beraber, poker oynadığımız gecelerin gün doğumlarında, kanlı gözlerle birbirimize bakardık. hayattan ne anladığımızı gözlerimiz anlatırdı. dudaklarımızı, yanan sigaralarımızdan birer derin nefes çekmek için aralardık. başka da gerek yoktu açmamıza.
oysa ki böyle miydi eskiden? her arkadaş ortamın en gözde ikilisi bizdik. benim yorulduğum yerde sen devam ederdin insanları güldürmeye, senin yorulduğun yerde ben.
şimdi?
"... "
o kadar yorgun ve o kadar argınız ki. ne sen ne de ben başladığımız yeri hatırlayamıyoruz. kendimizce koştuğumuz bir koşuydu bu. yarış bitti. biz hala koşuyoruz. ardımıza bakmadan. soluklanmadan. dalağımızı patlatırcasına. yorulup, ellerimizi dizlerimize koyup öksürüyoruz dakikalarca.
oysa, oysa böyle miydi? böyle mi başlamıştık biz bu eyleme? sadece, körlerin gözleri gören insanlardan daha iyi duyma yetisine sahip olduğunu öğrendiğimiz gün gözlerimizi yummuştuk. peki ya konuşmamak? evrensel dili gözlere indirgemek? kimin başının altından çıktı? kimin zihnindeki bir örümcekti? senin? benim?
şimdi?
aslında, o kadar anlamsız ki şimdiden bahsetmek. biz ki, geçmişi çiğneyip, geleceğe tükürmüşken, bugün'ü ise amuda kalkarak yürümeye çalışırken, şimdi'den bahsetmek o kadar aptalca ki.
karnını doyurmak için dilenen dilenciyi seks partisine davet etmekten daha aptalca olan ise insanlara hayatı anlatmaya çalışmak.
bildiğin kadarını kusmak. hayat suyundan içtiğin için, işemek!
sözlüklerdeki hayat kelimesinin karşısına, o muhteşem bilgiyi yazmak!