Düşeceksin yola bir gün,
Sevdaları masanın üzerinde bırakıp,
Hiçbir şey almadan...
Bir şey düşünmeden çarpacaksın kapıyı!..
Geride dostlarmış, aşklarmış, anaymış, babaymış düşünmeyeceksin.
Astığın yerde bırakıp hüzünleri,
Ceplerine koyduğun çocukluk bilyelerini çıkartacaksın,
içinde geçmişten kalma ne varsa kusacaksın,
Ve soyunacaksın tüm ihanetleri,
Yalın ayak ve çırılçıplak çıkacaksın yola!..
Yaşanacak şeyler varmış, görülecek davalar, aldırmayacaksın;
Koyacaksın kafana çekip gitmeyi...
Öyle bir ayrılık sonrası da değil,
Yada bir kavgadan sonra asla,
Hatta ölümcül bir hasta olduğunu öğrendiğin zaman dahi değil,
Ya da dost düşman çıktığında...
Gideceksin;
Hiçbir şeyden hiçbir şey yokken,
Dostuna en samimi anında,
En sevdalı çağında,
Yüreğini koyup avcuna,
Kimseye ve hiçbir şeye aldırmadan,
Bir kez olsun geri dönüp bakmadan,
Hayatının en güzel zamanında,
Hiçbir şeyden hiçbir şey yokken gideceksin!..
için titremeyecek hiç,
Aldırmayacaksın sözlere...
Şiirlerini bir bir idam edip,
intihar süsü vereceksin.
Hiç kimseye ve hiçbir şeye hesap vermeden gideceksin!..
Arayacaklarmış,
En ihtişamlı rakı sofralarında anacaklarmış adını,
Ya da üzüleceklermiş, yokluğun akıllarına her düştüğünde;
Umrunda olmayacak...
Her şeyini bırakıp hayata dair,
Gideceksin, yalnız bedenini alarak!..
Demir kapının soğuğu vura vura alnına,
Yazın değil,
Yahut baharda hiç değil,
Kışın çıkacaksın kapıdan...
Yağmurlu, soğuk ve yıldızsız bir akşam...
Döndürmeye yetmeyecek artık seni,
Hiçbir sevgilinin mavi gözleri...
Çıkıp gideceksin;
Alnına soğuğu vuran kapıya basıp tekmeyi!..
Kitaplarını, odanı, kuşlarını, evini, her şeyini bırakıp uçurumun boşluğuna,
Gideceksin soluk katıp soluğuna...
Bırakıp adının söylendiği telsiz anonslarını,
Gece evin olan rutubetli karakolları,
Yahut seni saran hasret tüğlü kolları,
Gideceksin bir şey almadan, bir şey vermeden,
Unutup tüm yaşananları!..
Ateşe vereceksin tüm umutlarını,
Tüm sevişmeleri zindanına atacaksın ayrılığın,
Ve mezarlıklarda bırakıp bütün ölü dostları,
Adlarını unutacaksın en yakın arkadaşlarının...
içip içip tüm sevdaları,
Sızmadan çıkacaksın yola,
Nereye gittiğini bilmeden gideceksin!..
Kapıdan elini kolunu sallaya sallaya çıkacaksın,
Herkes her gün gittiğin yere gidiyor sanacak seni,
Sen, bu kez sağa sapacaksın...
Akşam her gün geldiğin zaman, gelmediğinde fark edecekler...
Ya bir ayyaş arkadaş,
Yahut talihsiz bir sevdalı,
Hatırlayıp pas tutmuş hatıraları,
Gözlerinde bin damla yaş ile, dokunacak resmine,
işte o vakit sen, gideceğin yere çoktan varmış olacaksın!..
kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse..
Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!
--spoiler--
dün sabaha karşı kendimle konuştum
ben hep kendime çıkan bir yokuştum
yokuşun başında bir düşman vardı
onu vurmaya gittim kendimle vuruştum...
--spoiler-- *
güz sabahı buğusunda bir salkım üzüm mü avuçlarımdaki ne?
ayışığı yansıyor yüzüne.
ben böyle bulutsu yüzü, ben böyle ışıksı yüzü
bir onyedi yaşındakinde gördüm,
bir de şimdi düşümde.
Çarmıha gerildiği yaşta isa'nın
avuçlarımdan tutan
iki çocukla çiviliyim yaşama
aşk bardağını çalkaladığın su olmak
kırılacak eşya taşıyan
bir kamyon gibi gidiyor Ağrıma
Kendi kendime konuştuğum sanılıyor
hep yanımdadır oysa
giderken bıraktığın yüz havlun
bozdun saklambaç oyununu ama
bana gizlendiğim yerden
çık demeyi unuttun
Her gece yatmadan okuduğum
bir kitap olmanı isterdim
kırardım ışıkları söndürmeden
yarım kalan sayfanın ucunu
ki sen buna tenim kırışıyor
yaşlanıyorum derdin
Yokluğundan geri kalan çölde
attığım her adımda
gözlerimden dökülür
hörgücümde taşıdığım sular
sevgilisinin gölgesinden uzak
çölde ağlayan deve ölür
Hava kararırken usulca
bir zenci olup
kalıyorum Salacak kıyısında
ve Kız Kulesi
Ku Klux Klan
gibi duruyor karşımda
akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için,
Yaşamımın gizini vereceğim sana..
kevin yardırır dediler inanmadık.
durant çok atar dediler saymadık.
hidayete sakin ol şampiyon dedik durduramadık.
arayı 10 da sabitleyelim bir süre dedik çorap söküldü tutamadık.
biz bu maçı alamadık.
(bkz: o değilde cenk akyolu yerim yerim)
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylul yazdan terkedilmisti, siirse haziranda
kadin tarafından terkedildi o soylenceye :
Butun ogullar anneyi bir siire terkeder!
O kadin beni terkederse şair olurum
oğul oldugum kadin sakın beni terketme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider BüTüN KaDıNLaR şiiRi BiR KaDıNa TeRKeDeR
ey devlet , beni de ötekileştir !
çünkü ötelenen , merkeze göre menzile daha yakındır.
ey devlet , beni de başkalaştır!
çünkü başkalaşan , sana benzemeyi bırakmıştır.
ey devlet , beni de yabancılaştır!...
çünkü yabancılaşan , neden sevilmediğini anlayacak kadar
düşünmeye başlamıştır.
ey devlet , beni de dışla!
çünkü dışlanan,içeriden çıkmış ve yeni şeylerle karşılaşmanın
heyecanına kapılmıştır... **
bakışların gittiğin yerden uzak,
yoksa gelirdim;
'sensiz anlamsızlığımı anladım, dön v.s.' demek için
bugün burda cumartesi,
ben senin saçlarını, suçlar bakışlarını,
geveze susuşlarını bile özledim
ayrılık bu söyle sende farklı mı zaman?
aynı soğuk.. aynı hazan...
bugün orda da cumartesi mi
sen de beni, 'benim kadar' özledin mi,
'aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek'...
ne kadar acı, ne kadar komik..
ve bana ait değil mi?
gülme!
incinirim... (bkz: f.d.)
not : günün özeti değil bu başlığı görünce aklıma ilk gelen şiirdir..
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: 'Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...'
Bana sorarsanız: 'On senesi ömrümün...'
Bir kurşun kallemim vardi, ben içeri düştügüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsaniz: 'Bütün bi hayat...'
Bana sorarsanız: 'Adam sende bi hafta...'
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştügümden beri
Yedibuçugu doldurup çikti.
Dolaşti dişarda bi vakit,
Sonra kaçakçiliktan tekrar düştü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocugu olacakmiş baharda...
Şimdi on yaşina basti, ben içeri düştügüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari,
Rahat, geniş sagrili birer kisrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.
Yeni meydanlar açilmiş uzaktaki şehrimde, ben içeri düştügümden beri...
Ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor
Pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düştügüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz
Ben içeri düştügüm sene, ikincisi başlamamişti henüz
Daşov kampinda firinlar yakilmamiş, atom bombasi atilmamişti Hiroşimaya
Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
Sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün işigi her şeye ragmen, ben içeri düştügümden beri
Ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya
Ben içeri düştügümden beri güneşin etrafinda on kere döndü dünya
Ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine
'Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır'
Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf'ı güzaf...
bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"o olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte.
yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni,
senin onu sevdiğinden.
çok sevmezsen, çok acımazsın.
çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde.
paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin,
güneşi, ayı, yıldızları...
mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"o benim." diyeceksin.
mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
mesela turuncuya, yada pembeye.
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak...