bugün

ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri çok severiz hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
çünki bütün sarhoşluklar biraz
freudun alkolsüz sayıklamalarıdır siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
çünki ben okumuştum muydu neydi
biryerlerde tanrılara kadın satıldığını
ah canım aristophones barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
ve bir gün hiç anlamıyacaksınız güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüvericek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seveceksiniz
(zeki müreni seviniz)

Arkadaş zekai özger.
"...
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim.
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni,
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim.
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni…"
Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?

ismet özel
hazırlandın diyelim bir yolculuğa
"bu, yalnızlığıda olabilir" diyor birisi
dayanıklı mısın bakalım
silahın nedir
ilkin asfalt ve beton
bir bakarsın önün ardın su kesilir
yüzme de bilmezsin ayrıca

"çocuklukdan kalma şeyler bunlar"
diyor matrağa düşkün biri
"nasıl olsa yenilir"
Oysa kavradığım herşeyin adını bilmek
biraz bunaltıyor beni

örneğin bir atom santrali projesi
Hollanda daki bir caz konseri
ölececeğimi biliyorum nasıl olsa
ama gölgemi önüme düşürüyor
güneş önümden gelirken
şaşırıyorum gövdemi

matrağa alışkınım aslında ama
ille kayayı delen incir,
suları aşan gemi!
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
Doğru söz delilik. Düz alın
Kanıtı vurdumduymazın. Gülen ki
Korkunç haberi
Henüz almamış.

Ne günlere kaldık, ki
Neredeyse suçtur ağaç üzerine bir konuşma
içerir çünkü susmayı bunca kötülük üstüne!
Orda ağırdan caddeyi geçen
Erişilmez mi dara düşen
Arkadaşları için?

Doğrudur: geçimimi sağlıyorum daha
Ama inanın: bu bir rastlantı yalnız. Yaptığım
Hiçbir iş doyma hakkını vermiyor bana.
Rasgele korunmuşum. (Talihim dönüverse. Yokum.)

Bana diyorlar: ye iç! Bak keyfine!
Nasıl yer içerim, kaparsam
Yiyeceğimi bir açın elinden ve
Bardaktaki suyum bir susuzda yoksa?
Ve yiyip içiyorum gene de.

isterdim bilge olmak.
Eski kitaplarda yazılı nedir bilge
Kavga dışı kalmak dünyada ve kısa yaşamını
Korkusuz geçirmek
Zora başvurmadan edebilmek
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek

isteklerine ermeyip, unutmak
işi bilgenin.
Yapamam bütün bunları:
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!

Şehre geldim bozuk düzen günlerde
Açıklık sürerken.
insan arasına karıştım ayaklanmada
Ve onlarla birlikte öfkelendim.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Yemeğimi yedim iki savaş arası
Katillerin arasında yattım
Sevgiye saygısız
Ve doğaya sabırsız baktım.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde

Her yol batağa çıkardı benim zamanımda.
Dilim durmaz ele verirdi beni.
Elimden gelen azdı. Ama hükmedenler
Daha rahat olurdu bensiz, buydu umudum.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Gücüm azdı. Hedef
Uzak mı uzak.
Apaçık belliydi, benim ulaşmam
Mümkün değildiyse de.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Siz, siz ki çıkacaksınız
Battığımız tufandan
Düşünün
Eksiklerimizden söz ederken
Karanlık çağı da
Sizin kurtulduğunuz.
Gittiydik, ayakkabıdan çok ülke değiştirip
Sınıf savaşları arasından, umarsız
Yalnız haksızlık var da baş kaldırma yoktuysa.

Biliyoruz oysa:
Alçaklıktan nefret bile
Çarpıtır çizgileri
Haksızlığa öfke bile
Kısar sesi. Ah, biz
Hazırlamak isterken dostluk yolunu
Dost olamadık kendimiz.

Siz ama, o gün gelince
insanın insana el uzattığı
Anın bizi
Hoşgörüyle.

O gün mavi eylül ayında
Sessiz körpe bir erik ağacı altında
Tuttum onu, sessiz beyaz aşkı
Kolumda kutsal bir düş gibi.
Ve üstümüzde güzel yaz göğünde
Bir bulut vardı, çoktan gördüğüm
Çok beyazdı ve çok yukarılarda
Ve başımı kaldırıp baktığımda, değildi orda.

O günden beri birçok, birçok aylar
Geçti sessiz aşağı kaydılar
Yok oldu o bütün erik ağaçları
Ve bana sorarsan aşk n'oldu diye
Sana derim ki: hatırlayamıyorum
Ama gene de, inan ki, biliyorum ne demek
istediğini.
Ama gene de gerçekten hatırlamıyorum onun
yüzünü.
Yalnız: o zamanlar öpmüştüm onu, biliyorum.

Ve bu öpücüğü de çoktan unutmuş olurdum
O bulut olmasaydı orada
Onu bugün de hatırlıyorum ve hep hatırlayacağım
Çok beyazdı ve yukarılardan geliyordu
Erik ağaçları belki çiçek açıyordur gene de
Ve o kadının belki de şimdi yedi çocuğu olmuştur
Ama o bulut yalnız birkaç dakika için açtı
Ve yukarı baktığımda, rüzgârda kayboluyordu
bile.
amını yiyim arsızlarla diyen derdest gönlüme,
götün götün yanaş bizi üzme.
Aybaşında gel dedin hani salçalısı vardı,
sikimden çıkan döller zeytinyağı gibi üste ćıkardı..
"sevgim acıyor 
kimi sevsem 
kim beni sevse..."
Şimdi Meral desem sana, kızarsın
Oysa baharı getiriyor Meral
Düşlerim diriliyor Meral deyince
Gözlerim ışıyor, ısınıyorum

Yine Meral desem sana, kızarsın
Oysa zamanı dizginliyor Meral
Mevsimler bahar oluyor Meral deyince
içimde denizler kabarıyor, coşuyorum

Bir daha Meral desem sana, kızarsın
Oysa düğümleri çözüyor Meral
Su yürüyor çiçeklere Meral deyince
içimin telleri titriyor, yaşıyorum

Bir kez Meral desem mi sana?
Kirpiklerini kıskanasım geliyor meselâ; gözlerine benden daha yakın diye.

ölümler hep erken be. mekanın cennet olsun nam-ı diğer küçük iskender.
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize

nazım hikmet- saman sarısı.

ps: şiirin sadece bi' kısmı.
Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
ilkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar.
Sus bir de sen konuşma.
O kadar çok şey dinledim ki bugün.
Bir dokunsan kelimeler çıkacak ağzımdan.
Uzun uzun cümleler kusacağım.
Klozeti paragraflarla doldurdum.
üstüne de sifonu çektim.
Şimdi biraz uzanıp.
Bana yutturulan bütün kelimeleri sindirerek,
Harf halinde çıkmasını beklemeliyim.

Bana ait.
Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. in-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?

Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?

Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...


Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.


Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.


Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Kadınlar, güzel kadınlar.
Hemen hepsi tam bir üzüm salkımı.
En lezzetli taneler hep çöplere asılı.
Bazıları erik gibi, kütür kütür, dipdiri.
Hiç bilemezsin ki kimi tatlı kimi ekşi.
Kimisi elma gibi cıvıl cıvıl, kıpkırmızı.
Kaldır kabuğunu vıyıl vıyıl kurt yığını.
Kiminin ki ayva gibi biri sağda biri solda.
Çok yiğit telef oldu iki tepe arasında.
Kadınlar, güzel kadınlar.
Has bahçenin ağaçlarındanlar.
Hangi meyve derseniz.
Adem'in ısırdığı elma onlar.

Bana ait.
iyisindir sen bilirim
yaz geceleri göz kulak oluyordur sana
ama biraz yorgunsundur,
çalışmışsındır,
kırılmışsındır.
ürkek yaşlar Sızıyordur
içi Sevda Dolu gözlerinden.
Belki de dans ediyordur Temmuz Rüzgarı yanı başında,
bitkin Hayaller ıslık çalıyordur.
Yıldızlar Pencerenden seni gözetlerken
Heybetli dağların sisli doruklarından gelen
Keskin bir acı,
maziyi kalbinden vuruyordur.

Bana ait.
Ali Lidar

italyanca konuşsaydım sever miydin beni?
ingilizce Almanca falan olmuştur tabi de
Eminim hiç italyanca bilen sevgilin olmamıştır.
Ben şimdi kursa gitsem,sen beklesen.
Beklemesen bile çok ileri gitmesen.
Ufak tefek yakınlaşmaların olabilir ama ileri gitme olmaz mı?
Neyse işte ben kursa gitsem.
iki seneye sökerim sanıyorum, malum kafam kalın biraz.
Sonra gelsem yanına.
Calvino'yu Dante'yi v.s kendi dilinden okusam.
Gözüne girermiyim o zaman?
italyanca konuşmayı öğrenirsem sever misin beni?

Doğru düzgün bir adam olsaydım sever miydin beni?
Kavga etmesem, küfür etmesem, tesbih çekmesem.
Bak şimdi sen beni seversen
sen şimdi beni bir sev var ya.
sevinçten ortalığın .mına korum..
Pardon pardon, küfür yok,
Valla son olur bu etmem bir daha.
işe gider eve döner efendi efendi takılırım.
Doğru düzgün bir adam olursam sever misin beni?

Toplumsal duyarlılıklarım olsaydı sever miydin beni?
Mendil satan çocuklara dertlenip
Nesli tükenen hayvanlara içlenseydim.
Ne bileyim işte bu petrol sızdıran tankerlerin anasına avradına..
Yok ama küfür yok doğru.
Bu petrol sızdıran tankerlere protesto mesajları falan çekseydim
Yoksullukla mücadele eden sivil toplum örgütü gibi şeyler var ya hani?
Gerekirse onlara bile üye olabilirim.
Toplumsal duyarlılıklarım olursa sever misin beni?
açılmamış kapılar

Sevdiğin kentlerin selamı sanki
Sülüs kamyon şoförleri
Kufi hamallar

Anılar hep sonbaharda gibidir
astrakan gecede
süt yıldızlar

Belleğinin yerini tutar kadehindeki
Taşlar taş kemerler
ivedi sarmaşıklar

Hayatını sarsan binbir andan
adlarını yıllara
veren yargıç krallar

Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar

Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin:
çiçek durumu aşklar
yaprak düzeni siyasalar

cemal süreya.
Hindistanki bir ota,
Siyelk’teki bir çanağa ve belki
nesebim buhara’daki bir fahişeye dayanır.

Babam kırlangıçların iki göç dönüşünün arkasında,
iki kar düşüşünün arkasında babam,
iki balkonda yatışın arkasında,
babam zamanların arkasında ölüdür.

Gökyüzü maviydi babam öldüğünde,
annem habersizce uykudan fırladı,
kız kardeşim ansızın güzelleşiverdi öldüğünde babam, bütün bekçiler şairdiler.

Bağımız hikmetin gölgesindeydi.
Bağımız ot ve hislerin düğümlendiği yerdeydi.
Bağımız bakış, kafes ve aynanın kesiştiği yerdeydi.
Belki bağımız, yeşil mutluluğun dairesinin kavisindeydi.

O gün Allah’ın çiğ meyvesini rüyamda çiğniyor
Ve bir suyu felsefesizce içiyordum.
Bir dutu yiyordum bilgisini hiç düşünmeden o gün.

Ya bahar bayramının yağması ya da serçe dolu bir çınar.
Hayat o zamanlar bir sıra ışık
ve oyuncak bir bebek, avuç dolusu bir özgürlüktü.

Doğunun merdivenlerine doğru çoğalan
ve yine tecellînin basamağına doğru yükselen merdivenler…

Annem işte oydu.
O aşağıdaydı.
iki ırmağın kesiştiği yerde.
Hatıraların suyunda bardaklar yıkıyordu.

Şehirde yüzlerce güvercinsiz otobüs tavanları,
güllerini en ucuza harcayan bir çiçekçi,
iki yasemin arasına salıncak bağlayan bir şair,
bir taşı ilkokulun duvarına vuran bir çocuk,
kayısı çekirdeğini babasının renksiz seccadesine tüküren bir çocuk,
ve şehirde bir keçi,
coğrafya haritasındaki hazar’dan su içiyordu.

insanlar gördüm,
şehirler,
ovalar, dağlar..
Suyu ve toprağı gördüm;
Nuru ve zulmeti.
Nurda çimenler, zulmette çimenler gördüm.

Öte yakasında gecenin bir ev yaptım kendime.
Ben bu evde çimenlerin ıslak yabancılığına,
ben bahçelerin nefes alışlarını duymaya yakınım.
Ve zulmün sesini işitirim ben, bir yapraktan döküldüğünde.

Bir ağaç arkasında nurun öksürdüğünü ben duyarım.

Ve suyun hapşırmasını geçtiğinde her taşın deliğinden.

Baharın tavanından kırlangıçların cik cik seslerini,
ve yalnızlık penceresinin sükutun eli ile açılıp kapanmasını,
şüphe dolu aşkın kabuk atarken çıkardığı pak sesi,
sonra bir kanatta aniden dolan uçma zevkini,
ve kendini sakınan ruhun çatlamasını...

Sohrab Sepehri.
Biliyorum güzelliğin yeraltı nehirlerine benzer
Biliyorum bir sır gibi güzelsin
Hani anlatılmaz duygular vardır
Hani şarkılar vardır
Sevip söyleyemediğimiz
Şiirler vardır unuttuğumuz
Aşina çehreler vardır hani
Zaman zaman hatırlayamadığımız
işte sen o kadar güzelsin
Ve ben o kadar karanlıklar içindeyim ki
Şunlar ellerindir diyorum, tutamıyorum
Şunlar gözlerindir diyorum, bakamıyorum
Düşün, kahrımdan ölmeliyim artık
Ölemiyorum.

Ümit Yaşar Oğuzcan.
ne varlığa sevinirim,
ne yokluğa erinirim
aşkın ile avunurum
bana seni gerek seni

y. emre
Gözyaşım hüzünden bulut sağardı
Ne zaman ağlasam yağmur yağardı.

Cemal SAFi
BiZDEN SONRA

Haydi burda öl dediler bana
Ölmek istemiyorum demedim
Demedim ama
Şimdi bilmek istiyorum
Toprak gene bizim zamanımızdaki gibi mi sürülecek?
Tezgah başında çalışırken
Gene denizde,güneşte mi kalacak adamın aklı?
Biz nasıl olsa öldük.
Artık ne çiçek koklamak.
Ne de ötekine berikine içerleyip
Rakıya sarılmak var bizim için?
Hiç hiçbir şey kalmadı.

Bari bizden sonra ne olacağını bilsek...

MELiH CEVDET ANDAY.
Ne sen bana, ne de ben sana mecburum.
Biliyorum, biliyoruz.
Kandırmayalım.
Yoldaş olalım, yollar ayrılan kadar birbirimize destek olalım.
Komünistçe değil, kardeşçe.
Sadece var olalım bu asfaltta, kumda birlikte.
Bir bulut gibi
Birleşik değil
Ama isa kadar
Ayrı değil!
Bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
insanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...
Anneler Kaçar Gibidir

söyle ben saçlarımı kestirirsem ne olur
bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur

herkes annesi sanır bir kısır yalnızlığı
oysa herkesin annesi aslında bir baruttur

eylülden ürken temmuz şafaktan korkan gece
dağları bölümleyen o babadan kaçan sudur

hatırla her gün bir çalar saatle oynadığını
çalar saatler bir çocuğun uyanılacak uykusudur

soğuk iklimler, kırımlar akar gider derisinden
çalıp söylediği öğrenip oynadığı bir tabuttur

anne saklanır, baba koşar, günleri münleri bölerler
anne de baba da parça parça bir geyik yavrusudur

birinin sırtı ince, birinin elleri kalın
ikisi de bir gölün saygıdeğer komşusudur

ey hayalin sonsuz çalıştığı gölleri bölmek dönemi
o zaman artık bir yerlerde hazin mevlûtlar okunur

dersin ki ayışığı kimin babası kimin oğlu o zaman
sanki herkesin işi bir bölmedir, uzun uzun solunur

senin şarkın bir avcı borusudur ormanları tutar
büyür, yankılanır, bir kale yıkıntısında saygıyla durur

ey en bilge sesi gelip duran sonra akan suların
bilirsin her akşam nasıl öksüz, nasıl güçlükle olur

her akşam nerden baksan yine de bir eksiği doldurur
babalar geri çekilir, anneler onlara teslim olur

saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim
çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur

gölleri bölümlediler ve sonra suya gittiler çoğu
babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur

Turgut uyar.