çok istediğiniz ama bir o kadar da uzak bir şeyi düşlemektir. kısa süreliğine de olsa kendinizi kaptırıp büyülenirsiniz ama biri sizi dürter; içinizdeki mantık. mantıkla hareket etmek kurutur içinizdeki hayal nehrini. o sulara kapılıp gidemezsiniz. hem mantık hem gerçekler tutup çekerler sizi. avuçlarınızda sıradanlık, monotonluk ve duygusuzluk kalır. ölümü bekleyen bir hasta kadar ümitsiz...
aslında gerçekleşen şeylerin ilk adımı hâyaldir. mesela insanlar gök yüzünde uçan kuşak bakıp bir gün uçabileceğini hayal etmiş, denemeler yapmışlar hatta herkes demiş ki "gerçekleşmeyeceğini bile bile hayallerinin peşinden koşuyor" lâkin şu devirde baktığımızda teknolojinin ne kadar geliştiğini görebiliyoruz hatta kendime ait bir sözüm bile var bu konuda; ben hep hâyallerimin peşinden koştum, her ne kadar onları yakalayamasamda.
hayali kadınlar sevmek olabilir mesela. sabah kalkarsın onunla kahvaltı yaparsın, öğlen karşılıklı kahve içersin, akşam yürüyüşe çıkarsın vs. dışardaki insanlar baktığında yalnız seni görürler. sense ikinizin bir olduğunu bilirsin. iki vücüdun tek vücütta bir olması.
onu görememeleri olmadığı anlamına gelmez. gelir mi? oysa gözlerinin içi gülüyor bak! gülmüyor mu? hayır, gülmüyor...
yaşamaktır.
hayatta hiçbir şeyin garantisi yokken, hayallerimiz ile ilgili bir beklentiye girmek insanı yorar. o yüzden hayallere gem vurmanın da çok mantığı yok.
unutulmamalı ki, yarına bile çıkabileceğimiz garanti değil...