dizi milliyetçi değildir. türk halkı gibi kürt halkının acılarına da değinir. Dokunmadığı tek konu dağda kalmaya ısrar eden pkk'lının ruh halidir. ezgi mola'nın yemek masasında anlattığı kocasını bekleyen kadın hikayesini dinleyen kaç insan *hala pkk davasından bahsedebilir bilemiyorum.
bu bir savaştır. her savaş gibi acımasız ve çirkindir. ve her savaşta olduğu gibi kaybeden tırnak içinde insan olandır.
ekranda ismini görünce hemen kapatasımın geldiği dizi mi ne onu da bilmiyorum. kaza ile türk olarak doğmasaymışım da gidip de bir ermeni ailenin, kürt ailenin çocuğu olsaymışım; böylesine aşırı milliyetçi, "vatan millet sakarya" tadındaki dizilerin yayınlanması hakkında ne düşünürdüm bilemiyorum. Bakın hiç izlemedim bile. Size direk ön yargılarımı sunmaktayım.
Artık bu edebiyattan sıkılmanın vakti gelmedi mi ki acaba? milliyet nedir ki? insanların doğar doğmaz sahip oldukları ve ömür billah değiştiremedikleri şeyler için neden insanları ayırırız, sınıflandırırız ve onlara buna göre muamele ederiz ki... Çok iğrenç gelmiyor mu size de? Diziyle belki hiç alakası yok; ama dolmuşum sözlük. tutamadım kendimi.
,,,bir başka çocukluk.
Oradaki Kürt kardeşlerimizin uğradığı vahşeti, yine kürtlerin, kendi halkına ihanetini anlatacak eli-yüzü düzgün bir film yapılamazmı yaaaa.?
yine hamasi edebiyat, iki ölçek vatansever kamuflajlı milliyetçilik aşılayan bir dizi gibi geliyor bana. kahrolsun insanoğluna dayatılan her türlü doktrin!
daha önceki örneklerine göre "soft" olmasından mıdır bilinmez, söyledikleri daha bir itibar edilmiş olur. lakin mahsun kırmızıgül'ün "sen ölünce şehit, ben ölünce terörist olacam" muhabbeti bile daha oturgaçlıdır. putlara biat mümkün mertebe şiarımızdır.
dağ taş "önce vatan" yazıyordu mesela bizim orada. doğu anadolu'dan bahsediyorum, dersim'den. taş üstünde taş komazlardı ya nedense tek sabit kalan taşlar "önce vatan" yazısındaki onlarca bembeyaz taştı ama mesela geceleri kurşunların gökyüzündeki dansını seyretmek de güzeldi çocukluğumdan bakınca. tunceli-elazığ il sınırı'ndan girene kadar pek sıkıntı yoktu elbette ama sınırdan sonra dağlar taşlar uçan kuşlar martılar filan "önce vatan"dı. her yerde ya "önce vatan" yada "ne mutlu türk'üm diyene". diyen mutludur elbette "önce vatan"ında. sonra sonra devlet baba espiriler yapmayı da öğrendi. bu kez sınırdan girer girmez her tepenin başındaki tankları, akrepleri filan görmeniz sıradandı haliyle, tabi "önce vatan"lar filan gırla. il merkezine kadar yol boyunca askerler, silahlar sonra taşlarla yazılmış koca koca vatan-millet-sakarya'lar yahut silistreler sonra yine askerler, silahlar ve en son il merkezi girişinde "gülümseyin, tunceli'de güvendesiniz" tabelası. biz de devlet baba'nın bu şen şakrak espiritüel haletiruhiyesinden kelli dörtayak gülerdik. kimliklerimiz yüzünden yarım saat beklemek de onurumuza dokunmazdı, hala dokunmaz. doğum yerimizi devlet baba görmeyince vallaha da unutuyorduk doğum yerimizi ama doğumdan kalma lekeler hep var tabi.
esentepe'deki bir tim noktasının birazcık aşağısında otururduk ve tim noktasıyla evimiz arasında tepeye 90 metrelik bir kuş uçuşu çıkışı yapabilirsiniz. mesafe takriben böyleydi de bu mesafenin bir yerinde o bembeyaz taşlardan yazılmış yazıyı okuyup dururduk heceleye heceleye;
"önce vatan..."
peki ya sonra?
sonrasını sormadık kendi içsesimizden başka kimseye. ama rahat durduk çünkü devlet baba adını yazmıştı dağlara taşlara. şimdilerde gazetelerin sizlere bağırdığı yalanları biz o vakitler harbi harbi görüyorduk. önceki gece "yeşil öldü" diyorlardı, sonraki gün biz yeşil namıyla mağrur adamı yol aşağı inerken görüyorduk. böyle zamanlarda öleni öldüreni sormak sevap değildir. sormak şüphe etmektir, şüphe etmek güvenmemektir. güvenmemek zamanla araştırmaktır, araştırmak zamanla karşı çıkmaktır ve karşı çıkmak "önce vatan"ı yok saymaktır...sonra gazeteler bas bas bağırır; "x köyü teröristlerce basıldı..."
köyümüzü devlet korurken(!) her nasılsa toplu halde yakılıyordu evler? yakanları da görmedik tabi ki değil mi? hem görsek n'olurdu ki, şahitliğimiz sayılır mıydı? "örgüt baskısı altında yalancı şahitlik kem küm vesaire falan filan feşmekan..."
böyle dizileri izleyin koçyiğitler. böyle dizileri izleyin ki o dağlarda hep baki kalsın "önce vatan"lar... asit çukurlarında, toprak diplerinde mezarsız yatanlar...
askerler çatışma ortasında. asteğmen oğuz ve hemşire aylin yaralı askerin yanına gitmesi gerekiyor ve gidiyorlar.
asker: şükürler olsun.. gittiler
dr. bülent: nasıl gelecekler?
türkiye'de dizi sektörünün nasıl da sinema, sanat ve senaryo özürlüleri tarafından işgal edildiğinin ispatı dizi. bu dizinin ayarındaki tek program tek türkiye ya da ölümsüz kahramanlar dizisidir. nefes bile bundan daha kalitelidir.
ilk iki bölümünü yayınlanan vatan millet sakarya dizisi.
acitasyon hat safhada. doğrusu oyuncular iyi iş çıkartıyorlar.
kürt türk düşmanlığı körüklenirmi?
ayrışma mı yaratır birleşmemi? bilemem ama tutacağı aşikar olan dizi.
daha yemin etmemiş hala asteğmen öğrencisi olan askere kura çekiminde rütbe takan dizidir..
doğrusu rütbe yerine öğrenci numarası olmalıdır..zira kura yemin töreninden önce yapılır ve bu yüzden kura sırasında hala öğrencisinizdir..
hemşire kızımın şehit kardeşi, bilindiği üzere. bu kez şehit olmuş abisinin arkadaşı, kendisinin sevdiceği kollarında ölüveriyor.
aynı bölükten, daha önce komutanını bırakıp düğününe gidemeyen kahraman erimiz de bacağını kaybediyor, bir taraftan komutanı için ağlarken diğer taraftan evdekiler görmesin diye kartondan bacak talep ediyor, bunu duyan tabip komutanları da iki gözü iki çeşme oluveriyorlar.
bırakın ya! olmuyor böyle şeyler!
bu sınırlar içinde yaşayan ve ateşlenmeye hazır bir savaşın potansiyel askerleri olan iki ulusun bireylerini niye kışkırtıyorsunuz? yeterince gerginlik var zaten, niye ateşe körükle gidiyorsunuz?
nedir amaç? niye bu kin? birlikte yaşamayı öğretmeniz gerekirken niye kan sürüyorsunuz ellerinize, ellerimize? bi siktirin gidin, siz olmadan daha kolay çözeceğiz biz sorunlarımızı. elinizdeki çomağı da götünüze sokun mümkünse. istemiyoruz biz onu!
pkk'nın bölge halkı açısından arzettiği tehlikeyi, resmi devlet güvencesi ve desteğiyle anlatmanın zorunlu olduğu yıllara götüren dizi. jitem'den bahsetmeden, onun yaptığı kanlı terörist eylemlerden bahsetmeden anlatılan terörist eylemler pek birşey ifade etmemektedir. helikopterle yer göstersin diye alınan yaralı pkk'lıların işleri bittikten sonra nasıl helikopterden atıldığını, ölü ele geçirilenlerin kulak, göğüs ve bilimum organlarının nasıl kesildiğini ve verniklenerek nasıl hatıra olarak saklandığını bilmeyen yokken bu dizinin halen böyle mal gibi şeyleri gerçekmiş gibi gözümüze sokmaya çalışması bildiğiniz ahmaklığı, "evet böyle olmuştur" diye inanan binlerce insanın da dangalaklığını görmemize vesile olmuştur. öğretmenlerin öldürülüşüne değinmesini bilirken, yine aynı bölgede olmuş ve korucu olmadıkları için öldürülmüş, yerinden kovulmuş insanlara da değilnseydi belki o zaman gerçekçi bir öyküyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirdik. görünen o ki anadolu ajansı tadındaki uydurma hikayelerle birileri ölen insanların kanından para kazanıyor. birileri de buna oh ne güzel olmuş diyebiliyor.
gerçeklerin anlatıldığı dizidir, teslim olan teröristlere dizidekinden farklı asla davranılmamaktadır. bendeniz yakalanan bir kadın tetöristin çay içermisin sorusuna "ben tc'nin çayını içmem" dediğine şahit olmuşumdur ve kendisine asla kötü davranılmamış ve helikopterle merkeze gönderilmiştir ancak teröristler o bölgeye giden ve kürt çocuklarına öğretmenlik yapmaya giden öğretmenleri öldürmüş ve o bölgenin halkının yararı için giden sivil insanları infaz etmişlerdir. o yüzden hiç kimse oradaki türk askerini kötü, teröristi iyi gösteremez.