siyah ve beyaz renkte taşlarla, 19*19 bir tahta üzerinde oynanır. taşlar tahta üzerindeki çizgilerin kesiştiği noktalara koyulur. oyun taşları hareket ettirerek değil sadece bir noktaya koyularak oynanır. taşlar birbirini "yiyemez" ya da her hangi bir şekilde ortadan kaldıramaz, sadece esir edildiğinde tahtadan kaldırılabilir. go oyununun sistemi savaş stratejisi geliştiren komutanlar tarafından kullanılırken zamanla oyun haline gelmiştir. çok stratejik düşünce ister.
oyunda amaç taşları koyarak rakipten daha büyük alan çevrelemektir. basit gibi görünen bu amaç aslında büyük bir stratejik savaştır. oyunda rakibin bir veya birkaç taşının etrafını kendi taşlarınızla çevirirseniz o taşı/taşları esir etmiş olursunuz. esir olan taşlar tahtadan kaldırılır ve o alan sizin olur. bazı oyunlarda çevrelenen alana değil esir edilen taşlara göre galip belirlenmektedir.
bir go oyuncusunun oyun düzeyine göre seviyesi vardır. bu seviyeler 25 kyu'dan başlar, ilerledikçe düşer. 1 kyu'dan sonra 1 dan olunur. dan seviyesinde rakam yükseldikçe seviye yükselir. profesyonel bir oyuncunun ulaşabileceği en yüksek seviye 9 dan'dır.
tamam iyi güzel oyundur da tutkunları tarafından sürekli satrançla karşılaştırılması goyu biraz antipatikleştiriyor gibi.
"satranç tüccar oyunu, go filozof oyunu", "bilgisayar en iyi satrançcıyı yener, gocuyu yenemez". ne gerek var bunlara.
Go nun savaşla ilişkilendirilmesi yanlıştır. bu kadar kısıtlamamak gerek. go hayatla ilgilidir. hatta şibumi'de "go hayatın sadeleştirilmiş şekli değildir, hayat go nun sadeleştirilmiş şeklidir" e benzer bir cümle geçiyor.
uzakdoğuda oda arkadaşı seçerken go oynarlarmış. birini yıllardır tanıyormuşçasına karakterini öğrenebilirmişsiniz eğer iyi bi oyuncuysanız. ve iyi oyuncular oynadıkları tüm oyunu tüm hamleleriyel birlikte akılda tutabilirlermiş. öyle bağımlılık yapan bir oyunmuş ki, iki kişi oynarken yemek yemeği unutup açlıktan susuzluktan ölmüşler. japonyada* iki arkadaş go oynarken deprem oluyor, taşları yerine dizip oynamaya devam ediyorlar.
go oyununda handikap vardır. usta bi oyuncuysanız * rakiple aranızdaki farka göre belli halihazırda belli miktar taş bulundurur tahtada. böylelikle oynarken rekabet olur ezici üstünlüğün verdiği zevksizliği yaşamazsınız *
go bir savaş değildir, biraz araştırırsanız siyah ve beyazın uyumu, birlikte yaşama kavramlarını da görürsünüz.
ve son olarak satranç savaşçıların ve tüccarların oyunudur. go ise filozofların ve sanatçıların.
*gitmek uzaklara gitmek
*alıp başını gitmek
*düşünmemek grekir ardından kalnları
*unutmak!
*gitmek çılgınca uzaklara gitmek
*zaten bu akşam ölmenin
*zaten bu akşam gtmenin vaktidir!...
bu kadar çok, atatürk türk düşmanının bulunduğu yerde!...
go oyunu sayesinde zihnimi feci topluyormuşum. önünü alamıyorum yani o derece... zihnim o kadar toparlanıyorki, yoruluyor azizim...
(bkz: godrum godrum tüm istediğim buydu)
lisede matmatik hocamızın bize verdiği dönem ödevi, ne kadar dahice bir ödev olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyorum, cok keyifli olmakla birlikte uzun solukludur, karşınızdakini yenmeye başladığınızı düşündüğünüzde bi bakmışsınız yenilmişsiniz.
basit bir tanımlama ile 4000 yıllık bir geçmişe sahip uzakdoğu kökenli bir strateji oyunu diyebiliriz. aslında oyun demek ne derece doğru orası tartışmaya açıktır, zira hayatın kendisidir go. II. dünya savaşında japon savaş uçaklarının amerikan gemilerini yok ettiği pearl-harbour baskınının temelinde basit bir go felsefe yatar (birbirine çok yakın olan taşların esir olması kaçınılmazdır). ayrıca şunu da eklemeliyim ki kişinin go oynayış tarzından karakter analizi yapmak mümkündür. kişi agresif midir? çekingen midir? risk alabilir mi? gibi onlarca soruya cevap alınabilir.
kafayı yedirten oyun. rakibe kıskançlıkla bakma, ben üstünüm tafraları. taşlarınız esir düşünce toprak kaybetmiş gibi oluyorsunuz. felsefesi olan bir oyunmuş bilmem ne bulaştık kurtulamıyoruz. gidin batak falan atın bulaşmayın derim.