Yazının hemen başında ifade edeyim ki günümüzün yerleşik iş anlayışını ve mevcut çalışma ortamlarının büyük çoğunluğunu sadece kadınlar için değil, genel anlamda insan için de kabul edilebilir bulmuyorum. Buna ilave olarak kadının özgürlüğü konusunun, doğrudan kadının ekonomik özgürlüğüyle, daha dar anlamıyla kadının çalışmasıyla bağlantılı olarak tartışılması da çok anlamlı gelmiyor bana. Kadının özgürlüğü konusu bana göre bunun çok ötesinde bir şey ve yerleşik klişelerin dışına çıkılmadan, mesela çocukların belirgin biçimde bir "anne" ihtiyacı içinde olduğu dönemlerinde yabancı ellerin şefkatine terk edilmesi gibi daha acıtıcı kimi sorulara cevap aranmadan tartışılamaz. Görebildiğim kadarıyla bu konuyu bütün boyutlarıyla tartışabilecek toplumsal zemine henüz sahip değiliz. Buna maalesef 'dindar' kadınlar ve erkekleri de dâhil etmek durumundayız. Bu konudaki iyi niyetli ya da kötü niyetli bütün konuşma girişimleri koyu ve kırıcı tartışmalara yol açıyor. Kimse modern dünya ile kendi inandığı değerler arasındaki gelgitlerde düştüğü ikilemleri aşabilecek serinlikte bakamıyor konuya.
Bu meselenin bir boyutu ve neresinden bakarsanız bakın bu boyutuyla mesele teorik bir nitelik taşıyor. Bir de hayatın bugünkü seyri içinde ortaya çıkan bazı mecburiyetler var ki; bu tartışmayı en azından kimileri için "lüks" hale getiriyor. Bu toplumda o ya da bu sebepten çalışmak zorunda olan, hatta evin tek ekmek umudu olan kadınlar var, onların bir tercih yapma imkânları yok. Bu kadınların bir kısmı en tabii hakları olarak inançlarını da yaşamak, mesela başlarını da örtmek istiyorlar.
işte burada acıklı bir tablo çıkıyor ortaya. BiLKENT Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Dilek Cindoğlu tarafından TESEV Demokratikleşme Programı çerçevesinde yapılan Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık araştırması bu acıklı tabloyu açık seçik ortaya çıkarıyor (Sabah Gazetesi/19 Aralık 2010). Doç. Cindoğlu'na göre, "Başörtüsü yasağı kadınların sadece kamuda çalışmasının önünde değil, dalga dalga yayılarak özel şirketlerde görünür olmalarının önünde de, işe alımlarda da, terfilerde de, ücret politikalarında da belirleyici bir etken..."
Yine Doç. Cindoğlu'na göre, "Kamudaki yasaklar özel sektörü de etkiliyor. Bu durumu, yasağın 'yayılma etkisi' diye tanımlamak mümkün. Ayrıca başörtülü kadınların, iş bulduklarında da, çalışma ortamlarında yine bu yasağın etkisi nedeniyle 'görünmez' olmaları isteniyor. Ve bunu henüz işe alım aşamasında bir pazarlık konusu yapıyorlar. Birçok işverene göre ortalıkta fazla dolaşan, görünen bir başörtülü kadın kurumun imajını zedeliyor"
Asıl dramatik olan dinî inançları sebebiyle örtünen kadınların, kendini yine "dindar" olarak tanımlayan işverenler ve şirketlerce de benzer biçimde ötelenmesi... Araştırmaya göre, "Dindar ve muhafazakâr işverenlerin işe alma konusundaki olumlu yaklaşımı dindarlıklarından değil, başka yerde iş bulamayacak insanları düşük ücretle çalıştırma fırsatından faydalanmak istemelerinden kaynaklanabiliyor. Bu gibi durumlarda, şirketin dindarlığı, yaptığı ayırımcılığı rasyonalize etmenin bir aracı haline geliyor"
Bu gerçekten dramatik ve dehşet verici bir tablo... Önemine binaen bu konuyu bir sonraki yazıda tartışmaya devam edelim. Madem az çok bildiğimiz bu tablo, bu kadar görünür hale gelmiş durumda, o halde zülfüyare dokunmak da şart bu noktadan sonra...