Duygu ve duruma paralel olarak evin küçülmesi, Saygıyla anıyorum yazarını, keşke bir yürek sökücü de ben de olsa dedirtir. (bkz: akciğerinden müzik sesi duyuluyor)
"Paranın ve inancın egemen güçleri tarafından reddedildiği için, cenazesine çok az insanın katıldığı Boris Vian'ın eserleri yıllar sonra, 1970'lerde liselere girdi; gençler arasında da yaygın olarak okunup ilgi gördü. Çünkü öfkeliydi, çünkü hınzırdı, çünkü dik başlıydı; kurulu düzenin dayattıklarını sarsmak için mizahın gücünü kullanıyordu (mizah: bugünle kıyaslayın; tanıdık geldi değil mi?)... Öylesine ki, 26 yaşında yazdığı "Günlerin Köpüğü"nde, çok saygındı. O, birey olarak var olmayı ve ayakta kalmayı savundu... Ve bir jazz tutkunuydu.
Fransız yazar, müzisyen ve sürrealist Boris Vian'ın (1920-1959) bir romanı, başka bir sürrealist olan yazar-yönetmen Michel Gondry'nin yorumuyla bir filme dönüşmüş.
Ancak o esaslı sorun, tekrar karşımıza çıkmakta tabii: Romanı okurken zaten kendi versiyonunuzu kafanızda çekip belleğinize yerleştirdiniz. Perdedekiyle de ister istemez kıyaslayacaksınız. Dolayısıyla bu konuda yapılacak bir şey yok. Bu konu gerçekten üzücü.
Yönettiği "Sil Baştan"ın (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) üç yazarından biri olarak senaryo dalında Oscar ödülü kazanan Gondry, yedinci uzun metrajlı filmi "Günlerin Köpüğü"nde (L'écume des jours), bir dizi müzik videosu işindeki yaratıcılığını üst seviyeye taşıyor. Müziklerin kullanımı filmde insana uçsuz bucaksız bir düşünce özgürlüğü tanıyor âdeta bence.
Bu romanın gerçeküstü dünyası, Gondry'nin animasyon ve plastik sanatlardaki çılgınca fikirlerini serbestçe kullanmasına olanak tanırken, yozlaşmış dünya içindeki aşk hikâyesini de özgürce yorumluyor. Çünkü Vian, günlük yaşamlardaki mantığı aynen karakterlerinin uzuvları gibi esnetir hatta alt üst ederken, zıtlıkları birbirinin içine geçiriyor.
Vian'ın bireyciliğinde, kendini gerçekleştiren bireylerine önemli örnek, Nicolas (Omar Sy) karakteridir: iyi bir aşçı, mükemmel bir yardımcı, harika bir dansçı, eserin genç ruhunu yansıtan bir şeytan tüylü. Hizmet ettiği zengin genç adam Colin (Romain Duris) , çılgın icatlar yapıyor... ikisi, her konuda koşuşturan fare dostlarıyla (Sacha Bourdo) renkli bir hayat sürüyorlar. Yakın arkadaşları Chick (Gad Elmaleh) ise bir Jean-Sol Partre hayranı.
Colin ise, ince, narin, sevimli Chloé'ye (Audrey Tautou/ amelie sizin bileceğiniz) âşık olur. Evlenirler. Balayında Chloé hastalanır ve akciğerinde bir nilüfer çiçeği olduğu ortaya çıkar. Colin, hem karısının iyileşmesi, hem de Chick'in evlenebilmesi için tüm parasını harcar. Hatta filmde yaşam kalitesi düştükçe evi de çürüyüp küçülmeye başlar. Bundan sonrası hazindir.
Filmde belki bu aşkı sarsıcı biçimde hissedemiyoruz ancak Colin'in yoksullaşması ve Chick'in saplantılı Partre bağlılığına paralel, çürümeyi, büzüşmeyi ve adım adım yok olmaya gidişi görüyoruz.
Vian, sözcüklerin gücüyle düzenin normlarını ezmektedir. Daktilolar hiç bu kadar konuşkan gözükmemişti gözüme. Cümlesini bitiremediği için isyan çıkıyor düşünebiliyor musunuz? Herkeste ona yardım ediyor. Gondry, Vian'ın sözcüklerini atomlarına ayırıp, sonra sürrealist dünyada somutlaştırıyor; özellikle objeler üzerinden müthiş anlatım araçlarına dönüştürüyor.
Vian'ın düşlerini, isyanını, keskinliğini bir tür Salvador Dali tablosu gibi resmedip hoyratlığın, şiddetin, açgözlülüğün, riyakârlığın suratına çarpıyor.
"Günlerin Köpüğü", kendini birey olarak gerçekleştirmek için çırpınan ve içindeki asi ruhun bastırılmasına izin vermeyen 'her yaştan genç' okurun/ seyircinin yapıtı. Gondry, binbir ayrıntıyı yaratsa da, gerçeküstü dünyayı büyük ve bütünsel olarak kurmayı" başarmaya çok fazla yaklaşmış bence.
Böylesi algı sınırlarını zorlayan filmlerin yapımı arttırılmalı ve insanlar sürekli olarak düşünmeye sevk edilmelidir.
“‘Âşık olmak isterdim,’ dedi Colin. ‘Âşık olmak isterdin. O da aynısını isterdi (yani âşık olmak). Biz, siz, âşık olmak isterdik, isterdiniz, onlar da isterlerdi.’”
Müziğin renklere, renklerin duygulara dönüşüverdiği, mutluluğun hacim kazanıp insanın gözlerinden taştığı bu tuhaf dünyada bir Colin vardı. Muhteşem aşçısı Nicolas’ın güzelim yemekleri, kara bıyıklı farenin şirinliği, can dostu Chick’in
Jean-Sol Partre muhabbetleri onu yeterince teselli etmiyordu artık. Colin âşık olmak istiyordu. Ve çiçekleri kıskandıran güzellikteki Chloé ile tek bir dans buna yetti.
Günlerin Köpüğü gerçekliğin eğilip büküldüğü, şenlenip kedere battığı, aşkın en sıradışı biçim ve üslupla ortaya konulduğu bir roman; dünyaya çiçek dürbününden bakan bir hikâye.
“Çağımızın en dokunaklı aşk hikâyesi.” –Raymond Queneau.