istediğini almak konusunda menfaatçi ve vicdansız, isteneni vermek konusunda da cimri ve kıyımsız olamayan insanların, sıklıkla gerçekleştirdiği eylem.
hep git, hep git! nereye kadar ulan sözlük, bir sonu yok galiba...
küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
hayatından memnun olan yok.
kiminle konuşsam aynı şey... her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
öyle ‘‘yanına almak istediği üç şey’’ falan yok. bir kendisi.
bu yeter zaten. her şeyi, herkesi götürdün demektir. keşke kendini bırakıp gidebilse insan. ama olmuyor.
hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
böyle gidiyor işte. bir yanımız ‘‘kalk gidelim’’, öbür yanımız ‘‘otur’’ diyor. “otur’’ diyen kazanıyor. o yan kalabalık zira. iş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... en kötüsü alışkanlık. alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. kalıyoruz.
kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borçlara girmeler...
işi büyütmeler...
bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
misal, ben...
kapıdaki rex'i bırakıp gidemiyorum. değil bu şehirden gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum. alıp götürsem gelmez ki... bütün sokağın köpeği olduğunun farkında. herkes onu, o herkesi seviyor. hangi birimizle gitsin?
‘‘sırtında yumurta küfesi olmak’’ diye bir deyim vardır; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. kendi imalatımız küfeler.
ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. ölüm var zira. ölüme inat tutunmak lazım. inadına kök salmak lazım.
bari ufak kaçışlar yapabilsek. var tabii yapanlar. ama az. sadece kaymak tabakası. hepimiz kaçabilsek... bütçe, zaman, keyif... denk olsa.
gün içinde mesela... küçücük gitmeler yapabilsek.
ne mümkün.
sabah 09.00, akşam 18.00.
sonra başka mecburiyetler. sıkışıp kaldık.
sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. bir ömür karşılığı bir ömür yani.
ne saçma.
bahar mıdır bizi bu hale getiren? galiba.
ben her bahar áşık olmam ama her bahar gitmek isterim. gittiğim olmadı hiç.
Eğer ölmüyorsanız hiçbir zaman tam anlamıyla yapılamayacak eylem. Şehir değiştirin, belki ülke, ev, eş, dost veya iş. Geride bıraktığınız hep bir yerde karşınıza çıkacak.
insan en fazla ne kadar gidebilir? Bir balık bir fanusun içinde nereye kadar gidebilirse o kadar. Bizim fanusumuz dünya. Üstü kapalı bir kürenin içinde ordan oraya savrularak geçen zaman.
Gökyüzü sonsuz mu? Bir sonu var. Ya denizler? Ne kadar gidersen git başladığın yere dönersin geri.
Sahi ne kadar gidebilir bir insan? En fazla nereye gidebilir? Hayatından, birinin hayatından?
Gidersin belki ama dünya yuvarlak, sonra yine aynı yere dönersin. Fanusun içinde yaşayan bir balıktan hiçbir farkımız yok. Sadece o balık gibi kendimizi uçsuz bucaksız bir yerde sanıyoruz.
Anca ölünce gidersin her şeyden, tamamen.
Bazen meziyet değil, bazen kalmaktan evladır. Kadınlığın yarısı olan şeydir gitmek...
Şöyle düşün, en ufak hatana tahammül etmeyecek birisi var karşında. Sürekli arıza çıkaran ya da. Hep bıçak sırtındasın. Hayatın onu ve onun beklentilerini tatmin etmek etrafında dönüyor adeta. Biliyorsun ki bunu yapmazsan çünkü, o kadın gidecek, başkasına.
Bak işte öyle bir kadın, sev-mi-yor seni. Açık net söylüyorum; kandırıyor, kullanıyor, senin üzerinden kendi egosunu besliyor, yani kendini seviyor senin üzerinden. Saygıdeğer bir şey değil bu aslında.
Sonra başka bir kadın var. Ne yapsan da, üzsen de, kırsan da, acı da çekse kalıyor. Sana tahammül ediyor adeta, sabrediyor. Şimdi bu tutsaklığından mıdır, güçsüzlüğünden midir, sana mı muhtaçtır, yoksa sana takıntılı mıdır?
Bak şurayı iyi dinle bunun üzerine: sevmek kusurlarıyla, tüm karanlık yönleriyle sevmektir. Her şey mükemmel diye değil. Bu da sabrı gerektirir. Sabır, dolayısıyla da kalma kotası farklıdır her kadında.
Kimi en ufak hatanda basar kıçına tekmeyi, kiminde bu eşik daha yüksekte kalır.
Ve bir de severek gitmek vardır, mümkündür. Sevdiği halde giden kadın da güçlüdür, işine gelmediğinden değil, çok güçlüdür.
Maharet çünkü bunalıp sıkılarak gitmekte değil, bir şeylere rağmen gitmekte hep...
Kolayca giden, kalmanın değerini asla teslim edemeyeceği gibi, zor gitmek demek de güçsüzlük göstergesi değildir. Bir güç göstergesidir. Çünkü sonunda, gerekiyorsa, en nihayet gidilir.
Erkekten farklı olarak, kadın as-la dönmez gittiği yere bir daha da. Dönebiliyorsa gitmemiştir. Bu kotayı, kadını, sabrını, onun sevgisini sömürmeyin. Kolay gitmeyi değer biçilesi marifet, daha geç ya da zor gitmeyi de aptallık, zayıflık sanmayın. Hele hiç şımarmaya, kalkışmayın.