yönetmenliğini, sinemada bir efsanenin yani ıngmar bergman'ın üstlendiği 1953 yapımı bir dram filmi. aynı zamanda klasik bir bergman rejisi. yine karamsar bir fon dahilinde insan ilişkilerine göz atıyorsunuz ve yine alabildiğine aşağılama ve aşağılanma üzerine bir film izliyorsunuz.
film bergman'ın filmografisinde genelde gycklarnas afton ismiyle anılır lakin avrupa'da sawdust and tinsel diye oynamıştır. bunun yanında bazı kaynaklar filmi the naked night olarak sunmaktadır.
bu ay cnbc e ekranlarında "dünya sineması" kapsamında the niked night olarak oynayan bu filmin konusu ise şöyle özetlenmiş;
" film bir sirkte yaşanan olayları konu ediniyor. isveç te gezici alberti sirki nin ortaklarından biri olan albert johannson üç yıl aradan sonra yaşadığı kasabaya gelir ve karısıyla çocuklarını görür. bu süre zarfında sirkte çalışan anne ile ilişki yaşamaya başlamış ve eski yaşamından alabildiğine uzaklaşmıştır. öte yandan anne metresi olduğu adamın karısıyla bir araya gelmesinden rahatsız olmuş, kıskançlık duygusu yüzünden ne yapacağını şaşırmıştır."
bergman'ın sinema kariyerinin en erken ürünlerinden biri olan gycklarnas afton yönetmenin deyişi ile bir "kurtuluş" niteliği taşımaktadır. her şeyden evvel filmin kötümser tarafının tartışılacak bir yanı yok. lakin bergman sahip olduğu o sihirli değneği ile yine insan ilişkilerini, tarafların birbirlerine karşı beslemiş oldukları o güvensizliği, kıskançlığı muazzam sunmuş. zaten bergman filmlerinin geneline bakıldığında gözlemlenen genel hallerdir bunlar. güvensizlikler, sadakatsizlikler ve devamında gelen mutsuzluklar...
hikayenin en mutsuzu albert karakteri gibi görünse de bana kalırsa daha da iç burkan tarafı mevcuttur ki o da sirkin palyaçosu frost karakteridir. bergman henüz filmin başında yapacağını yapar ve seyircisine gayet vurucu bir giriş sunar. bu açıdan frost karakteriyle film boyunca muazzam oyunculuk çıkaran anders ek'i ayrıca konuşmak, hakkında uzun uzun yazmak gerekir, o ayrı.
filmin genel teması aşağılama ve aşağılanma üzerine dedik. bergman bunları sunarken "sınıf mücadelesi" altında sunar. yani soylusu da var işçisi de. özellikle filmin sonuna doğru albert'in tiyatrocu adam tarafından dayak yediği sahne bunun için iyi örnek gibidir. ya da anne'nin kolye karşılığı soylu, iyi bir gelecek düşleriyle bedenini satması gibi.
lakin filmin sunduğu genel temaya dönecek olursak, hakkında söylenebilecek belki de en doğru şey herkesin günün birinde dönüp dolaşıp geldiği noktanın vurgusu; yani en baştan başlama isteği.
albert'in derdi de budur aslında. en baştan başlamak ister, karısına ve çocuklarına dönmenin peşindedir. lakin istediği olmaz ve devamında ciddi bir buhranı gözlemlersiniz.
yani albert in buhranı...
onun ölümün eşiğine gelmiş halini de gördükten sonra bergman devreye girer ve albert sirki ile kaldığı yoldan devam kararını alır.
yine yolculuklar başlar, yine yeni mekanlar...
çünkü hayatta buna tekabül edendir. her daim istenilen, arzulanan şeylerin olmadığı lakin yine de nefes almaya devam edilendir. ve albert de tıpkı bunu yapmaktadır.
yani; yola devam...
kısacası yine bilindik bir bergman rejisidir bu. yine insan ilişkilerine dair muazzam bakış açıların iyi oyunculuklar dahilinde sunulduğu başarılı bir film.
her şeyin ötesinde zaten ıngmar bergman gibi bir isimden bahsediyoruz. sinema hususunda daha ötesi var mıdır ?
işte bu nedenle bu film kesinlikle izlenilmeli. iyi seyirler.
persona ve yaban çilekleri'nden sonra gelen en iyi bergman filmidir. sinemasal açıdan da duygu açısından da öyle sağlam bir eserdir ki, bittikten sonra müthiş bir hazla kapatırsınız dvd'yi. aşk, acı, mutluluk, tutkular, ardından gelen hırs, öfke, ve yine kaybedişler, acılar, trajediler... fonda ise bir sirk. sinemanın gömülü elmaslarından.