samoa kabilesindeki insanlara özenmeme sebep olmuş kitaptır. insan kitabı okuduktan sonra diyor ki:''ulan keşke samoa kabilesinden biri olarak dünyaya gelseydim.''
--spoiler--
Papalagi, yuvarlak metali ve ağır kağıdı sever. Katledilmiş meyvelerin suyunu, domuz, sığır gibi korkunç hayvanların etini midesine indirmeyi sever. Ama hepsinden çok sevdiği bir şey vardır ki bunu kavramak mümkün değil: Zaman! Onun uğruna dünyanın patırtısını kopartır, saçma sapan konuşur durur. Güneşin doğuşuyla batışı arasındakinden başka bir zaman olmamasına rağmen yetmez Papalagiye yine de.
Zaman Papalagiyi hep mutsuz eder. Büyük Ruha yakınır da yakınır, daha fazlasını vermedi diye. Hem de her yeni günü belli bir plana göre bölüp parçalayarak Büyük Ruha ve onun hikmetine etmediği hakareti bırakmaz. Çalı bıçağıyla yumuşak bir Hindistancevizini boydan boya keser gibi böler günü. Her bir bölümün ayrı adı vardır. Saniye, dakika, saat. Saniye dakikadan küçüktür, dakika da saatten.
Hepsi birden bir saat eder. Bir saate varmak için altmış tane dakika, bir sürü de saniye gerekir.
Bir hastalık olduğunu düşünmeme rağmen yine de bir türlü kavrayamadım bu işi. Zaman hiç yetmiyor! Zaman dört nala kalkmış kırat gibi koşuyor!, Biraz daha zamanım olsa! Böyle sızlanır durur beyaz adam.
Hep söylüyorum, bunun bir hastalık olması lazım. Çünkü, diyelim ki beyaz adamın içinden bir şey yapmak geçiyor. Yürekten istiyor hem de. Belki güneşlenmek, belki de ırmakta kanoyla dolaşmak istiyor. Ya da canı sevdiği kızı çekiyor. Hemen her seferinde aynı düşünceye kapılıp, bastırır bu isteğini: Keyiflenmeye zamanım yok
Oysa zaman orada öylece durur. O ise en iyi niyetle bile görmez onu. Zaman alan binlerce şey sıralayıp, yakına yakına işinin başına çöker. Ne zevk, ne de eğlence verir işi ona. Üstelik kendinden başka zorlayan da yoktur onu.
Sanıyorum ki çok sıkı tuttukları için zaman, ıslak elden kayan yılan gibi akıp gidiyor ellerinden. Zamanın kendisine gelmesini beklemez. Kollarını açıp, yakalamak için peşinden koşar. Zamanın huzur içinde güneşin altına serilmesini kıskanır. ister ki hep yakınında olsun, şarkı söylesin, iki laf etsin. Oysa zaman sessiz ve uysaldır, huzur ister, güneşin altında döşeğine uzanıp yatmak ister. Papalagi zamanı tanıyamadı, anlayamadı. Bu yüzden kaba gelenekleriyle hor kullanıyor onu.
Ah sevgili kardeşlerim! Biz zaman için hiç dertlenmedik. Onu olduğu gibi sevdik. Siz hiç peşinden koşmadınız zamanın. Ne dertop etmeye ne sonra parçalamaya çalıştınız. Zaman bize ne az geldi ne de bıkkınlık getirdi. Hepimizin istediği kadar zamanı var, biz de onunla yetiniyoruz.
...
BiR AVRUPALI'YA sevgi tanrısından söz edecek olsan, yüzünü buruşturur ve güler. Ama pırıl pırıl bir yuvarlak metal ya da kocaman bir ağır kâğıt uzatacak olursan, o an gözleri parıldar ve ağzından salya akar. Onun sevgisi paradır, tanrısı para. Beyazlar uykularında bile bunu düşünürler. Onların ülkesinde güneşin doğuşundan batışına kadar parasız hiçbir şey yapamazsın. Daha doğar doğmaz para ödemeye başlarsın. Öldüğünde de, öldüğün için ailen para ödemek zorunda kalır. Ayrıca bedenin toprağa verildiği için ve mezarına dikilen taş için de para ödemek gerekir. Birçok beyaz adam, başkalarının kendisi için kazandığı paraları üst üste yığıp, bunları çok iyi korunan bir yere getirir. Sonradan da üstüne ekler durur. Günün birinde öyle bir an gelir ki kimsenin onun için çalışmasına gerek kalmaz. Çünkü parası tek başına onun için çalışır. Büyüye başvurmadan bunun nasıl gerçekleştiğini öğrenemedim, ama gerçek bu. Beyaz adam köşesinde uyuklasa bile, paraları bir ağacın yaprakları gibi durmadan çoğalır, sahibi de giderek daha fazla zenginleşir.
...
PAPALAGi (beyaz adam), tıpkı bir midye gibi, sert bir kabuğun içinde oturur. Toprak kurdu gibi, taşların arasında yaşar. Sağı, solu, altı, üstü hep taşlarla örtülüdür. Barınağı dikine duran bir taş sandığını andırır, çok sayıda gözü olan delik deşik bir sandık. Bu taş kabuğa tek bir yerden girilip çıkılır; Papalagi bu yere, içeri girerken "giriş", dışarı çıkarken de "çıkış" adını verir, oysa ortada tek bir delik vardır.
Barınağa girmek için büyük bir güçle itilmesi gereken ağır bir tahta kanat vardır. Kimi barınaklarda, bir Samoa köyünde yaşayan insanlardan çok daha fazla insan oturur. Bu nedenle görüşmek istediğin ailenin adını kesin olarak bilmen gerekir. Her aile bu taş sandığın belli bir bölümünü kendine ayırmıştır. Bir aile diğerlerinin ne yaptığını bilmez. Sanki onları yalnızca taş duvar değil, birçok ada ve deniz ayırıyormuş gibi. Giriş deliğinde karşılaştıklarında ya isteksizce selamlaşırlar ya da düşman böcekler gibi mırıldanırlar. Gören de bir arada yaşamak zorunda kaldıkları için hiddetlendiklerini sanır.
...
PAPALAGiNiN bütün bilgeliği gazete adını verdiği bu kalabalık kâğıtlara dökülmüştür. Her sabah ve akşam kafasını bunlara gömmek zorundadır. Yeniden doldurmak, doyurmak için. Böylece daha iyi düşünebilsin, kafasının içinde daha çok şey olsun diye. Tıpkı, muzları yiyip, gövdesini adamakıllı dolduran atın daha iyi koştuğu gibi. Uykuyu savdıktan sonra Papalagi'nin eline aldığı ilk şey budur. Okur. Gözleri kâğıdın anlattıklarını deler geçer. Avrupa'nın en büyük şeflerinin neler söylediklerini okur. Ne denli budalaca olursa olsun hepsi kâğıtta yazılıdır. Papalagi buna: "Olup biten herşey hakkında bilgilenmek" der. Güneşin batışından bir sonraki batışına kadar ülkesinde olan herşey hakkında bilgilenmek ister. Bir tek şeyi bile kaçırsa küplere biner.
Gazeteyi bir kere okudun mu, artık dostların ne düşünüyorlar, ne yapıyorlar, neyi kutluyorlar diye Apolima'ya, Manono'ya gitmene gerek kalmaz. Sen döşeğine uzanırsın ve kalabalık kâğıtlar sana her şeyi anlatır. Bu çok güzel, çok keyifli gibi görünebilir, ama aslında sadece bir yanılgıdır. Çünkü diyelim ki kardeşlerinle karşılaştın ve hepiniz önceden kafanızı o kâğıt kalabalığının içine soktunuz. Herkes kafasında aynı şeyleri taşıdığı için, birbirinize anlatacağınız yeni özel bir şey kalmaz. O zaman ya karşılıklı susuşursunuz yahut kâğıtta yazılı olanları tekrarlayıp durursunuz.
Kalabalık kâğıtların asıl kötü yanı şunun bunun hakkında, ulu şeflerimiz hakkında, başka ülkelerin şefleri hakkında, olup biten ve insanın yaptığı her şey hakkında nasıl düşünmemiz gerektiğini söylemeleridir. Gazete, bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye çalışır. Tüm insanların kafasını ve düşüncesini ele geçirmeye çalışır. Bunu becerir de. Sabah kalabalık kâğıdı okursan, öğlene diğer Papalagilerin kafalarında ne taşıdıklarını bilirsin.
Yanlış hayatlar mekânı ve kalabalık kâğıtlar Papalagiyi bugün hak ettiği yere getirmiştir: Gerçek olmayanı sevip, gerçek olanı ayırt edemez hale gelen; Ay'ın suretini Ay sanan, yazılı hasırları hayatın yerine koyan, güçsüz, aklıkarışmış insanlar.
...
Her Papalagi'nin bir mesleği vardır. Bunun ne olduğunu anlatmak pek kolay değil. Aslında çok istenmesi gereken, ama hiç istenmeyen bir şey gibi. Bir meslek sahibi olmak sürekli aynı şeyi yapmak demektir. Mesela ellerimle kulübe yapmaktan, hasır örmekten başka hiçbir şey yapmasam, kulübe yapmak ve hasır örmek benim mesleğim olurdu...
Papalagi'nin, nehrin dibinde yatan taşlar kadar çok mesleği vardır. Yapılan her iş bir meslektir. Birinin ekmek ağacının solmuş yapraklarını toplaması bir meslektir. Birinin yemek kaplarını temizlemesi de meslektir. Bir şey yapılıyorsa orada bir meslek var demektir. Elle ya da kafayla. Kafanda düşünceler olması ya da yıldızlara bakmak da meslektir...
Örneğin bir Papalagi, ben bir tussi-tussi'yim diyorsa, başkalarına mektup yazmak dışında hiçbir şey yapmıyordur demektir. Uyku döşeğini kaldırıp katlamaz, aşevine gidip kendine bir meyve kızartmaz, kendi yemek kaplarını temizlemez. Balık yer, ama balık tutmaz, meyve yer ama ömründe ağacın dalından tek bir meyve bile koparmaz. O başkalarına tussi yazar, çünkü tussi-tussi bir meslektir...
işte, böylece rengarenk bir tussi yazabilen birinin kanoyla nehre açılması ve geri dönmeyi bilmesi gerekmez. Meslek sahibi olmak, yalnızca koşmak, yalnızca tat almak, yalnızca savaşabilmek demektir. Yalnızca bir şey yani.
Bu, yalnızca tek bir şey yapabilmek büyük bir eksiklik ve tehlikedir. Çünkü herkes günün birinde kanosunu nehirde yüzdürmek zorunda kalabilir.
*Tussi= Mektup; Tussi-Tussi: Mektup yazıcısı
Göğü Delen Adam / "Papalagi"
Güneydenizi Şefi Tiavea'lı Tuiavii- Erich Schuermann, Ayrıntı Yayınları
--spoiler--
başucu kitabı haline getirilebilecek bir kitap. okurken kitabın üzerine kısa notlar alabilir, kendiniz de bir takım karşılaştırmalara gidebilirsiniz. kesinlikle insanın eleştirel bakışına bir şeyler katan, insanın günümüz modernizmine bakış açısını değiştiren bir eser.
papalagi sözcüğünün hikayesi ise şudur; misyonerler ufukta beyaz bir yelkenliyle gözüktüklerinde samoa yerlileri bunu gökte açılmış bir delik olarak yorumladı. işte yabancı adam açılan bu delikten çıkıp gelmişti.
uzun zamandır okuduğum en etkileyici kitap. medeniyetten uzakta yaşayan bir insan nasıl olur da medeniyeti bu kadar yerinde ve doğru tespitlerle anlatabilir, akıl erdirilmesi güç. (bkz: #840376) özellikle bu adresteki ev alıntısı en etkileyici alıntılardan birisi. samoa'ya gidip o yerlilerin arasında vakit geçirme, o bilgelikten sonuna kadar yararlanmak istiyor ama artık göğü delenlerden birine dönüştüğümüz için bu mümkün görünmüyor. "eğer insan çok fazla'şey'e gereksinim duyuyorsa,bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir."
içeriğinin ne kadar şef Tuiavii'nin, ne kadar yazarın sözleri olduğu biraz tartışma konusu kalsa da, etkileyici bir eser. hep dünyanın uzak köşelerini egzotik ülkeler olarak görmeye alışmış avrupa'ya, o ülkelerden birinin egzotik ülke muamelesi yaparak baktığı bir anlatım çok ilgi çekici bir konsept oluşturuyor.