kısacası kendimiz,
yani eski biz.
biz büyüdük ve kirlendi dünya.
masum gülüşler gitti.
insanlık gitti.
minicik şeylere duyduğumuz koca sevinçler gitti.
şaşırmak, gitti, alıştık her şeye.
en çok da 'umut' edebilme yetisidir. 'bir şeyler düzelecek' dersiniz sıkça, 'zaman geçecek, düzelecek. yeniden mutlu olacağım. hak ettiğim işi/mevkiiyi alacağım, sevdiğim adama/hatuna kavuşacağım, ayrılıklar bitecek, hastalıklar geçecek, her şey düzelecek.' işte bu saflık düzeyindeki umut; zamanın geçmesi ve mutlu olamamanızla sönmeye başlar. önce istediğiniz işe/bölüme giremezsiniz, sevdiğiniz hatun başka bir adamın kolunda beyaz gelinliğindedir ya da aşık olduğunuz adam bir başka kadından çocuk sahibi oluyordur tam da siz b.ka batmışken. ayrılıklar bitmemiş, araya uçurumlar girmiş, giden ardına bile bakmadan sizi unutmuş/vazgeçmiş, hastalıklar sevdiklerinizi soğuk bir akşam geri vermemecesine götürmüştür. 'öğrenilmiş çaresizlik' kuramının ayaklı belgesi olur; 'gerçekçiyim ben!' adı altında 'umutsuz' olursunuz. geçmişe bakınca insan sanırım en çok da bu yüzden, öğrenilmiş çaresizlikten mütevellit 'umut etme' yetisini kaybeder. nahoş!