bu tasnifle ilk kez mümin sekmanın türk usulü başarı adlı kitabında karşılaşmıştım. mantıklı geldi elbet. siyah türkler var beyaz türkler var peki bir ara form neden olmasın dedim.
(Elbette bu mantıkla skala geniş olacaktır. Gökkuşağı gibi. Rengarenk bir coğrafyada yaşıyoruz ne de olsa.)
70 sonrası göçlerle, bir umut diyerek kendilerini büyük şehirlere atmış ekmek derdinde ömürlerini tüketen nesillerin evlatları, yozlaşmış, isimsizleşmiş, kimliksizleşmiş bir kültürün içinde buldular kendilerini. bu nesil (jenerasyon) ne babaları gibi düşünüyor, ne de tv de izledikleri hayatları yaşayabiliyorlardı. bazı hareketleri beyaz tükleri andırırken bazı hareketleri ve asıl önemlisi fikirleri siyah türkler gibiydi. arafta kalmış bir nesil türedi. önemli olanı bile ayırdedememek gibi bir talihsizlik içindeydiler çünkü buna karar verebilmek için bile bir alt kültüre gereksinim vardı. oluşmuş bir mantalite mutlaka olmalıydı. peki ya bu nesil hangi anlayışla büyüdü?
pragmatist bir zihniyetle...
kültürden anladığı popüler kültürdü. hoşlandıkları şeyleri bulmadı o, önüne getirildi ve dayatıldı. ama o bunları dayatma olarak değil "özgür irade ile seçimini ondan yana kullanmasına olanak sağlamak" olarak algıladı.
ve ortaya çıkan sonuç: kimliksizlik, aidiyet duygusundan uzak koca bir boşluk.
bu gün bu nesil, koca istanbul'un kocaman bir kesmidir. asıl sorunları babaları gibi "ailesini geçindirmek" değil, çoluk çocuğu okutabilmektir. babaları onları 2 koyun arkasına takıp okutmamışken örneğin, onların konuyla alakalı düşünceleri "ceketimi satar çocuğumu okuturum" olmuştur.
çünkü babalarına nazaran maddi durumları daha iyidir, şehir görmüşlerdir, masa başı çalışan adamı ve üstündeki takım elbiseyi görmüşlerdir.
denize beyaz donla girmekten hoşlanmazlar örneğin giderler beyaz don fiyatına şort alırlar.
( don üzerinden milleti etiketleyenler anlasın diye bu örneği veriyorum. anlayın artık)