türk milletini sabrı sınandı, eylem yapmak sevdirildi. herkes az buçuk vatanseverliğine bişeyler kattı. şimdi sıra hükümetin türk-kürt bölücülüğünde. bugün lice, yarın başka bişey. gezi eylemlerinde boy gösteren bizleri kürtlere karşıda ayaklandırmak isteyecekler, kullanmak isteyecekler.
16 Haziran 2013 günü istanbul Fizik Mühendisleri Odası Yönetim kurulu üyesi Alper Merdoğlu Taksim Dayanışma Platformu'nun basın açıklamasına katılmaya giderken Sıraselviler Caddesi'nde bir polis grubu ile karşılaştı. Bazıları sivil giyimli beş kişilik polis grubu, Merdoğlu'na cop, tekme ve yumrukla girişti. Polis ellerini metal kelepçelerle bağladıktan sonra suratına biber gazı sıktı. Bu sırada yere düştü. Düştükten sonra da tekmelendi ve yumruklandı.
Ardından Taksim Meydanı'nda polis otobüslerinin park ettiği yere götürüldü. Bu, daha çok dayak demekti. "Otobüslerin arkasında dövdükten sonra tekrar otobüsün önüne götürüp orada da dövdüler. Sonra beni arka tarafta dövmeye devam ettiler. Sonra dışarı çıkarıp bir başka otübüse bindirdiler ve orada da dövdüler."
Alper Merdoğlu götürüldüğü Haseki Devlet Hastanesi'nde kulak zarının patladığını öğrenecek. "Kulağında duyma zorluğu, burun köprüsünde morarma, ayağında ve dizlerinde yüzeysel incinme, sol kolunda, omzunda, sırtında, morarma olduğu yolunda rapor verilecekti kendisine."
Alper Merdoğlu'nun yediği polis dayağı, Uluslararası Af Örgütü'nün hafta içinde açıkladığı "Gezi parkı Eylemleri, Türkiye'de Toplanma Özgürlüğü Hakkı Şiddet Kullanılarak Engelleniyor" başlıklı raporda dikkat çekilen pek çok insan hakkı ihlalinden biriydi.
Raporda aslında çok daha ürkütücü vakalar da var. Örneğin, istanbul'da 3 haziran'da evine giderken bir grup polis tarafından öldüresiye dövülen iki çocuk babası minibüs şoförü Hakan Yaman'ın başına gelenler daha korkutucu. Hakan Yaman'ın burnu, elmacık kemiği ve çenesi kırılmış, bir gözünü tamamen kaybetmiş diğer gözünde ise % 80 görme kaybı olmuştur.
Bütün bunlar korku filmi senaryosu ya da kabus değil: Türkiye 2013! Siyasi görüşümüz ne olursa olsun özünde şiddet olmayan eylemlere katılanların uğradığı davranışlar bunlar olmamalı. Ya da belki bu satırları okurken "Beter olsunlar, sürüm sürüm sürünsünler" de diyorsunuz. Kendi vatandaşına bu zulmü reva gören polisimize kahramanlık destanı yarattığını söyleyen bir başbakana sahibiz ne de olsa. Ama unutulmamalıdır ki ne bu yapılanlar ne de bunların üstüne söylenenler hiçbir zaman unutulmayacak. Bugün kimilerinin memnuniyetle karşıladığı bu zulüm gün gelir kendisine de gelir insanın. işte o aşamaya gelmeden sesimiz çıkmalı. Siyasi görüşünüz uyuşmuyor olsa bile bir insanın görme duyusunu elinden alacak kadar uygulanan şiddete tüm vatandaşlarımızın karşı çıkması gerek. Bizi ne hale getirdiler görmüyor musunuz? "Kendi düşen ağlamaz", "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın", "Su testisi su yolunda kırılır", "Her koyun kendi bacağından asılır" türünden deyişleri atasözü literatürümüze armağan eden sindirilmiş, bastırılmış vicdanımızı uyandırmalıyız. Biz bunu kendi başımıza yapamazsak altına imza attığımız anlaşmalar doğrultusunda bizi başkaları denetleyecek her zaman. Ülkesine sevgi duyduğunu düşünen biri bu utanca da izin vermemeli.
Nitekim dünyanın insan hakları konusunda en saygın kuruluşlarından olan Uluslararası Af Örgütü 3 ay süren bir saha çalışmasıyla ve buna ilave olarak pek çok mülakat da gerçekleştirerek toplamda 53 sayfalık bir rapor derlemiş bulunmakta. Af Örgütü "eylemlere gösterilen aşırı tepkinin Türkiye içinde ve ülke dışında birçok kişiyi şoka uğrattığı" belirtilirken "Bu durum, hükümetin sorumluluk sahibi ve insan haklarına saygılı olma iddialarını zayıflattı ve muhalif fikirlere karşı ne kadar da hoşgörüsüz olduğunu gösterdi" diye yazıldı. Raporun en önemli eleştirilerinden biri ise belgelenen hak ihlallerinin, kolluk kuvvetlerine zor kullanmaları konusunda " en üst düzeylerde verilen destek" ve ülkede geçerli olan cezasızlık kültüründen, yani hak ihlallerine neden olan kamu görevlilerinden hesap sorulmamasından kaynaklandığı belirtildi.
Bu konuda acınacak bir veri daha var raporda. Raporda konu edilen aşırı güç kullanımının yol açtığı 20 yaralama vakasından 16'sında mağdurlar suç duyurusunda bulunmuşsa da ağustos ayının sonu geldiğinde sacılıkların bunlar arasında yalnızca bir dosya üzerinde işlem yapıldığı belirlenmiş. Biz kafamızı kuma gömmeye ve her şeyin güllük gülistanlık olduğuna inanmaya devam edelim etmesine ama unutulumamalı ki devletimiz bu insanlara binlerce euroluk tazminatlarını ödemeye başladı bile. Bu paralar bizim cebimizden çıkıyor işte. Uluslararası uzmanlar ve yetkililer ise artık bu hak ihlalleri karşısında gerçek bir hukuk devleti gibi hareket edeceği konusunda bir umut da taşımıyorlar. Ayrıca açıklanan demokratikleşme paketinde ne yazık ki hak ihlallerine neden olan cezasızlık kültürünü ortadan kaldıracak hiçbir çalışma yapılmamış olduğunu gördük.
(Sedat Ergin'in 5 Ekim 2013 tarihli yazısı referans alınarak yazılmıştır)