendime

böyle niye beni
biraz yankı biraz karıncayken
şimdi eski bir enosis düşlerim
kendimi koparıyorum kendimden
yetişemiyorum.

tekliğim
yorgun ve kanadı kırık kuştur
hüznün yapraklarında gölgelendiği
kim koparır dalından
ağzı açık bir gülü
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım

yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
ne zaman bitecek
bu hüzün.

-arkadaş zekai özger
Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki…
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.

Melih cevdet anday.
aciyla geçtigim yoldan geçiyorsun
izlerime rastliyorsun, biraktiklarima,
orada o yolda çekmistim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarinda. izini sür yolun, acinin ormani büyütür insani
vakit genistir, ufuk sandigindan daha yakin
aciyla geçtigim yoldan geçiyorsun,
ustasi olacaksin içine gerdigin tellerin
hangi siziyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir ask, hangi sesle ölür, bileceksin. ne zamandi bilmiyorum.
yasadiklarindan sana
kalan tortu, seni oldugun yere çakan, oldugun
yerde firtina koparan korku. kendi sarmalinda
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslinda hep gidiyorsun. simdi, acinin ormanindan geçiyorsun
her sey bir daha kanasa da
ne geçtigin yola ne sana dokunabilirim ben
geç melegim, senin de sarkilarin olsun
içindeki telleri titreten.

Birhan keskin.
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Ön dişleriyle belli belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.
Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
Bir tayın dişinde ince taflan

Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.

edip cansever.
.......
yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim
bir çiçeği sevmeni bir güle benzemeni sevdim
bir de yıldızları sevdim
eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular....

ekmegi sever gibi sevdim sensizligi
su gibi özledim temmuz güneşinde sesini
ikindide yağmur gibi
geceleyin rüzgar gibi sevdim seni sevdiğimi
......

bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine
bir gece bir şiir kibrit alevinde
alemin ortasında kimsesizliğin sesinde
buğusunda sabahın
acımasızlığında bir ahın
ağlayan yüzünde isanın
ferahlatan gücüyle duanın
korkutan yanıyla nârın

incirin zeytinin ve kalbin üstüne
gülün üstüne
tutulduğum umudun üstüne
korkunun üstüne
senin üstüne
hepsinin üstüne
ben seni hiç sevmedim ki
...

gittiğin zaman gitmeni sevdim
evreni sevdim geldiğin zaman
kalmanı sevdim
korkuyordum sana alışmaktan
yine de sevdim gülümsemeyi
mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından
kırlara ilk kar düştüğü zaman
ölümünün ne güzel olduğunu sevdim
seni içimde öldürdüğüm zaman.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

insan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı ağaçlara kapı komşu
Bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
Bir insan edinmişsindir kendine
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili
bir körün gözüyle gördüm ben.
dağı tepeyi, dereyi denizi.
akşamı sabahı, gündüzü geceyi.
bir dilsizin ağzından söyledim,
sessiz sessiz, yanık yanık,
en kahredici türkülerimi.
sağır dediğiniz kulaklarım duydu,
bu dünyada ki en güzel nağmeleri,
duaları ağıtları, şarkıları türküleri.
lakin sakın sanmayın ki ben,
ne sağır, ne kör ne de dilsizim.
ben yalanı olmayan bir dervişim.

Bana ait.
Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür dönedolana
Ağladığım yer penceresi midir?

Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir.
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz. Çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse, sen o'sun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma; ciğer kendini en çabuk onaran organ. Valla bak, aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir; birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N'olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube'dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.

Birhan Keskin - Kargo
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat.
"Yaşama sevinci adına bir tutanağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine.
Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki?
Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum.
Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...
Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? ..."

Ömür HANIMLA GÜZ konuşmaları-şükrü erbaş
https://youtu.be/_1InLLgdHPY
Bana, -sen yoksun, sen öldün- diyorlar.
Bu kör acuna inat yedi iklimdeyim,
işte ellerini tutuyorum yaşanmamış bir çağın,
Ben güneşi kıskandıran gerçeğim

Dayanılmaz ağrılar çekiyorum hey!
Masallarda da olsa bir gün çıkıp geleceğim
Bir sevgi büyütüyorum içimde tomur tomur
Gün görmemiş şiirlere gebeyim

Gerilmiş bir yayım korkulardan azâde;
En amansız savaşlara gireceğim.
Bu coşkun ozanları ben öğütledim böyle,
Nerede hasret kokan bir Türkü varsa içindeyim.

Tutsak kızların avuçlarına yağıyorum her güz
Bir Kafkasya’dayım bir Çin’deyim
Gök bıçaklar sapladım karanlığın karnına
Sürüsü yitmiş çobanların izindeyim

içim içime sığmıyor, maytaplardan deliyim;
Bir bayrak dalgalansa yüceden;
“Hadi” dese birisi
Peşindeyim, vallahi peşindeyim
(bkz: mavinin türküsü)

görsel
Geçip giden şeyler var bir de hiç geçmeyenler
Düzelmez kalp iltihabı ve sancısı vesaire
Yanımızda olmayanlar en çok andıklarımızsa
Ne öğrendik bu hayattan? Mazi kirli çamaşır sepeti
En çabuk paslanan demir neden tren rayıdır?
Çünkü birileri o trene biner ve gider
Ve geride kalanın ilk damla gözyaşı
Rayların üstüne düşer
Çünkü evrensel bir lanet çünkü gidip dönmemeler
Ve bütün yarım kalmışlıkların zaruri suç ortaklığı..
Ali Lidar
hiçbir şeyden çekmedi dünyada,
nasırdan çektiği kadar.
hatta çirkin yaratıldığından bile.
o kadar müteessir değildi
kundurası vurmadığı zamanlarda
anmazdı ama Allah'ın adını
günahkâr da sayılmazdı,

yazık oldu Süleyman efendiye.
Gönlümde bir fırtına, sonu tufan,
Rüzgar her estiğinde adını söylüyor.
Kulaklarım sağır olsun diliyorum.
Dudaklarıma mühürlenmiş gibi sözcük gibi ismin...
Hangi cümleye başlasam başına adını koyuyorum.
Dilim lal olsun istiyorum.
Aklım bir zincir vursun yüreğime,
Her halkada demirin soğukluğu yaktığın ateşi söndürsün diliyorum.
Kalbime ayaz vursun, donsun.
Öldürmeye çalıştığım sen değilsin!
Kaçtığım sen değil...
Elimde bir hançer, sen yeni güne doğ.
Bırak ben öleyim.......
Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz
Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana.
Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk
Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı.
Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları.
Bir araba geçti incelmiş yoldan
El salladı biri, belki tanıdık,
Belki değil, süreksizliğin eşanlamı.
Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar
Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı,
Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya
Dalgınlık, deniz ve sardunya.
Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini
Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz
Hangi derinlikte dölleyerek denizi
Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya.

Melih Cevdet anday.
görsel
geleceğim bekle dedi gitti
ben beklemedim, o da gelmedi.
ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi..
-Özdemir Asaf
cep delik cepken delik.
çarık delik, potin delik.
sabah akşam sade ekmek.
yanında katık bitik.

içtiğin su parayla.
alın terin bedava.
iki gülmek bir pirzola.
doyuyoruz kahkahayla.

felek biz sana ne ettik.
değerimiz bir metelik.
koskoca bir handa.
bir zorbanın kölesiyik.

Bana ait.
güç için, para için herşeyi satarım.
siz sürünün, ben keyfime bakarım.
her kılığa girerim din ve iman ile,
istifa da neymiş selam ve dua ile.

yola çıktım bir sade yüzük ile.
gemiler yaptım sihir ile büyü ile.
yaşıyorum bu alemde zevk ile sefa ile.
istifa da neymiş selam ve dua ile.

bana ait.
doğruyu söyleyeni,
dokuz köyden kovarlar.
yalancıyı baş tacı yapar,
paraya boğarlar.

bizim elde derler ki,
ak akçe kara gün içindir,
akçeyi bulursan eğer,
bütün dünya senindir.

en muteber insansın,
eğer kendin bilmez isen.
gördüğünü inkar eder,
doğruları söylemezsen.

yalancının mumu,
yatsıya kadar yanarmış.
bizim il de günler uzun,
hiç akşam olmazmış.

çobansız sürü olmaz.
sürüyü güdmek gerek,
sıralanmış develer,
önlerine eşek gerek.

kılavuzu karga olanın,
burnu boktan kurtulmazmış.
diyar diyar gezdirir,
menzile de vardırmazmış.

ben seçmedim adımı.
Adımı koymuş babam.
temiz kalsın adım.
istemiyorum ne han,
ne de hamam.

Bana ait.