Bu zamanın insanının meseleleri bütün boyutlarıyla ve derinliğine ele alması neredeyse imkânsız. Çünkü hemen hiçbir konuyu boylu boyunca masaya yatırmanız mümkün olmuyor. Çünkü tartışılması bile düşünülemeyecek ön kabuller, ön yargılar var. Toplumsal hayata ilişkin pek çok şey tabulaştırılmış durumda. Onları aşarak meseleleri künhüne vakıf biçimde değerlendirebilmek, konuşabilmek çok zorlaşıyor. Bu da toplumsal meseleleri bir zihinsel itiş kakışın malzemesi olmaya mahkûm ediyor.
Özü gereği enine boyuna tartışılmaya en müsait olmayan alanın dini meseleler olduğu zannedilir. Bugün kısmen öyle gerçekten... Ama bu alandaki tarihi birikimin asıl ortaya çıktığı dönemlerde, yani bundan yüzlerce yıl önce; dini meselelerin en hassas, tartışılması en çok incelik isteyen başlıklarının bile işin ehli tarafından en küçük ayrıntılarına kadar rahatlıkla konuşulup, tartışılabildiğini görüyoruz. Öyle ki, bugün din adına ortaya atılabilecek neredeyse tek bir konu yok ki bu geçmişte ele alınmamış, konuşulmamış olsun. Bunun tek istisnası modern zamanların ortaya çıkardığı birtakım maddi yenilikler ve sonuçlarıyla ilgili meselelerdir ki, bu da çok doğal!
O eski zamanlarda bu konuşma rahatlığı ve zihin açıklığı sadece dini meselelerde değil; ahlaktan felsefeye, sanattan yönetim bilimine kadar hemen her alanda yaşanıyordu. Demek çağlar önceki insanlar ve toplumlar bu en hassas konuları bile tabulaştırıp kilitlemeden konuşabiliyorlardı. Yine tarihsel kaynaklardan biliyoruz ki; bu rahatlık onların kişisel inanç dünyalarında ya da daha genel bir ifadeyle değerler dünyasında bir zafiyet ortaya çıkarmıyordu. Aksine, yine aynı dönemler, bütün bu toplulukların büyük medeniyetler inşa ettiği, başta dini ve felsefi ilimler olmak üzere her alanda büyük birikimlerin ortaya çıktığı parlak dönemler olarak anılıyor bugün.
Sık sık içine düştüğümüz bir hata var; teknolojik gelişme ya da ekonomik büyümeyle medenî tekâmülü aynı şey sanıyoruz. Sadece yüzyılımızın son çeyreğine damga vuran görüntülerden oluşan on dakikalık bir klip yapsak bile bugün yaşananın medeni tekamül olmadığını kavrayabiliriz. Dünya bugün sahip olduğu imkânlarla daha fazla maddi şeye sahip olabiliyor belki ama daha medeni bir yer olmuyor, bu kesin! Sahip olunan maddi imkanları kullananlar, zihinlerinde bir medenî perspektif, bir insanî bilgelik taşımıyorlarsa eğer, oradan ancak modern vahşet tabloları, zulüm, adaletsizlik, nefret ve insanın zavallıca içine sürüklendiği tüketim anaforları çıkıyor sadece.
Meseleleri künhüne vararak konuşamıyor oluşumuzun görünen sebebi olan önyargılar ya da önkabuller, bizi insanın ve hayatın hakikatine az ya da çok dokunabilmekten uzak tutuyor. Bu önyargı ve önkabuller kendi kendine oluşmadı çünkü. Modern yaşama idealleri, dünyayı değiştirme iddiasıyla ortaya çıktıklarında eski dünyanın değerler sistemini yerle bir etmekle başladılar işe. insanlığı tümüyle maddi hedeflere yönelten bir geleceğe yürümeye ikna etmenin başka yolu yoktu çünkü. Şimdi tek boyutlu, içsel derinliklerini ve zenginliklerini kaybetmiş insanlar olarak anlamaya çalışıyoruz her şeyi. Önyargı ve önkabullerimizin izin verdiği ölçüde açarak zihinlerimizi. Sonuç ortada: Hepimiz bu küresel sığlaşma ve katılaşma içinde bencilliklerimize yapay değerler giydirerek ayakta kalmaya çalışıyoruz. iyi bakın her şeyin içini kendi kof insanlığımızla doldurmaya çalıştığımızı göreceksiniz. Çünkü her işe yalanın dokunulmazlığına teslim olarak başlıyoruz.