gelelim çanakkale ye

entry1 galeri0
    ?.
  1. Eh, madem beni kötü kişi ilan ettiler, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, azıcık daha münafıklık edelim...

    Dedim ama korkuyorum da, espri yaptığımı kendi has okurum anlar da budalalar anlamazlar. Bir tarihte bana ''televizyona çıkmadan önce ne iş yapıyordunuz ağabey'' diye sormuşlardı, ben de gırgır olsun diye ''Cağaloğlu'nda köftecilik yapıyordum'' demiştim, mektuplar yağdı: Köfteciden köşe yazarı olursa böyle olur!

    Bu ülkede tevazu göstermeyeceksin, bir, ironi yapmayacaksın, iki. Sonra vuruyorlar.

    Örneğin hükümeti eleştirmek için ''bravo vallahi, pes doğrusu, memleketi ne güzel idare ediyorsunuz'' şeklinde dalganı geçmeyeceksin, yağ çektiğini sanırlar! ''Bir şeyi, tam tersini söyleyerek anlatma sanatı'' olan ironi, bizim topraklarda tanınmaz.

    Efendim, bugün 18 Mart ya, konumuz Çanakkale.

    Çanakkale gerçeğini anlatmak isteyen de, söze ''ben vatan haini değilim, beni yanlış anlamayın'' diye başlamak zorundadır. Çünkü burası Türkiye.

    Bu adını andığım ülkede, Çanakkale muharebeleri, kurtuluş savaşımızın ''bir parçası' gibi algılanıyor. Oysa ikisinin arasında beş yıl vardır.

    Eh, ikisinde de düşman saldırmış, ikisinde de Atatürk var ya...

    Atatürk, Çanakkale'de albaydı. Orada gösterdiği ''yararlıklar'' dolayısıyla general oldu. (Bu ''yararlıklar'' kelimesini de hiç sevmem, ilkokul kıraat kitabı lafıdır.)

    Çanakkale, bizim de katıldığımız emperyalist dünya savaşının bölümlerinden biriydi. En önemlisi de değildi, belirleyici (decisive) olan cephe elbette batı cephesiydi.

    Biz de bir imparatorluk olarak Alman imparatorluğu'nun hem müttefiki, hem ortağı, hem de gırtlağımızdan bağımlısıydık bu savaşta.

    Enver Paşa önce bu savaşı kazanıp sonra işi büyütme, bir Turan imparatorluğu'na yönelme hayalleri kuruyordu ama, savaş kazanılsaydı Alman sömürgesi olacaktık! Ben de bu yazıyı yarı Osmanlıca yarı Almanca yazacaktım, çünkü Türkçe bilgim zayıf kalacaktı, evde, kendi aramızda konuştuğumuz önemsiz bir dil! (Fransız yönetimi altında Cezayir'de bütün derslerin Fransızca okutulduğunu, Arapça'nın da haftada iki saat seçmeli ders olduğunu biliyor muydunuz? Anadilin ya da ingilizce, ikisi de aynı, tercih senin!)

    Çanakkale’de verdiğimiz şehit sayısı sonradan arttırılmıştır, daha etkili görünsün diye...

    Birçok kişi, hatta basın mensubu bile sanır ki, dünya savaşının başında Çanakkale'de boğuşma başlamış, sonuna kadar da öylece sürmüştür.

    Müttefikler Çanakkale'ye dünya savaşı patlak verdikten sekiz, biz savaşa katıldıktan beş ay sonra saldırdılar.

    Ve de altı ay kadar sonra defolup gittiler. Ondan öteye Çanakkale'de tek mermi bile atılmadı, 1916, 1917 ve 1918 yıllarında Çanakkale'de tık yoktu.

    Bu saldırıyı hepimiz, yakın tarih boyunca, ''son derece alçakça ve haksız bir saldırı'' şeklinde algıladık.

    Oysa bunların bize saldırmalarından daha doğal hiçbir şey olamazdı, çünkü savaşa Alman baskısıyla ve bunlara karşı biz kendimiz katılmış, ilk kurşunu da, Sivastopol'u topa tutarak biz atmıştık. Herhalde elleri armut toplayacak değildi. Çanakkale, bir saldırı değil, bir karşı saldırıydı.

    Tıpkı bunun gibi, gene Alman gazıyla gittik Süveyş Kanalı'na saldırdık, hem de iki kere; sonra da herifler karşı saldırıya geçip bizi taa Halep'e kadar kovalayınca çok şaşırdık. Ne hakları vardı yahu?

    Hani çok kişi dünya savaşında biz mazlumların yalnızca kendimizi savunduğumuzu sanır da...

    Teşkilat-ı Mahsusa'nın iran ve Afganistan içlerinde ihtilal çıkarma gibi enayice girişimlerini pek görmezler yani...

    Enver'in Almanya'ya yaranmak için 14. Kolordu'yu Galiçya cephesine gönderdiğini de...

    Bu ne biçim kurtuluş savaşı parçası ki, bir yandan da Güney Polonya'da cereyan ediyor?

    engin ardıç
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük