adnan menderes havalimanı iç hatlarda, uçağının kalkmasına kırk dakika kala, tüm şehrin uyuduğu o saatte, kabak gibi tehlike arz eden uyuyakalma riskine rağmen uyukluyordu mert. son bir kaç saatte yaşadıkları bünyesine fazla gelmişti. olayın ilk şokundan mı, yoksa bardağı taşıran son damladan sonra akan damlaların fazla da bir şey değiştirmeyeceği gerçeğinden midir bilinmez, garip bir rahatlama hissi vardı üzerinde. tek istediği uyumaktı.
yarım saat içinde eşyalarını bavuluna yerleştirmiş, tam kapıdan çıkarken de kramponlarını unuttuğu gelmişti aklına. geri dönmedi tabi; kimbilir daha neler neler unutmuştu da, gün geçtikçe çıkacaktı meydana. yakın arkadaşı taner'i aradı takside.
-alo taner. ben istanbul'a gidiyorum. begüm'le ayrıldık.
+oğlum manyak mısın, ne diyorsun sabahın dördünde?
-gidiyorum diyorum, ayrıldık oğlum. işim yok artık burada.
+lan karı gibi triplere girdin de ananın evine mi gidiyorsun sıçtırtma bacağına! kır kıçını otur, sabah konuşuruz. ya da bana gelsene lan sen?
-gidiyorum aga, telefonla yer ayırttım zaten. haberin olsun diye aradım, bir kaç gün telefonu kapatabilirim ben, boşa meraklanma...
+ciddi ciddi gidiyorsun yani? karı milleti oğlum, çiçek miçek alıp halledemedin mi lan, neyi uzattınız bu kadar?
-ben ayrıldım zaten, olmuyo aga... neyse hadi şarjım az, görüşürüz mü diyeyim ne diyeyim bilemedim. ararım ben seni.
+aramamazlık yapma lan sakın! hadi atarlı genç, haber et bana...
---
uçağa binip koltuğa oturur oturmaz gevşedi vücudu... vücudu gevşedi gevşemesine de, kafasından o kadar çok şey geçmeye başladı ki hızla, uyumasına imkan kalmamıştı. ilişkilerinin kısa ve genel özeti beyninin arka plan görüntüsüyken, günün o bomba etkisi yaratan ve fazlaca iç acıtan diyalogları da sekme sekme açılıyordu kafasında.
üç yıldır devam eden bir ilişkileri vardı ve mert yaklaşık beş aydır begüm'ün evinde yaşıyordu. istanbullu olmasına rağmen, sırf begüm'ün "amaaan meeert, izmir'de de iş buluruz sana. hadi n'oluuur, yanımda kal biraz." şeklindeki serzenişlerine dayanamadığından ve izmir'e gelmediği takdirde begüm'ün çenesinin asla kapanmayacağını anladığından, kalktı izmir'e yerleşti. ve o hiç ısınamadığı izmir'de, hiç içine sinmeyen bir firmada, hiç de içine sinmeyen bir maaşla çalışmaya başladı, üç ay sonra da istifa etti. neyse ki, içine sinmeyen bunca şeye rağmen, gayet içine sinen ve yanına yakıştırabildiği çok güzel bir sevgilisi vardı.. yalnız o da son zamanlarda azıcık fazla mı göbek yapmıştı ne?
halı saha maçından gelmişti o gece mert. yorgundu. sıkıntılıydı da. rakip takıma 14-4 yenilmişlerdi. eve girdiğinde begüm esneyerek televizyon seyrediyordu.
-hoop, uyumadın mı sen daha?
-ya mert allah aşkına, gecenin ikisinde biten maç mı olur ya, şu allahın belası maç daha normal bir saatte oynanamaz mı?
-haydaa, sanki sol bek oynadın anasını satayım. sanane kızım, cefasını çeken biziz. anamız ağladı valla, yenildik bi de.
- bir dakka bir dakka, bir dakka dur kımıldama! ayağını kaldır bakıyım bi!
-n'oluyo ya?
-meeeert! allah kahretsin mert! çamurlu ayakkabıyla evin içine mi girdin sen??
-pardon mu? sen benimle dalga mı geçiyorsun yaa?? çamurlu ayakkabıyla evin içine nasıl giriyorsun? gerizekalı mısın sen?
- düzgün konuş!
- düzgün konuşmuyorum seninle, ayı!
- kızım ne diyorsun sen, bak ben ağzımı bozarsam fena olur!
- allah aşkına boz ağzını. gözümden daha fazla düşemezsin zaten. iğrençsin be, iğrençsin!
ağlıyordu begüm. çamurlu ayakkabıyla eve giren mert'e deli gibi sinirlendiği ve sinirini çıkartmaya bir kaç ufak hakareti yetmediği için ağlıyordu . mutfaktan bez aldı, bağıra bağıra ağlayarak yeri silmeye başladı.
- allah kahretsin seni yaa, sen nasıl düşüncesiz bir adamsın!
- begüm, sakin ol! abartma, çamur o be! bok değil!
- senden ala bok mu olur iğrenç yaratık, dayanamıyorum sana artık!
- begüm, ne diyorsun sen?
- dediğimi duydun! tahammül edilmez bir adam oldun artık sen.
mert, bir yandan begüm'e anlam veremezken, bir yandan da çok çok iyi anlıyordu onu. onca hır gür, kavga, bağırış, çağırış.. bunca zamandır, bunun gibi bir sürü kavgaları olmuştu zaten. begüm, normalde sesini bile çıkartamayacağı şeylere karşı inanılmaz tepkiler vermeye başlamıştı. bitmişti aslında. neyi zorluyorlardı ki daha?
- bu kadar dellenmenin sebebi sadece o allah'ın belası çamur değil, biliyorsun değil mi?
- neymiş?
- kendine delleniyorsun aslında, benimle hala birlikte olduğun için. benimle paylaşacak hiçbir şeyin kalmadı artık senin. bu yüzden, düzenli aralıklarla sorun çıkartıp nefretlerini sunuyorsun bana. böylelikle de rahatlıyorsun sanırım.
- mert, o koca ayaklarınla salona girip her tarafı çamur yapmışsın!
- begüm, allah aşkına ya, allah aşkına! bahane olur da, bu kadar mı olur?
- neyin bahanesinden bahsediyorsun sen?
- bitirmişsin kızım sen, bitmişiz artık. istanbul'a dönüyorum ben.
- öyle mi?
- öyle!
- defol git!
ve yarım saat içinde bavulunu hazırlayıp, biletini ayırttırıp çıkmıştı evden mert. bunca zamandır, iki tarafında aklına gelen ama sırf -buncayılınhatrına- geciktirilen o ayrılık, nihayet gerçekleşmişti. hem de boktan püsürükten, çamurdan bir sebeple.
---
kırk beş dakika boyunca gözünü kırpmamıştı. daha eve gidince annesi babası tarafından sorguya çekilecekti bir güzel. hem izmir'deki arkadaşlarından sadece tanerle konuşabilmişti. begüm arar mıydı acaba, yok canım bu sefer kesin bitmişti. olsun, belki arardı. yok, bu defa kesin bitmişti.
evet evet, bitmişti...
"o değil de" dedi kendi kendine. "o kramponlara 200 lira saymıştım lan ben, arayıp geri istesem çok mu ayıp olur?"
---
ertesi sabah, oğlunu öperek uyandırdı annesi.
"eee.." dedi sonra. "müstakbel gelin hanım bir şey demedi mi gelmene?"
"yok be anne, değişiklik olur sana da, git dedi."
---
akşamüstü beşe geliyordu saat ve mert düzenli periyotlarla telefonuna bakıyordu.
"arar lan belki." dedi içinden. "yok lan aramaz, bu sefer kesin bitti."