bizim daha kısa pantolonlardan yeni kurtulduğumuz, tasoları tarihin tozlu rafları arasına bıraktığımız yıllardan bir yıl, fenerbahçe dört yıldır rakibine kaptırdığı şampiyonluk kupasını, o sene nihayet müzesine götürmüştü. okullar kapanıyor, biz de başka bir mahalleye taşınıyorduk. üstelik hagi bırakıyordu.
mahallenin tozlu kaldırımlarında sıkıntıyla, bir de başka semte taşınmanın verdiği mutsuzlukla, çocuklarla öyle boş boş oturuyorduk. sanki eski sevgiliye son bir kez sarılmak gibi, son bir kez yukarı mahallenin çocuklarıyla maç yapmaya gitmiştik. tam o sıralar galatasaray, trabzonspor'la oynuyor. üstelik hagi bırakıyordu.
toprak sahada son maçımız başladı, durumumuz pek iyi değildi. maç yaparken kendi spikerliği yapan veletler olarak yukarı mahallenin bekıım'ları ve zidaann'larından yedikçe yiyorduk. sadece takımımızda kemalettin şentürk olan erdal, rakip takımla ikili mücadelelere gidiyor ve senkronu bozduruyordu. "del piero bir çalım! bir çalım daha ! del piero.. del .. de .. de.. (ikili mücadeleye giriyor) ... ve kemalettin topu söktü aldı! dalga dalga geliyor bahariye united!" diye semptomatik tespitlerde bulunuyordu.
velhasıl ronaldooo'lar bizim kalemize yuvarladıkça, biz adeta birer tarık daşgün oluyorduk meşin yuvarlakla. onlar "perfecto" dedikçe biz "kısfmet" diyorduk. yukarı mahalle resmen ağzımıza sıçıyor, üstelik hagi bırakıyordu.
neden sonra yediğimiz on sentilyonuncu golden sonra topu ağlarımızdan çıkaran hayrettin demirbaş'ın yanına gidip, "ver ver! şimdi başlıyoruz!" gibi gereksiz bir çıkış yaptım.
kenarda duran mahallemizin on üç yaşlarında ki gülyüzlü dilberlerinin alaylarına aldırmadan topla ilerlemeye başladım.
pek sevmezdim öyle bir futbolcu adıyla anılmayı, söylemeyi, o yüzden ismimle devam ettim:
"chaotic gidiyor! gattuso'yu yatırdı, karşısında r.carlos var. aman allahım o ne çalım!"
devam ediyordum topla beraber...
"karşısında maldini var, vuracak gibi yaptı, vurmadı!"
devam ediyordum topla beraber...
ufaktım, ama bir derdim vardı, gidiyorduk ama içimde bir şeyler ukte kalmıştı, kahraman değildim, ama milyonlarca apoletim vardı, gözlerimi kapadım. orta sahayı birazcık geçtim. bütün gücümle, ama bütün gücüm, hırsım, isteğim, aşkımla vurdum topa.
top gidiyordu, biz gidiyorduk, arkadaşlar gidiyordu, top gidiyordu, çocukluğum gidiyordu, şampiyonluk gidiyordu, üstelik hagi gidiyordu!
o topun havada süzülüşü öyle kısa sürmedi, saatler, aylar, yıllar aldı.
kasiyyas'ın tüm çabalarına rağmen iki direğin çakıştığı noktadaki örümcek ağlarını aldı.
ağzımdan iki hece, dört harf döküldü: "hagi... hagi'nin golü!"
golden sonra maça devam edemedik, oraya yakın bir kahvehaneye gidip o son maçı izledik dolu dolu olan gözlerimizle. kahveci de bize o günün şerefine gazoz hediye etmişti. biz gazozlarımızı hagi'nin şerefine içerken şunu anladık:
"bir çocuk bir mucize yapmak isterse önce kendi, sonra hagi olmalıdır."
sahadaki bütün hırsı, hırçınlığına rağmen gol attıktan sonraki bembeyaz gülümsemesi için, bize mucizelere inanma gücü verdiği için ve en çok da süperkahramanların gerçekten var olduğuna inandırabildiği için: "ne büyüksün hagi, ne büyüksün!"
10un gelmesi bize futbolu sevdirdi..
10un golleri bizi sevinçten ağlattı..
10un zekası ve dehası düşmanları çatlattı..
10un vedası bizde kapanmaz bi yara açtı..
bir çocuk heyecenı el sallardı gözlerinden bize. kısacık boyu, 38 numaralı ayaklarıyla koşardı. yeşil sahalar üzerinde bastığı yerler kendileriyle gurur duyardı. koskoca alan üzerindeki 22 kişinin içinden sarı kırmızı formasıyla güneş gibiydi. karlar, bir tek onun koşu yoluna yağmazdı sanki. erirdi. soğuk kış gecelerinde izlerken tarihin kalemini, ekranda ne zaman çıksa yüzümüze çarpardı ılık meltemi. bir gün, hayatındaki en değerli varlığını kaybetti. gittiğinde romanya ya son vazifesi için babasının yanına yüreği yanıyordu. "gelme" dedi imparator "eger istersen." geldi. sinesindeki acıyla geldi tarihin mabedine. uzamıştı saçı sakalı. yastaydı. ama o gün o 90 dakikada yaralı bir aslan gibiydi. mabedde, ulusal marşın yankıları vardı. o, sağ elini sol göğsünün üzerindeki ak armaya dayadı. gözleri yere bakıyordu. belki ağlıyordu. ama şunu herkes iyi biliyordu. o, tarihin kalemini tutan en güzel el olacaktı. çünkü o günden sonra metin oktay' dan, hakan şükür' den, bülent korkmaz' dan hiçbir farkı kalmamıştı. hüviyetinde romanya yazıyoru. ama o, galatasaraylıydı. indirmedi sağ elini bir daha göğsünden. yıllarca avrupa da "büyük hagi" diye bilinirdi. büyüktü. gol atmak, giden maçı kurtarmak onun için bir yaranın üzerine yara bandı yapıştırmak kadar kolaydı. ama o, penaltıdan gol attığında bile beş yaşındaki çocuk gibi sevindi. çünkü o, otuzunu geçmiş bir çocuktu. çünkü attığı gol, biricik galatasarayı adınaydı. hırçındı, inatçıydı, pes etmiyordu. yenilmez bir komutandı sanki. bir bakışıyla hakemin yanlış kararlarına mani olabiliyordu. dürüsttü çünkü herşeye rağmen. ve herkes bunu biliyordu. yıllar geçtikçe daha da büyüdü. akşam saatlerinde televizyonlarının sesini sonuna kadar açmış evlerden sokaklara yayılırdı spikerlerin sesi. "hagiii, hagiii, hagiii.... ne büyüksün hagii !!! ne büyüksün!!!" ne büyüktü hagi... her galatasaraylının yüreğinde asılıdır, elinde real madrid den söke söke aldıkları süper kupa, alnında sarı kırmızı atkısı, boynunda madalyası ve gururla, sevgiyle, aşkla, hırsla, özveriyle, gözyaşıyla ve gülücüklerle yıllarca taşıdığı galatasaray forması. armasının üzerinde, hiç geçmeyen ellerinin çiçek gibi izleri. öyle çok sevilirdi ki, kış vakti canım çilek çekti diye bir açıklama yapsa, ertesi gün evinin önünde çilek kamyonları beklerdi. boşuna demezdi milyonlar "i love you hagi!" diye. "seni seviyorum" cümlesinin en çok yakıştığı insan olduğunu bilirdi insanlar. şimdi ismini duysam biyerlerden ya da aklımdan geçse, dökülür dudaklarımdan titremeyle gözümden akan akan yaşlar üzerine damlayarak "hagi" diye.
keşke hagi, keşke bir kere olsun görebilseydim seni. sadece bir kere boynuna sarılıp, hıçkıra hıçkıra, ağlaya ağlaya teşekkür edebilseydim. bana, tüm galatasaraylılara, tüm türkiye ye kazandırdıkların için. keşke omzuna başımı gömüp, imkansız olsa da "lütfen geri dön yanımıza" diye yalvarabilseydim. sensiz olmadı, olmuyor, olmayacak hagi. yolun açık olsun. tek dileğim birgün tekrar galatasarayımızla yolunun birleşmesidir. hoşçakal özlemin dört harflik adı. hoşçakal gözbebeğimiz, biriciğimiz. hoşçakal gerçek yaşayan efsane, hoşçakal gica, hoşçakal hagi...
gabriel popescu nun bacanağı. köstence dogumludur. 2000-2001 sezonu şampiyonlar ligi grup maçlarında monacoya 45mt. çaprazdan kapalı tribün onlerinden gonderdiği füze inanılmazdır ki boyle bir golu ancak hagi atabilir. nitekim 94 dünya kupasında hemen hemen benzer bir golü beşiktasın şu anki kalecisi "artist" cordoayı avlayarak kolombiyaya atmıştır. topun dibine girerek mukemmel aşırtmalarda atar bu insan. aklımda kalan en iyi aşırtmaları; r.wiene, karabuksporadır. ayrıca galatasaray'ın 100. yılında gerçekleştirilen veteranlar maçında pire suat tan aldığı arapasını müthiş bir şekilde sonuçlandırmıştır. o vuruşu yaparken yüzünde beliren kurnazca gülümsemeyi hagi nin ne oldugunu görmek istemeyenlere tekrar tekrar izletmek gerekir. en önemli özelliği ise türkiye ye futbolu getirmiş, öğretmiş olmasıdır.
ben hagi'yi gol attıktan sonra yüzünde beliren, hafif utangaçlık, hafif gurur, hafif şımarık çocuk edası kokan gülüşü için sevdim..
ben hagi'yi van'da 2 gol attığında, trabzon'a galatasaray adına ilk frikik golünü attığında kapalı tribünün önüne koşup diz çöktüğünde sevdim..
ben hagi'yi arkasından gelenin o'nun bu hareketi yapacağını bildiği halde engelleyemediği topuk pasları için sevdim..
ben hagi'yi kolunda pazubandı olmayan gizli kaptan, gerçek lider olduğu için sevdim..
ben hagi'yi annesini, babasını galatasaray'da oynarken kaybedip, yasını, galatasaray formasıyla sakallı çıktığı maçlarda tuttuğu için sevdim..
ben hagi'yi her maç öncesi özenle sargıladığı ayakları için sevdim..
ben hagi'yi türkçe öğrenme çabası için sevdim..
ben hagi'yi bir samsun maçında ne yapılırsa yapılsın gol girmediği bir anda, sonradan oyuna girip topla ilk bulustuğu anda attığı şutla kazandırdığı gol için sevdim..
ben hagi'yi bir başka maçta oyundan çıktıktan sonra kalenin arkasına gidip, bir duran topta arkadaşlarına nereye atmaları konusunda direktif verirken görüp, bir de o'nun dediği yapılıp gol gelince sevdim..
ben hagi'yi her basın toplantısında söze normalll diye başladığı için sevdim..
ben hagi'yi erol ersoy'un sahasında galatasaray'dan şampiyonluğu çalanların hepsinin yüzüne tükürdüğü için sevdim..
ben hagi'yi samuel johnson'ın kaburgasını kırdığı icin sevdim.. (eğerki fanatizim bazı şeyler gerektiriyosa onuda yaparız.)
ben hagi'yi viyana'da 20 yaşında delikanlı gibi tüm yarı sahayı geçip attığı golden sonra çocuk gibi sevinip arkadaşlarına elleriyle "gelin gelin" yaptığı için sevdim..
ben hagi'yi sahanın bir ucundan bir ucuna attığı milimetrik paslar için sevdim..
ben hagi'yi bacanağı popescu için sevdim..
ben hagi'yi spikeri 8 kez hagi! hagi! hagi!..diye bağırttırabildiği için sevdim..
ben hagi'yi roberto carlos'a attığı çalımdan sonra salladığı el için sevdim..
ben hagi'yi allahın sarhoşu tony adams'a caktığı yumruk için sevdim..
ben hagi'yi athletic bilbao'ya son dakikada attığı gol için sevdim..
ben hagi'yi monaco'ya attığı gol sonrası fransız spikere çığlık attırdığı için sevdim..
ben hagi'yi istanbul maçında son dakikada, leeds'te ilk dakikalarda, öylesine kritik, öylesine zor penaltılar için gözünü kırpmadan penaltı noktasına gittiğinde sevdim..
ben hagi'yi topu ayağına aldığında parken'deki, o nasıl da mağrur tüm ingilizlerin soluğunu tuttuğunu gördüğüm için sevdim..
ben hagi'yi monaco'da süper kupa seremonisinde başına bağladığı bantla çocuk gibi eğlendiği için sevdim..
ben hagi'yi romanya'da yüzyılın futbolcusu,6 kere de yılın futbolcusu seçildiği için
pele'nin yaşayan en büyük 125 futbolcu listesinde yer aldığı için
fifanın yüzyılın en güzel yüz golü listesinde 5. sırada yer alan bir galatasaraylı oldugu için sevdim ..
ben hagi'yi sırtında yazan 10 rakamı o'na bu derece yakıştığı için sevdim..
ben hagi'yi milli marşımızı eli kalbinde dinlediği için sevdim..
ben hagi'yi mütevazılığı için sevdim..
ben hagi'yi gerçek "commandante" olduğu için sevdim..
ben hagi'yi galatasaray'ı bu derece sevdiği için sevdim..
ve ben hagi'yi üzerindeki forma ona çok yakıştığı için sevdim...