gittin, ben arkandan sadece baktım
oysa söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki
gidersen iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini
gidersen sönecek içimdeki ateş ve bir daha hiç kimse yakamayacak
gidersen karanlığa mahkum edeceksin günlerimi
o karanlıkta yolumu kaybedeceğim diyecektim sana
konuşamadım.
gittin, gidişini görmemek için gözlerimi kapattım
öylesine acıdı ki içim
tutup koparsalardı kolumu, bacağımı bu kadar acı duymazdım
acım yaş olup akmalıydı gözlerimden
ağlayamadım.
gittin, seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa
tutkum seninle olmaktı, tutkum teninde erimek
tutkum hayatı seninle sadece paylaşmaktı
anlatamadım.
gittin, gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden
ellerim değil miydi her dokunuşunda seni ürperten
ürperdin yine biliyorum.
bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini
gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu
tutamadım.
gittin, bir yıkım gibiydi gidişin
sen adım adım uzaklaşırken benden
çöküp kaldı bedenim olduğu yere
nice terk edişlere dayanan bu yürek yenilmişti
bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım
kalkamadım.
gittin, oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum
hazırdım gidişine, kaçak zamanları yaşıyorduk
zaman bitecek ve sen gidecektin
bense gidişinin ertesi günü
hayatıma kaldığım yerden yeniden başlayacaktım
başlayamadım.
gittin, bir şey söyledin mi giderken,
kal dememi istedin mi?
son bir kez seni seviyorum dedin mi?
bekle beni diye umut verdin mi?
beynim öylesine uğulduyordu ki
duyamadım.
gittin, nereye gittiğin önemli değildi
binlerce kilometre uzakta da olsan
iki metre ötemde de fark etmiyordu
artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu
kurtulmalıydım senden, bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım
kurtulamadım.
gittin, unutulanların arasına katılmalıydın
anıları bir sandığa koyup hayatı bir yerinden yakalamalıydım
bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim
yapamadım.
gittin, bir okyanusun ortasında tek küreği kaybolmuş sandalda
dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi
bil ki, sevmekten vazgeçmedim seni
bil ki, seninle birlikte sevdamı da taşıyacağım yüreğimde
bil ki, seni unutamadım ben. *
Ardında susukunluğum kaldı,
Kendimi anlatamamışlığım
Tüm yollarım kapalı ve simsiyah bir gök...
Bu kadar mı çaresiz bırakılırdı bir kent?
Şimdi yoksul savaşçınım
Elim kolum bağlı
Üstelik suskunum...
Kaç zemheri saklar duygularımı
Kaç bahar daha ağlatır beni...
Gittin...
Ucuz sevgilerde buldum kendimi,
Dipsiz kuyularda...
Başımı her kaldırdığımda pişmanlıklarım
Bırakmadı yakamı iç hesaplaşmalarım
Bu kadar mı düşman olur bir insana zaman?
şimdi tüm benliğimle sessiz haykırıyorum...
Dakikalar bir asra nasıl döner bilir misin,
Bilir misin gülerken ağlamayı,
Yokluğumda yok olmayı,
Bilir misin hırçın dalgalarda boğulmayı...
çok şey bıraktın arkanda gitmelerinle, geri dönüp tekrar gitmelerinle. ben başlattım bu gitmeleri, devamını getiren ise sendin. gitme demek o kadar zor ki bazen. avaz avaz içinden gitme demeleri duyamazsa gider giden. giderken gözlerine bakmaması bundandır işte. bilir gözlerine baktığında o gözlerin gitme diye haykırdığını. söylenecek o kadar çok şey vardı ki... bensiz ve sensiz geçen o günler nasıl hüzünlüydü sen de bilirsin. ben gitme diye haykıramayan o ses, sen ise o sesi bekleyen gidendin. ve sen o sesi gözlerinle değil kulaklarınla duymak isterken gittin. dilim tutuldu gitme diyemedim.
kristal topumu plastik taşınla patlatarak, yıkarak onu korumak için verdiğim emeklerimi,
oyunumu bozarak, tek oyuncağımı çalarak benden ve kırarak kristal kalbimi... gittin...
şimdi batacak o kristal parçacıklar tek tek vücudumun çeşitli yerlerine, derin olmayan ama acıtan semptomlar yaratacak...
doktorlar bile çare bulamayacak, en iyi hekimleri getirmek isteyeceksiniz dışardan,
boş zamanları olmayacak...
tek tek kırılacak kristallerim, batacak, acıtacak, kanayacak...
her kan damlası içime değil, göz kapaklarımın en derin çukurundan yanağıma doğru akacak...
akan kanları ne sen görebileceksin ne de ben...
kristallerimin çatırtılarını da duymayacaksın!
kırılacağım, anlamayacaksın...
kanayacağım, durduramayacaksın...
ölümüm olacaksın, sebebim...
nasıl ki yaşamak için sebebimdirn bir aralar, ama bırakıp gittin...
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin. " Ne olur öyle bakma bana " dedin en son...
Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın.
Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen " sen " den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen " sensizliğe " ters yüz ederek gittin.
içimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce " an "ı " anı "ya dönüştürerek...
Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları...
Gittin...
iki aşkın arasında şaşkın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi evin, " sizin " di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin...
O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev...
Şaşardık bazen. Ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birini seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ayinle ilgili gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan...
Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. " Ayazda iki yürek " gibiyiz.
"gittin..şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza! biliyorum; ne sen dönebilirsin artık, nede ben kapıyı açabilirim sana!" diye devam eder murathan munganyalnız bir operada..