"ben olsam utanırdım biliyor musun, ben olsam yemin olsun utanırdım. senin ettiğini ben etseydim ve kafamı koyduğum yastık başımı ağrıtmasaydı yastıktan bile utanırdım"
birkaç ay önceki ben ile şimdiki ben arasında uçurumlar var. gerçekten değişmek ile aynı kalmak arasında ince bir çizgi varmış. bazen ufacık bir an yetiyormuş insanın değişmesine.
Benden kaçıp cennete gitmek isteseydin, seni cennetin kapısına kadar götürürdüm. Bana gelmek için seni korkutan cehennem olsaydı, cehennemle konuşurdum. Seni ona anlatabilirdim. Oysa sen, ne cenneti isteyecek kadar aşk oldun ne de cehennemi isteyecek kadar ayrılık.
“seni seviyorum ama” dedin “hoşça kal” diye ekledin. “Şimdi gitmeye mecburum, belki yine gelirim, umarım gelirim” son sözün oldu.
" yüksek sesle konuşan, asık suratlı bir kalabalık içinde bir sessizliği onarmaya çalışmaktan sindi üstüme, bu ezilmiş gül rengi acemilik. bir kirlenmeden korunmak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim. benim, kıyısında bir saygıyla beklediğim olanak, başkalarının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı. "
gercekten uc gunluk dunya.
o hırslarınız, o sidik yarıslarınız, o yaratmaya calıstıgınız kaos.
bos isler.
gonul kırmaya degil, gonuller almaya bakın.
gunun sonunda insanlarda kaldıgınız birkac tatlı hatırasınız -ki buna imkan tanırsanız-