Nazlan
Sitem et
Kırıl bana,
Beni geç vakit tek başıma suya yolla.
bahçede yüzünü öteye çevir,
Güle hayret ediyormuş gibi yap
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla,
Somurt, avluda sadece ikimiz kalınca.
Kızıp en evecen adımlarınla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden,
Derinleşsin ben içerledikçe ruhundaki sakarlık.
Yamru bastım, iş değildi hake çakılmak bayırdan
Dağ sıra dağdı, hangi haşin belden yol veresi
Gece hep süzüldü yukarıdan lakayt kehkeşan.
Altımda, beni hep yutmaya çağladı nehir.
Yetişir hecelemen, sök beni bir kere
En zoruma gideni yap, hengame getir.
Çel beni, tökezlet, tuttur çitlere
Ahla istida edecek ahval değil
Kim, bana kıymazsan bilebilir?
Dünya dedikleri samut küp
Acılar tınladıkça bende,
Hep, seni seslendirir.
Bir an sevinç duyarken, korkuyorum sonra hemen,
Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi;
Bir an, başbaşa kalmaktan öte bir şey istemezken,
Sonra diyorum ki, alem niye görmesin sevincimi?
Bazan, sana baka baka kendime çektiğim ziyafetle,
Doydum sanırken, bir bakışın açlığıyla ölüyorum sonra,
Senin bana verdiğin ya da verebileceğinden öte,
Ne bir şeyden zevk alıyorum, ne de çabalıyorum almaya.
işte böyle, her gün hem açlıktan ölüyor, hem tıkanıyorum;
Ya oburca her şeyi yiyorum, ya da hiçbir şeye dokunmuyorum.
ANGiNA PEKTORiS
Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin'dedir, doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan'da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca'da bir harap konaktadır
her gece, Doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim fakir milletime ikrâm edebildiğim
Bir tek elmam var elimde, doktor,
Bir kırmızı elma:
kalbim...
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...
Bakıyorum geceye demirlerden
ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen
kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...
Nazım Hikmet
Sıcağı sevmiyorsun diye güneş doğmamazlık yapmayacak..
Sen gittin diye yaşam durmayacak
Kan akacak belki, toz duman olacak
Kuşlar, belki kuşlar susacak.
Ben susmayacağım.
Haykıracağım.
Sabrımın sonundayım henüz, hayatın değil.
Kuru bir selam, fonda eski bir şarkı tadında
Nargile dumanında beliren hayalin, benimle kalacak .
Nefesimi alıp veremediğim gün, son bulacak.
Hayat, sen, rüzgar, deniz, gökyüzü .
O gün benim son günüm olucak lakin..
Seninde kıyametin kopacak ..
Kıymeti kalmayacak hiçbirşeyin..
Loş bir lokantada radyoda bir şarkı çalacak.
Sessizce ağlayacaksın, hıçkırarak ..
Benim bir daha sesim olmayacak ..
Farkına vardığın an tüm sesleri susturmak isteyeceksin..
Ama anlamayacak halinden martılar..
Sen simit atmadın diye,
Ölmeyecekler açlıktan ..
Sensizlikten kimin öldüğü aklına o zaman takılıcak.
Bir vicdanın kalacak geriye, birde sen..
Susturmak isteyeceksin lakin
Vicdanında susmayacak ..
Herkes tabutuma omuz verirken sen kalbini vermek isteyeceksin..
Fakat artık çok geç olacak ..
Okunan bu sela ayrılığımızın habercisi..
Senin kıyametinin, benim yokluğumun işareti..
Hoşçakal. Yetişemedim ben sana.
Ama ölüm bana yetişti..
nerden çıktın böyle karşıma sitâre
efsaneler dökülüyor gülüşlerinden
kirpiklerin yüreğime batıyor
telaşlı bir kalabalığın ortasında
ayaküstü konuşuyoruz
nedim'im nigehbân nergisleri gibi
üstümüzde bütün nazarlar
çok utanıyorum sitare
dün oturup hesap ettim
sen doğduğun zaman
ben bir askerî mektepte talebeymişim.
sen bilmezsin sitare
burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih
geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
her akşam dokuzda yat borusu çalardı
yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
bir derin uykuyaatardım kendimi
siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
ben de onu alır anamın düşlerine kaçardım
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
seninle konuşurken sitare
aklıma yıldlzlar dökülüyor
bir çaresiz zühre oluyorsun babil caddelerinde
ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
binlerce meşalenin aydınlığı kımıldıyor saçlarında
gökyüzü salkım salkım
zigguratlar tıklım tıklım
dönüp dolaşıp dudaklanna takılıyor aklım
ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
kimi gün inatçı yosunlar gibi
kepez diplerine yapışan aklım
gözlerine baktığım zaman sitare
bütün çöllere ay doğuyor
yoldaş ediyorum kendime
imrül kays'ı antere'yi a'şa'yı,
en kuytu vahalan dolaşıyorum
hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş sitare
çadırla su arasında bir cılga var,
o cılgada narin ayak izlerin var
durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudaklann mı anlıyamıyorum
bazan sapsan bir benizle geliyorsun
huysuz çizgileri alnında uykusuzluğun
biliyorum içinde bir sızı var
bıçak ağzı gibi ince bir sızı var
bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
züheyr'in suad'ı gibi keremsiz kılan
kuzeyden güneye, güneyden kuzeye
hey gidip geliyorum bu çöllerde
kureyş'in heybetli ve inatçı develeri
hiç aldırmadan benim esmer sevdama
geviş getiriyorlar ufuklara bakarak
ben kaçıp yesrib'e sığınıyorum
yesrib bahane bir kitaba sığınıyorum
dağda, ovada, bâdiyede okuduğum hep elif
elif diyorum sitâre, sineme elif çekiyorum
''ah minel aşkı ve halâtihi...''
çok eski bir gerçektir bu biliyorum
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudaklann mı anlıyamıyorum
sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
ve ikimiz de ıslanıyoruz
ben ne yağmurlar gördüm sitare
ben kaç kere iliklerime kadar ıslandım
bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
ben göğü hep kurşun bir kubbe gibi ağır
o şehirde sınlsıklam gezerdim
bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
tapınaklar insanları safra gibi atardı
sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
birgün bu §ehrin kirli yağmurlan alıp götürdü beni
gidip bir uygur çadırında göğü dinledim
kara bulutlar kükrerken bir kaşgar sabahında
oturup aprunçur tigin ile seni konuştuk
bakışlarımı sunuyorum tereddütsüz alıyorsun
gizli bir tebessümle çağırıyorum geliyorsun
kaşı karam gözü karam saçı karam
umay gibi yumuşak huylum
nerden çıktın karşıma böyle
sesin ılık bir bahar güneşi gibi
iğıl ığıl akıyor içime
asyanın bozkırlannda ordular düşüyor peşime
yığılıp kalmışım bu anadolu toprağına sitare
adam akıllı yorulmuşum
ellerin böyle olmamalıydı ellerine acıyorum
ve kim bilir kaç yıldan beri kalbimi öğütlüyorum
durup durup ıssız yerlerde
güçlü ol ey kalbim güçlü ol!
daha çok işimiz var diyorum
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlıyamıyorum.
Pis bir kalbim var
yağan yağmur gibi pis.
bu şehir gibi.
temizlemek gerek
geçmişi
gelmişe hoş geldin diyebilmek için
ama
görüyorum ki yine
ve
yeniden
gelmişi de pis
aynı geçmişi gibi.