80 sonrası apolitize edilmiş bir gençliğin en apolitize olmaya "direnen" parçası olarak yazıyorum.
.
"Ne sağcıyız ne solcu; futbolcuyuz futbolcu.." diye sloganların atıldığı bir ön gençlik yaşadık.. Sokakta oynayan son çocuklar olarak tanımlıyor bizi televizyondaki diziler.. Annelerimiz ve babalarımız mutlu. Çünkü hangi karakolda, nasıl işkenceler çekeceğimizi düşünmeden büyüttüler bizi. Onların yaşadıklarını yaşamayacağımızdan emin olarak saldılar kapının önüne. ip atladık, top oynadık.. Kimse ilk gençlik yıllarında politikadan konuşmadı. Çünkü konuşulacak bir şey yoktu. Gençliğinde ateşli solcular olan ailelerimiz, biz dünyaya geldikten sonra liberal oldular. Ilımlı liberaller.. Uğradığımız en büyük haksızlık, lisedeki müdürümüzün piercinglerimizi çıkarıp çöpe atmasıydı yahut erkek olanlarımızın uzun saçlarını kesmesiydi. Okuldan kaçtığımızda ya frp oynardık, ya sinemaya giderdik ya da Taksim'de gezerdik. Aldığımız korsan cdler rock, metal, funk, punk müzik türlerinin icrâcılarına aitti. Korsan vcdler (bizim liseli olduğumuz dönemde vcd vardı) şansımız varsa ve vcdye çekmeye değer bulunnmuşsa, Cannes'da ödül alan filmlerin vcdleriydi.. Okuduğumuz kitaplar korsan değildi. Çünkü Oğuz Atay'ın, Sabahattin Ali'nin, Bukowski'nin, Verlaine'in, Rimbaud'nun ve bunlara benzer adamların kitaplarının korsanı olmazdı. Harçlığını biriktirip paşa paşa verirdin parasını. Ama kasada harçlığından büyük paraları öderken duyduğun mutluluk paha biçilmezdi.
Çoğumuz üniversiteyi kazanıp okuduk.. Okullarımızı bitirdik. Kimi akademik kariyer yaptı. Kimi evlendi, çocuğunu yetiştirirken kariyer yaptı.. Doktor, mühendis, öğretmen, bankacı, pazarlamacı, işletmeci olanlarımız var. Bu meslekleri seçerken hiçbir ideolojik amacımız olmadığından eminim. Dedim ya, biz 80 sonrası apolitize edilen bir kuşağız.. Talihimiz bizi nereye götürürse hemen hemen oraya doğru giden, hafif meşrep, az biraz umursamaz ve bazen de kendi kendine asi bir kuşak.. Bir yere ait olmayı çok isteyen; ama nereye ait olacağını bilemeyen bir kuşak. Çünkü bizim gençliğimizde tüm siyasi partilerin imajı yıkıldı. insanların sabrı ve inançları sınanarak sıradanlaştırıldı. Ama bir tek şey değişmedi. Atatürk sevgisi.
Sabahları yarı çapaklı gözlerle, tepeden sıkıca toplanmış saçlarla -yahut su ile yatıştırılmış- üzerimizde mavi önlüklerimizle okulumuzun kapısından içeri girdiğimizde, sıra olurduk. Kocaman sıralar. Heyecanla okurduk "Andımız"ı hep bir ağızdan. Birinci sınıfta en çok severdik okumayı.. ikinci sınıfta daha az.. Üçte biraz sıkılmış ama hâlâ eşlik ederdik mikrofondaki sese.. Dörtte, biz büyüdük yaa niye okuyoruz bunu diye sorgulamaya başlardık. Beşinci sınıfta, bebeler okusun artık diyip, ağız kımıldatan bir kuşaktık. Ama severdik Ata'yı. Üstelik, neden diye sormadan. Kayıtsız ve şartsız severdik. Çünkü o Ata'ydı.. Ata'mızdı.. Bizim politikadan tek anladığımız Atatürk'tü, istiklâl Marşı'ydı, Andımız'dı, Gençliğe Hitabe'ydi..
Hani diyor ya Yeni Türkü'deki kıvırcık adamcağız sevgilisinin yazdığı satırlarda, "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" diye.. işte herkes büyüdüğünde dünya kirlenir; biz onu şimdi şimdi öğrendik.
Biz böyle hayatın dışından dışından yol alırken desteklemediğimiz adamlar bakan, başbakan, cumhurbaşkanı falan oluverdi. Yaş henüz on sekizdi ve bize sıra gelmeden tüm kararlar verilmişti. . Eskiden olsa birileri hemen örgütler kurar, bir şeylerin değişmesi için çabalardı. Ama dedim ya, biz 80 sonrası bir daha arıza çıkarmamak için itina ile apolitize edilmiş bir nesildik..
Bir gün, adamın biri geldi.. Kömür, yiyecek dağıtarak insanların dar dünyasında çıkarlarını yöneterek iktidarı ele geçirdi. Herkes en az 3 çocuk yapacak, kürtaj yasaklanacak, toplu taşıma alanlarında öpüşülmeyecek gibi şeyler söylemeye başladı. Bir baktık, sağımız solumuz baş örtüsünü kafalarını örtmek için değil, zihinlerini örtmek için kullanan insanlarla doldu. Özgürlüğümüz, seçimlerimiz, hayatımız sorgulanmaya başlandı. Kendimizi en mutlu hissettiğimiz, bize istanbul'un tarihini anımsatan güzelliklerimizin satıldığını fark ettik. Birkaç ağacın peşine düşerek başladık direnmeye. Bu direniş doğa için başlamıştı. Ağaç için. Park için. Tarih için. Sonra özgürlük için. Hak için. Yasa için. Düşünmek, sorgulamak için devam etti. Ölenler oldu. Gözlerini, kollarını kaybedenler. Yine de kimse düşünmedi kendi canını. Bazen ailelerini üzmekten korkanlar oldu. Çünkü biz hep uslu çocuklardık. En büyük yaramazlığımız Taksim Nevizâde'de birkaç bira içip, eve geç kalmaktı. Korktuk.. Annemiz üzülür diye. Korktuk, babamızın kalbi var diye. Ama bir baktık, sabahın köründe annemiz bizi uyandırıyor. "Hadi, Gezi'ye gitmiyor muyuz?" diyor. O an her şeyin ne kadar saf, ne kadar güzel ve mücadelemizin ne kadar haklı olduğunu anladık..
Gezi, bir özgürlük savaşıdır. Gezi, yarın başımızı yastığa koyduğumuzda pişman olmamaktır. Gezi, yıllardır bizden alınan oksijenin, birkaç ağaçla yeniden gökyüzüne karışmasıdır.
Kimimiz "ileride çocuklarım bana sorduğunda, o direnişin içinde yer almadığımı nasıl söylerim!" diyerek gitti.. Kimimiz "Yarın, tüm haklarımız elimizden alındığında, hiçbir şey yapmadan evimde oturduğum için suçluluk duymak istemiyorum" diyerek gitti.. Kimi üniversiteliydi hâlâ.. Kimi patron.. Kimi işsiz.. Kimi sokaklarda yaşıyordu, kimi zengindi. Kimi başka sâhiklerle gitti. Çünkü her direnişin içinde kontrol edilemeyen topluluklar olmuştu, olacaktı. Çocukları için giden anneler, babalar.. Torunları için giden dedeler, anneanneler.. Ben 27 senelik ahir ömrümde, ilk kez "birlik" olmanın ne demek olduğunu gördüm. Üstelik gerçekten ne sağcıydık, ne solcu.. Ne liberal, ne demokrat.. Ne bir örgüt üyesi, ne partizan.. Alt tarafı özgürlükleri kısıtlanan insanlardık..
80 sonrası apolitize edilen bir kuşağın, en apolitize olmaya "direnen" parçası olarak yazıyorum.. Gönüllü tıp öğrencileri gördüm, biber gazından fenalaşan insanlara ve hatta o biber gazının sebebi olan polislere yardım eden.. Elinde kolilerle yiyecek taşıyan amcalar, teyzeler gördüm.. Minicik çocuğuna gaz maskesi takıp Gezi'ye götüren anneler gördüm. Sevgilisiyle el ele direnen gençler gördüm. Divan Otel'in lobisinde, toplantı salonunda direnmekten yorgun düşüp, yan yana uyuyan yüzlerce birbirini tanımayan insan gördüm. Ki o birbirini tanımayan yabancılar, artık yabancı değiller.. Toma'ların önünde alnı ak, başı dimdik duran insanlar gördüm. Sürüklenerek götürülenler, birey oldukları için saygı görmeden hırpalananlar gördüm. Gazdan etkilenen turistlere, çocuklara gaz maskesi takıp, gözlerine talcidli süt sıkan gençler gördüm. Gördüm de gördüm. Gördüklerimi yazmaya ne satırlar, ne harfler yeter.. Ama her şeyden önemlisi, bu kadar politikanın hatta hayatın dışında bırakılmış bir gençliğin nasıl uyandığını ve üzerindeki ölü toprağını nasıl attığını gördüm..
Bu zamana kadar hiçbir eylemde, gösteride, politik bir ortamda yahut örgüt içerisinde bulunmadım. Bir keresinde Taksim'de yürürken Lambda'nın güzel oğlanlarına ve beyfendi kızlarına alkışla destek vermişliğim var. Çünkü dedim ya, cinsel seçimlerin hastalık olarak görüldüğü bir ülkede, bunu özgürlük olarak gören bir nesildik biz.. Herkes dilediğini yaşasın; kimseye zarar vermeden istediği cinsiyette olsun diyen bir nesil..
Biber gazına neyin iyi geldiğini, Toma'dan nasıl kaçılacağını, böyle bir kriz ortamında kimlerin yardımcı olacağını, hakkımızı nasıl arayacağımızı öğrendik biz Gezi'de. Bundan 30-40 sene önce, hiçbir haberleşme ortamının bulunmadığı ülkemizde, olayların nasıl saptırılmış olabileceğini, insanların yok yere nasıl öldüklerini ve medyanın iktidara nasıl satıldığını öğrendik.. Bu bir eylem ya da gösteri değildi. Bu bir yürüyüş ya da protesto değildi. Bunun tek bir adı olabilir: direniş.
80 sonrası, zorla apolitize edilmiş bir kuşağın, içinde asla sönmeyen tuhaf bir ışıkla, doğduğundan beri bir şeylere "direnen" bir parçası olarak yazıyorum.Bunca yıldır neye direndiğimizi bir gecede bize fark ettiren, bir ömür boyunca bir araya toplanamayacak birçok güzel insanı bir araya toplayan ve hepimizin içindeki o tuhaf boşluğun bir anda dolmasını sağlayan herkese teşekkür ederim.. Siz yanmasaydınız, bizi yakmasaydınız, nasıl çıkardı karanlıklar aydınlığa.. Biraz daha kömür atın ateşe, biraz daha besleyin karanlıkları.. Güneş milyar yıldır doğduğu gibi, yine doğacaktır..
bazılarının ne kadar yoz beyin ve gözünün önündekini görmez ve/veya ne kadar sistemin kölesi olup kendi bencil düzenini halkından önce gördüğünü göstermiştir ve dahi ne kadar sığ, kelleci ve ezik.
%30 işsiz güçsüz serseri, boş beleş, zengin çocukları
%25 medyada gözükmek isteyen boş teneke sanatçı müsveddeleri
%20 kendine meşgale arayan tuzu kurular
%20 terörist orospu çocukları
%3 iq'su düşük samimi eylemciler
%2 gazeteci, ajan, simitçi vs.
insanları mütemadiyen 'öteki' olarak kodlar ve artan şekilde hayat tarzlarına müdahale ederseniz toplumsal patlama olur.
Nitekim gezi olayları da bir iki ağaç yüzünden değil tüm bu bastırılmışlıktan dolayı patlak verdi. O ağaçlar bu toplumsal hareket için sadece bir simgeydi, ve bazıları hâlâ bunu anlamakta zorluk çekiyor.
son 18 günde "sol" kolumu kaldıracak derman bırakmayan direniş. tam küsüp çekiliyorken "kavga"dan taksim gezi parkı direnişi çıktı karşıma. " hadi ulan bir kez daha " dedim ve 18 gün boyunca hiç susmadım, hiç'e yakın uyudum, hiç'e yakın yemek yedim. hiç olmadığım kadar mutlu olduğum bir ortamda hiç tanımadığım insanlarla omuz omuza direndim sırt sırta uyudum. bir kitapla başladığım direnişi sırt çantamda profesyonel gaz maskesi ile bitirdim. üzerime kurşun yağmasına alıştırılmıştım daha önceden, yangını söndürürken şaşırsam da üzerime plastik mermi yağdırmalarına hiç korkmadım baretimi kaybedene kadar. .
hiç görmediğim kadar cesur kızlar gördüm
hiç görmediğim kadar hain üniformalılar.
3 gündür uyumaktan uyuştum, öksürüyorum sürekli, sigaradan zevk alamıyorum, belki gezi'den ayrıldım diye psikolojik bir durum da olabilir yediğimiz o gazların etikisi de.
yoruldum gerçkten yoruldum ama çok mutluyum çünkü biz kazandık, birilerinin uykusu kaçtı birilerinin paçası tutuştu birileri elinde sopasıyla sokağa çıktı,
3-5 ağaç meselesi olmadığı gibi başbakanımızı istemeyenlerin bir parkı bahane ederek gerçekleştirmiş olduğu eylemdir ve başbakanımızı istemeyen o yüzde 50 lik kısım yani başka bir deyişle sandıkta kazanamayan kısım bu yüzden sokaklara dökülmüştür ve yine bu kısım bu şekilde kazanacağını düşünüyorsa çok yanılır çünkü her zaman çoğunluğun dediği olur ve biraz olsun anlaşılıyor sonraki seçimlere kimin kazanacağı...
elbette ki mevzu iki ağaç değildir. mevzu bir odundur.
vatan için, özgürlükler için, karışılan hayatlarımızı geri almak için, yapboza çevrilen eğitim sistemi için, ve daha tüm faşist baskılar için birikmiş öfkenin patlamasıdır gezi direnişi.
türk bayraklarını pisliklerini örtmek için kullananların değil, değerini bilerek taşıyan onbinlerin direnişidir.
''isyan iyidir ama ölçüsü olmalıdır unutulmamalıdır ki her isyanın sonu kargaşadır. eğer politikacılar bize yalan söylemez, okulda doğru şeyler öğretilirse bizim de isyan için sebebimiz kalmaz'' (bkz: steven tyler)
direnişi anladım eyvallah ama evde bilgisayar başında oturup diren gezi parkı şeklinde paylaşım yapan insan evlatları siz neden evdesiniz. biber gazını meydandakiler yer siz evde oturmus iki gün sonra istifa ettirdik diye kabarirsiniz. tamam paylasim yapin sorun yok ama bi zahmet sizde taşın altına koyun elinizi.
son gelen haberleri göre migrosun destek verdiği direniştir. gezi parkındaki mukimlere 3 büyük bankanın para desteği de sağladığı da tesbit edilmiş durumda.
şimdiii, emperyalistlerin desteğiyle emperyalizme mi direnilmiş oluyor böylece?
4 canın yitirilmesine neden olan direniştir. bu sebepten ötürü sürecin sonunda direnişçilerin istediği olsa bile buna 'zafer' denemez.
çözümle ilgili konuya gelirsek; öncelikle yargı "gezi parkı yıkılamaz" kararı verirse pekala konu kendiliğinden kapanacak ama tersi karar çıkarsa o zaman işler biraz değişecek, şöyle ki:
hükümet halk oylaması olsun diyor. eğer halk oylamasının sonucunda "gezi parkı yıkılsın, topçu kışlası yapılsın" kararı çıkarsa bunca direniş gününün ne önemi kalacak, ne getirisi olacak? demokrat olarak bakarsak duyurulan seslerin ve 'alınan mesajların' bir karşılığı olması gerekmez mi? seçimde azınlık kalanların istekleri yok mu sayılacak? bu konuyla ilgili şuraya bakınız lütfen. (#20086037)
benim çözüm önerim; taksim yayalaştırma projesi'nin mimarları ve direnişe destek veren mimarlar gezi parkı'nın alacağı durumla ilgili oturup ortak bir proje hazırlayıp, bir karara varabilirler.
diğer özgürlük konularına gelince:
iktidar oldu diye ülkemizde istediği gibi karar alabileceğini zannedenler, insanların yaşam alanları ve tarzlarına karışanlar, artık kafalarına göre at koşturamayacaklarını anlamışlardır sanırım.
işler artık bence de çığırından çıkmaya başladı.
ben bile kısmen erdoğana hak veriyorum çünkü %5 olan faiz oranı %8e doğru tırmanıyor. borsa değer kaybediyor.
istikrarın bir şekilde sağlanması gerekli zira her geçen gün öyle veya böyle para kaybediyoruz.
dış yatırımca zaten tedirgin.
hükümet kademelerinin bir şekilde halk ile ortak zeminde buluşması gerekiyor.
Ekmeğimizi elimizden alan hükümete karşı geliyoruz, adamlar herkes ekmeğine baksın diyor. Neymiş efendim iki bira içen taksime çıkıyormuş. Tayyip alkol satımını yasaklasın madem? yiyor mu? orada dönen parayı ortadan kaldırmaya yer mi? Öyle alkole bok atıp oradaki insanlara bok atmanın anlamı yok.
Oradaki insanlar halka dayatılanlardan memnun olmadıkları için oradalar. Ve sadece akp karşıtları değil akp ye oy vermiş insanlarda var. Buna ister inanın ister inanmayın bizzat kendi arkadaşlarım.
Şimdi diyeceksiniz akp neyi dayattı bu halka. Emek sinemasını kapattırdı halk istemediği halde. He bi kısım halk istiyordu evet. Ama onlar emek sinemasının yolunu bilmeyen ve sadece akp yaptığı için onay verenlerdi. Çünkü sinema olsun tiyatro olsun bunlar insanları sosyalleştirdiği için sokağa çıkarıyordu. Ama akp nin istediği bu değil. Akp insanlar gündüz çalışsın akşam eve gidip duasını okusun ve uyusun istiyor. Çünkü dışarı çıkan insan farklı bi dünya görür. Akp nin dayattığı ve uyguladığı yanlış şeylerin farkına varır. bi film izler ve o filmde gördüğü sahne ulan bizde neden böyle değil dedirtir adama. işte akp bunu istemiyor. insanların sokağa çıkmayıp televizyon karşısında sadece önüne konanı yemesini isteyip fazlasını isteyene de dur demek için imkanları kısıtlamaya çalışıyor. işte bu faşizmdir. insanlar orada bunun direnişi vermektedir. buna destekçi olan amerikadır israildir ingilteredir carttur curttur.
Ak partililere de iki çift laf etmeden gidemiycem. Başbakanımız televizyona her çıktığında yalanları sıralarken nasıl ona güvenebiliyosunuz ? Göstericilerin polisi öldürdüğünü iddaa etti, polisin kendisi düştüğü ortaya çıktı. Müezzin açıklama yaptı camide alkol alınmadığına dair, başbakan hala alkol alındı demeye devam etti ve müezzini tehdit ettilere kadar getirdi. bu ülkede, devletten başka hiç bir güç tehdit konusunda daha ikna edici değildir. madem müezzin tehdit edildi sen niye adama güvence verip konuşturmadın? madem adam tehdit edildi sen neden adamı apar topar izine yolladın? Neymiş efendim bilmem kaç milyon ağaç dikmiş. Fotoğraflarda gördük istanbulun son 15 yılının halini? gittikçe yeşillik kayboluyor uzaydan çekilen fotoğraflarda.
2010 yılında başbakan açıklama yaptı pkk ile görüşüyor diyorlar yalan! dedi. eyvallah dedik. 2011 yılında biz değil devlet görüşüyor! dedi. eyvallah. 2012 ve sonrasında ise imralıdan çıkan emirler doğrultusunda türkiye'nin siyaseti şekillendi. Sizin mideniz bu kadar yalan alacak kadar genişse, durmak yok yola devam.
sabah sabah arabesk yapmayın lan bana. şöyle ezildik böyle ezildik lak lak lak. makarnacı kömürcü dediğiniz halkın oylarıyla başa gelen bu hükümeti devirmeye teşebbüs etmek mi gerçek halkı yansıtıyor? de hele sen bana bunu. siz kimsiniz ki ülkenin yarısının tercihlerini kendi üç kuruşluk çıkarlarınıza alet ediyorsunuz. kalkmış güvercin taşşağı kadar beyniyle geçmişteki provakasyon olaylarını bize yamamaya çalışıyor her solcunun yaptığı gibi.
siz birer piyonsunuz, daha ötesi değil. madem geçmişten bahis açtın. yamacıma gel tarih öğren biraz.
gezi parkı olaylarının asıl hedefi halkın iradesiyle iş başına gelmiş hükümetin düşürülmesi ve bir ara rejim hükümetinin kurulmasıdır, e mi çocuğum? tıpkı nihat erim hükümeti gibi. başbakan gençlere sert çıktı diyorlar. 1971'de halkın iradesiyle iş başında olan seçilmiş meşru hükümetin zorbalar tarafından askeri muhtıra ile nasıl istifa ettirildiğini hatırlayın. o zamanki yürüyüşlere gösterilere şiddet olaylarına rağmen adalet partisi iktidarında (3 aylık bir dönem hariç) ne sıkıyönetim vardı ne de sıkıyönetim komutanlığı. askeri mahkemede yargılanıp 3 aydan kısa sürede idama mahkum edilen siviller vardı. süleyman demirel'in "yollar yürümekle aşınmaz" sözüyle alay ettiler. 1965'ten 1971'e kadar ortalama yıllık %5 enflasyon %7 kalkınma hızıyla gelen türkiye'nin kalkınma hamlesi askeri darbeyle kesildi. böyle giderse adalet partisi'nin seçimle gitmeyeceğini anlayanlar şimdiki gibi gençleri kullanarak anarşi ve kaos ortamı yarattılar. diktacı faşist karakterlerinin bir sonucu olarak kendilerinden birini ara rejimin başbakanı yaptılar. kullandıkları gençlerin kimini astılar kimini işkencelerde sakat bıraktılar. yüksek enflasyon dönemi başladı. geniş halk kitlelerinin cebindeki para her gün çalındı. dün imf defol diyenler, harçlar kaldırılsın diyenler, herkese sağlık hizmeti diyenler bugün bunları diyemiyorlar. ne imf kaldı ne de paran yoksa öl diyen kaldı. dert ne peki? nasıl ki 71'de memleketin kalkınması için hizmet eden adalet partisi'nin ve başındaki süleyman demirel'in bu olayların başlamasında bir suçu yok ise bugün de ak parti'nin bir suçu yoktur. bu şeref yoksunu haydutlar dışarıdaki kuklacıların şuursuz kurşun askerleridir. bunların millete de milli ve manevi değerlere de eskiden beri ölçüsüz bir düşmanlıkları vardır. öğrenin bunları. kimse kalkıp bana özgürlük martavalları okumasın.
bu ülkenin gündemini 3-5 tane ayyaş, ne yaptığını bilmeyen vatan haini belirleyemez. kimsenin bu milletin huzurunu bozmaya hakkı yok. 2 şişe bira içen taksim'e çıkıp racon kesiyor. sikerler öyle işi. herkes ekmeğine baksın.