Masaya oturduğumuzda, senelerdir ablamın oturduğu sandalyenin boş olduğunu fark ettim. Ailemiz üç kişi kalmıştı. Ablamın artık kendine ait bir evi ve yemeklerde oturacağı kendine ait bir sandalyesi vardı.
Düğünden ayrılırken, bana sarıldığında gözünden gelen damlanın nedenini anladım.
Kendimi tuttum, "Oh be" dedim "Şöyle abla dırdırı olmadan rahat bir kahvaltı yapalım"
"Şu internet üzerinde; herkesin sosyalleştiği, herkesin eski arkadaşlarını bulma bahanesiyle yeni arkadaşlar peşinde koştuğu bir site var ya, işte orada gördüm ilk onu... Yaşadığım yerde yapılan konserlere göz gezdiriyordum, biri ilgimi çekti, gidenlere baktım, eskiden sadece konseri verecek sanatçıyı bilmek yeterliydi hatırlarsın, artık kimlerin gideceğini de bilmek istiyoruz. Her geçen gün merakımız artıyor, mahallenin cam önünde oturan teyzelerine döndük, üstelik onun o merakına kızan bizler, şimdi tüm hayatımızı gözler önüne sunuyoruz, ne yapsak paylaşıp, alkışlanmak istiyoruz, ama şunu unutuyoruz belki de, insanlar sadece övündükleri şeyleri paylaşırlar diğerleri ile, kimse bugün yalan söyledim demez, kimse bugün hak yedim demez, ondan internet penceresinden baktığımızda bu kadar ideal gözüküyor toplumumuz... Dur, ben ne diyordum dağıldım bak, işte onu ilk kez orada gördüm, görür görmez de aşık oldum..."
"Neden Evlenmedim" ilk kitaptı ve aşklar üzerineydi, başlayan ve biten ilişkileri anlatmıştım... Bakalım basılmasını bekliyoruz hep beraber...
"Gelmeyen Pazartesiler" ikinci kitaptı, her şey ile ilgiliydi, kısa kısa bölümler yayınlamaya başlamıştım ondan, her ne kadar farklı konularda olsa da tüm bölümlerin ortak özelliği mutsuz sonlara sahip olmasıydı. Araya giren yayınevi stresleri, şu an paylaşamayacağım başka bir çalışma, dördüncü kitabın temel hatlarına konsantre olmam (birincisi yayınlanmadan dördüncüsü yazan adama ne denir ) nedeniyle uzunca bir ara vermiştim, lakin şu an biraz rahatladım ve,
13 Ekim'de "Gelmeyen Pazartesiler"'den bölümlere devam edeceğim.
Aşklar; güzel, romantik, duygulu... Fakat bir de başarısız girişimler, tanışmaya çalışmalar, ekilmeler, ik buluşmalar, reddedilmeler var. O bölümler ile geri dönüyor "Gelmeyen Pazartesiler".
13 Ekim Pazartesi görüşmek üzere, herkese iyi bayramlar.
Sahi, "Sonu kötü bitecek biliyorum" demek için kaç kötü son yaşaması gerekir insanın?
Bir sigara daha yaktım, yıllar önce arkadaş olarak seçtiğim Okky'e baktım, anlamsız gözlerle yoldan geçen arabalara bakıyordu, bugüne kadar başımıza gelen tüm saçma şeylerde onu suçlamıştım, ama galiba ben de pek hayırlı bir adam değildim, hem oturup evde "bekleyeceğime", anlatacağım bir anım olmuştu, iki saat önce Kamil abi'ye beslediğim duyguları Okky'e beslediğimi farkettim, zor durumda arayabileceğiniz birinin olması güzeldi. "Pşşt" dedim, kafasını çevirdi:
- Hocu kızlar ne olucak?
+ Bilmem.
- Biz nolucaz peki?
+ Onu hiç bilmem.
insan mutsuzken, unutmak için içerdi; düşünmemek için, hatırlamamak için, sarhoş olmak için. Zihnini sürekli kemiren düşüncelere sahip biri için; ilk kadehler yorucu bir günün sonunda eve girdiği an ise, sarhoşluk tüm gün belini sıkmış olan pantalonunu çıkardığı an idi ve toplumda don ile dolaşana deli derlerdi.
Alkol ayrım gözetmeksizin tüm düşünceleri alırdı, sadece sizi üzenleri değil, size mantıklı davranmayı salık verenleri de. Garip bir delilik hali kalırdı en sonunda, özellikle de çok düşünenlerin, beyni hiç durmayanların müptelası olduğu garip bir delilik.
Bir deli için düşünebilmek ne kadar değerliyse, artık düşünmek istemeyen için de delilik öyle.
Göbeğini sıkan anılar pantolonundan kurtulmak don ile dolaşmak ise herkesin hakkıydı.
Cep telefonu sonrası ilişkilerde, özlemeye fırsatımız hiç olmadı, ne kadar uzakta olsak bile sürekli haberleşebildik, sürekli konuşabildik, başta iyi gibi geldi bu bize, "Ne güzel, özlediğin zaman sevgilinin sesini duyabiliyorsun" diye düşündük, ama; özlemeye ihtiyacı olduğunu ilişkilerin, sevgilerin özlemle şarj olduğunu hiç hesaba katmadık, sürekli haberleşmenin ilişkileri hızla tükettiğini, heyecanı körelttiğini ya kabul etmedik ya da görmemezlikten geldik. Eskiden uzun mektuplar yazarken, artık kısa mesajlar yollamaya başladık, derinliği, duygusallığı kaybedip, tüketime koştuk, tükettik, tükettik, sonra da tatmin olamadığımızdan, göğüs kafesimizdeki boşluğun verdiği o kötü histen şikayet etmeye başladık.
Hayat bizi zamanla, açık büfe kahvaltı veren mekanlarda, tabağını tepeleme dolduran fakat yediği hiçbir şeyden zevk almayan yaratıklara çevirdi, oysa ki eskiden öğrenci evinde yapılan sahanda yumurtanın yağına banmak için elinde ekmek ile bekleyen ve o aldığı bir yudumdan inanılmaz keyif alan insanlardık.
Sevgilinin sesinin değerini unuttuk artık duya duya,
o an ne yaptığını hayal etmenin keyfini kaybettik,
haber beklemenin heyecanı artık çok uzak,
özlemek ise sadece tensel.