namazların en kolayı cenaze
bir kış bahçesi bizans'tayız
islam devriminin beşinci yıldönümü gecesi
şair çocuk cağloğlu'nda smokinli
çarşaflı iranlı kadınların arasında
kastamonu'dayız sanki panama şapka
bir çarşamba gecesi
önemliyken söylenenin her hecesi
ne çok konuşuldu hiç bir şeyden hü
bir pahalı meyhane peçetesi üstüne
yazılıyor durum muvacehesi
hep mi kısık ki herkesin sesi hü
bir kalabalıkta bulunma
duygusunun kaygusu
elde varken sıfır
her cümlenin sonu var
fakir yoruldu sen oyna
gönlümü iç içe çemberlere bölmüşler
her çemberi başka kadın dürtükler
gecelerin tedirgini
rastladığının sevgilisi
amerikalı zencinin karısı
akreptir burcu
izmir'in sıcağı
her nasılsa korurum bu kadından iffetimi
demek korunabiliyor da kimi zaman
yakalanmaz bir kuştur
mimi'nin terme üzerinden kaçışı
ve bile bile ladestir bindiğim at
ne güzel düşlerle doğrulup yataktan
ne piç olmuş günlerimiz vardır
yok etmek istercesine buruşturarak çarşafı
hasta bir kadın yatağında yatıyor
elinde sağlık üstüne atasözleri
hekim kapı tokmağını aşındırmakta
zakire hanım buz koyar başına
birden zil çalar
bir at gelir siyah
atlar yatağa kadının üstüne çıkar kişner
zakire hanım iyileşir vişne yer
terme'nin en kuvvetli cincisidir
hiç olmayacak şeyler oldu terme'de
fahri'nin ağbisi içkiyi bıraktı
mimi terme üzerinden portekiz'e kaçtı
mimi'nin gemileri yeşil direkli
sabah sabah kendi evimden kaçtım
günaydın beyoğlu sanki bekarım
merhaba yeşil çuhalı kahve çayları
ilk oyunu oynadı ikinciye gelmedi ulvi
sheraton'da oda tutmuş içiyormuş
gittik bulduk ağlıyor boynuma sarılıyor
sırtında kırmızı ortaoyuncular tişörtu
ayni gece cam çerçeve kırıyor
nilgün diye inleyip
la paix'ye yatırılıyor ulvi
kendini beğenmişlik kendini beğenmişlikle evlenir
şişelerin dibine gemileri ben sokmadım yar
senin gözlerin avaz
kavuşmamız yakışık almaz
bir bıraksam dizgini
olmaz
bir bırakmasam yar
sorumluluğu dışarda bırakmanın sevinci
bahçedeki ağaçlardan biri
demin gene büyüdü
gözlerimde gördüm yar
nasıl düşünebileceğimi düşünüyorum
senden ayrılmayı
sensiz yürüdüm meğer yol uzun
sensiz oturdum orda yar
meğer çiçekler yoklar
o beyaz kır çiçeğini kuruttum elbet
kaçırır mıyım böyle bir antolojik fırsatı
sen de bunu biliyordun
ben seni hiç aramam
sen de bunu bilirsin elbet
asıl felaket
kurusa da geveze bu çiçek
çalıp çalıp içiyorum artık babamın rakısından
onun sağlığını düşünüyorum
babam az içsin
çocuğum bana bir şey olmaz ki
babam yatar yatmaz çalarım misafir cıgaralarından
biz de biraz misafiriz babamızın evinde
yakarım hisar cıgarasını
tam çekerim dumanı
babam kalkar yürür uzun koridoru geliyordur eyvah
söndürürüm cıgarayı pamuk çocuk elimde
tekrar yatar babam
sürerim dişmacunu elime
yakarım cıgarayı yeniden
taflan köyü ilkokulu öğretmeni aysel
toprak mahsüller ofisi kampında
kırmızı karanfil takar kulağına
gözleri batan güneş
eli omuzumda havalanacakmış gibi kanat çırpıyor
küçük parmak ayağını yerden kesti kesecek
tutsana kızım şu omuzumu
bir frenk şarkısını az yanlış çalarken orkestra
gözüme bak üst cebimde ne işi var gözünün
bu kadar utanmamızı niye çıkardık piste
aysel hanım lütfen belime sarılır mısınız
yazmak zaten sevişmek
daktiloyla cinsel ilişki
daktilomuz kız oğlan kız
yaz boz yaz boz
yazılan yatılmış bir kadın gibi
lisesli kızlarla yatıyorum
benim üniversitelerim çoktan bitmiş
maksim gorki taksim'de *
dokuzyüzyetmiş sonbaharı çocuk
altıbuçuk ekim
civciv'leyim
donanma cemiyeti çay bahçesi
öpüşmelerle ayakta duran yağmurlu gece
yıllar sonra erdim ki işte buydu aşk
civciv kazanamaz sınavı
gidecektir izmir'e everilmek için eniştesinin kardeşiyle
kurtarmak için çatırdayan evliliğini kız kardeşinin
ablasını çok sever gidecektir izmir'e
kal diyorum kalırsan karım olursun
bu duyguyu ilk duyuyorum
karım diyorum
bu sözcüğü kendi ağzımdan ilk duyuyor kulaklarım
birdenbire tanıyorum aşkı delirmek üzereyim
meğer aşk bu
denizi doldurmak için dökülmüş beton direklerin üstündeyiz
sırtımıza güneş doğdu
akademinin hademesi çöpleri döktü denize
öpüşe öpüşe bulduk istanbul'un yitirilmiş sabahını
bir baktık ki gün olmuş
kız kulesi şakırdıyor su üstünde
civciv'in ablası piliç gelir izmir'den
otururuz konuşuruz
civciv bizans'ta kalacak iş bulunacak ev bulunacak
gelecek yıl yeniden girecek sınava kazanacak
civciv bana emanet der yoksul
ve fakat yoksuldur ödeyemez çay parasını
varımız yoğumuz aşkımızdır
bir karadeniz türküsünün bittiği yerde biz başlarız
kalkar gider büyük gözlü balıklar tabaklarımızdan
geçmişi katar esrikliğimize hiç durulmayan anason
üşümüş bademleri getirir çok üşümüş adam
yıllar sonra erdim ki işte buydu aşk
kim biliyor o sıralar
paris'e uçak diye düşerek şak diye ölecek civciv
civciv gidecektir ama gene gelecektir
ramazanın başladığı gün başlayacaktır aşkın orucu
bu dördümüzce de bilinmektedir
ramazana çeyrek kala altıbuçuk ekim
konak sinemasında buhranlı günler
yağmur ile çıkarız sinemadan
civciv uğur hasan
yokuşlardan mokuşlardan ineriz mekteb-i nefise'ye
orasıdır evimiz
şemsiyeler açarak öpüşürüz sokakların ortasında
yıllar sonra erdim ki işte buydu aşk
civciv benim ben civciv'in bekçiler ne karışır
on liraya teskin olur bekçiler
sabah olur çayı bile içemez çatlamış dudaklarımız
orta yerimize ince ilmiklerle bir gönül dokundu
dokunmayınız
(Gündeste, 1986)
gözleri karadenizi bakan mangal yürek sadık
sıkılmış erkan'ın çevirdiği filimi dinlemekten
erkan susamıyor
erzincan'dan gelmiş ankara'ya
demiryolu bekçisi başkentte
ankaralıyım diyor
bir gün bir bakıyor demiryolu kıyısında filim çekiliyor
bir artis koşuyor iki demiryolu bekçisi kovalıyor
ben de kovalasam demiş erkan
olur demişler
kovalayan sayısını üçe çıkarmış recisör
maksat yeşillik olsun
filim zengin dursun
filimin oyuncuları pek tanınmış değil
erkan tanımıyor yani
yılmaz diye bir çocuk almanya'dan gelmiş
filmin masraflarını karşılayarak başrol
bir de cüneyt arkın'ın filimlerinde dayak yiyenlerin yakışıklısı
bir de erkan
fakat ne filimin adını biliyor ne firmayı
filim çevirmiş seyredememiş ona yanıyor erkan
az sus la az sus
dedi mangal yürek laz şair sadık
erkan susunca sadık özgeçmişini anlatmaya başladı
en doğal şeyleri olağanüstü ve uzay ötesi sanarak
bir cıgara içip çıktım istanbul'un sisine
dörtyüzseksenikinci günü askerliğin
bir oyunun finalini yazmamışım provası sürüyor
her yazdığımı yeniden yazıyor keskinoğlu
yazasım geçti daha oyun bitmeden
küçükken
tersanedeki işçilere imrenir
sabah salep saatlerde şişhane'ye inerdi
okula giderdi
büyüdü tersanede işçi oldu
terslik bu ya
okula giden çocuklara imreniyor şimdi
babamın o beldeye başkan seçildiği
günün akşamı
tiyatrocu olacağım
demişim anneme
deli misin sen
demiş annem
diyalog bu kadar
o gece hiç uyumamışım
misafir odasındaki büfeden konyak çalmışım
herkes yattıktan sonra
bir yüksek yapının en üstündeyim
zambakların arasından görünüyor deniz
samsun ayağımın türabı
ilerde duran trenlerden biri çekti gitti birden
bana mı bozuldu dersin
adamlar var
sanki yollar
onlarınmış gibi yürüyorlar
yolların ortalarından
hiç yüz vermeden kaldırımlara
indirimlere
adamlar var
adam değiller
sanki adammış gibi duruyorlar köşebaşlarında
adamlar yok
adamlardan çok sıkılarak
içeri girdi tomris uyar
bir cin tonik söyledi öğlene çeyrek var
otuzbir mayıs seksenüç park kafeterya
ayıplarım yüzüm vurma
yüzüm kırılır
içimden kopuk bir deniz atı
yumurtasız civciv masalları
karda geyikler dolaşır
dumanları kovalarım karın üstünde
dağın içinden deli gibi gelen ırmak
yorgun akar bahçenin dibinden
bahçe biter yeşillik biter yeşilırmak başlar
bakma bezgin aktığına
yüzemezsin boğulursun
çok kaltaktır kaç çocuğa mezar olmuş deli ırmak
benle yaşıt benden uzun kavaklar
zurnanın son deliği gibi suskun
martın yedisi
ağaçlara su yürüme zamanı
öğretirler insana beş parasız yaşamayı
öğrenirsin
yaşarsın
yürekleri eze eze yürüyorum
otuzüç yaşın aşk dikenli yollarında
yüreğim stabilize
eziklikler bırakmadayım ardımda
dönüşte yolu bulabilmek için midir ne
ancak bunun ahı vardır
sanırım çıkacak fakirden aheste
her zaman da rast gitmez ya bu işler
hazreti kazanova
memnun oldum ben de amiral bristol
ramazanız ankara'da huzursuz
eyyambuhur yağmurlar yağdırmaktayız
haziranın başına çoraplar örer gibi
haziranız kusurumuz bakılmaz
huzursuz ifadeler verildi
başkentimiz sarı sıcak
ankara'mız yarın daha yeşil olacak
kuğulu park olacak ancak kuğular rahmetli
dikerseniz kanatlarını mavi iplikle
buna kuğu dayanmaz kardeşim
yürek dayanır mı ki
hasbel güzin abla bulunuyoruz başkentinizde
zarar ile ziyan ile kapandı
umudumuz ankara turnesi
kağıt mendillerden ürkülüyor
belki nezle son yasak kanun gücünde kararname
taksi sürücüleri dik durmamdan ürküyorlar
belki birisiyim
birilerinin bir bileniyim belki başkentte
selam veren verene
fotokopi yüreklerdir boynu bükük gezerler
eğer bu nizami yürüyüşe gezmek denirse
el sıkmayı bilmeyerek çok canımı sıkıyorlar
çok sıkıldım ankara'dan
eyvallah
bir zamanlar
kürtler tutmuşlar su başlarını
sıkıysa bir azeri gelsin yudum su içsin
masal bu ya
mohikanlarla siular gibi mi yani
ne ilgisi var efendim
ne ilgisi yok
yüksek yüksek kaldırımlar
onaltı yaşımdayım
onsekiz duruyorum
utanıyorum
başım önümdeyim
orta yaşlı bir sarışın güzel kadın
mayısın yirmialtısı
yürüyorum tünel'den taksim'e
dudağımda bir simitçi ıslığı
savul ulan beyoğlu
erkek oldum
karyola gıcırtılı çarşaflarında çocukların unutulduğu
kerhaneden geliyorum *
gayet dante yıllarım
babası da gelir izler
525. oyunda nihayet
mimar olamayıp
molyer olan oğlunu
yaprak gibi zangırdar fakir
kısılır sesi soluğu
boru değil babam bu
utanarak sıkılarak başlar bu kez köçekçe
köçek mi olacaksın
demiş olan ak saçlı adama karşı *
yağmur yağınca ıslanan
ve dolayısıyla satılamayan simitler
ne oluyor örneğin
atılmıyor bu kesin
çöp çöpe atılamıyor gözümüz korkmuş
evlerimiz birer çöplük
simit edilmiş emek atılır mı hiç
rutubeti sineye çekmiş zavallı simitler
o gece röfırıne oluyor
simitler çok bozuldu civanım *
ısparta'nın bir köyünde nişanlıyken çok anlamsız
gelmiş askere remzi onaltı yaşında çok anlamsız
bir arkadaşı kaçırmış nişanlısını
anlamsızlıklar sürüyor
her gün köye mektup yazıyor remzi çok anlamlı
bir mektubu postalıyor
bir ikinciye başlıyor keşke öyle yazmasaydık diye
hemen onu attırıyor postaya
daha doğru dürüst bir mektup yazmaya oturuyor
koğuşçu remzi çok anlamsız
altıyüzon mektuba bölmüş askerliği
günü mektup ediyor
ziya ül hak'ın orduevine geldiği gün
bitti askerliği hasan'ın
göndermiyorlar o gün
çünkü ziya hasan'a geliyor
gelir gelmez nerde hasan diyecek
bir gün de ziya ül hak'a askerlik yapıyor hasan
yetmişbeş arabayla geldi çok bavul pakistan heyeti
esselamün aleyküm saat onbir onbirde
öylesine karıştı ki orduevi tam firar zamanı
ziya'nın gelişinden ondokuz dakika sonra çıktım orduevinden
firar yasak değil ya
yirmibeş ağustos seksendört cumartesi ikindisi
indim yeşilköy'e yaralıyım lan bizans
bu kez çok halsiz geldim
yara sarman var mıdır ki istanbul
üç yıl oldu ben denize girmeyeli
akciğer filmi sedimantasyon testi
ameliyat zatürresi narkoz şeytanirracim
sen doktora gitmeye gör
yeni çıkan hastalık çok
yeni çıkan antibiyotikleri satıyor
türedi hastalıkların
antibiyotikçi olsam hastalık türetirdim
yapışkan sürmüştüm duvara
pencerem açık
odama bir kelebek girmiş
akılalmaz fesatlardır kadınlar üretir sen şaşakalırsın
ingiliz dartford kenti
kavaklı mehmet adanalı hanefi
üçte kapatıp beşte açıyorlar pub denilen meyhaneleri
bir ezgiyi duvara çiviledik ki
hiç bitmeyecek bu sıfatsız türküler
mutluluğumun nedeni fındık kabuğunu doldurmaz
incir çekirdeği denli derinde
muska sevgilerimdir
istanbul'u yürüyoruz hiç konuşmadan
onu eve bırakma süresi uzasın diye
yağmur da olsa yürürüz üç aktarmalı yolları
otobüse binmek meteorolojinin emriyse
jüpiter'in emri olur son durağa dek gtmek
dönüşte iner sevgilim
yan yana durmaklığın süresi uzasın diye
biliyor benim kıza asıldığımı
o da asılıyor
hep böyle yapıyor bacanak mesut
gayet ferah feza heriftir
yanında top patlasa tütün sarar denize karşı
ince kumral bıyıklarında duman
akılalmaz fesatlardır bunlar bacanak
kadınlar üretir sen şaşakalırsın
emirgan korusunun yasak bölgelerinde
bekçilerin kovaladığı yasak öpüşmeler
mazgallara çıkılır rum elinin hisarında
hisar'ın bekçileri uzun uzun düdük çalar
ağır ağır kapanır ardımızdan
sultanlara törenlerle açılan dev kapılar
bir mayıs otobosüne bindiririz muşmula sevgimizi
amca iki öğrenci
en arka köşede ayakta dururuz
el ele tutarız biletçiden gizli
çünkü biletçi her nedense bozulmaktadır böyle şeylere
bacanak mesut karısından boşanır strazburg'ta
avrupa konseyinin önünde bir tokatla
kuş gibi hafif varabilseydik franburjuva tavernasına
akılalmaz festalar bunlardır işte kardeşim
kadınlar üretir sen şaşakalırsın
minarelerin arkasında güneş
kızardı müezzinler
dalgaların içine attığım şarap şişesi
dimdik duruyor suda
işediğimiz yer nasıl da köpük köpük
marmara'yı kesiyor
bir ada vapuru bıçak
bende benden çoksun senden kira almalıyım istanbul
soluğan bir dalga ayırdı bizi
içi saman dolu beyaz bir köpek
geçti aramızdan yıldız
kalorifer borusunda tıkırtı
geceboyu dolaştı durdu yıldız
türen'de aristokrat bir şatoda şarap şişelemekteyiz
bindokuzyüzkimbilir
fırıl takla atıyor bellek
yumak düğüm anılarla gerçek
akılalmaz fesatlardır kadınlar üretir sen şaşakalırsın
sendeki sen kokusu istanbul hü
mavi keten ağustosu yumak sakal eylemiş
hoca hüseyin geldi
hoca hoca oturdu
bir şey sordular mütebessim suskunluk buyurdu
bakışlar kazablanka
gölköy'de o ramazan
tatilin feylesof genel kurulu toplandı
gazap üzümleri
kasap hüzünleri
herkesin hüznü birinci mevkii
aslıyok yaylasında yüz koyunum senin olsun
bir karyola uğruna manitu
ne güneşler batıyor
tüyap fesatlar fuarı
kadınlar açıyor kadınlar kapıyor