Hayal kurmayı çok severim ve çok iyi bir şey olduğunu, insanın iç dünyasını daima canlı ve renkli tutması gerektiğini düşünürdüm. Ama sanırım o kadar iyi bir şey değilmiş. içim renklendikçe dünya daha çirkin gelmeye başladı. Gerçekten her şeyin fazlası zararmış. Dünya çirkin ve gittikçe daha da çirkinleşiyor.
sanattan siyasete, bilimden spora hiçbir aktivitenin hayatımızı anlamlı kılabileceği kadar uzun bir hayat yaşamıyoruz.
iki yaşında hayatını bir şeye adayan ve son nefesini yüz yaşında verene kadar da bu uğraşıdan vazgeçmeyen bir insanın ömrünü adadığı şey, bırakın evrenin tarihini, insanlığın tarihi için bile bir hapşırık kadar uzun. yaratabildiğimiz tek teselli sonraki nesillerin bizim bıraktığımız noktadan devam etmesi, ne biz onları görebilecek iken ne de onlar bize minnettarlığını iletebilecek iken.
bir nehre doğru sıralanmış insanların birbirine kova ile su aktarması ve nehre en yakın olanın kovayı her seferinde nehre döktükten sonra yerini bir önceki kişiye bırakarak hayattan çekildiği bir dönüşüm gibi. nehir büyüyor -çok az da olsa- ama kimse nehrin nereye kıvrıldığını görecek kadar yaşamıyor.
Bir şeyi çok fazla istediğinde olmaz ama önemini yitirdiğinde olur. Örneğin bir yere gitmeyi çok fazla istiyorsun ama o an gidemiyorsun. Daha sonra gidecek fırsatın hatta zorunluluğun oluyor ama artık sen istemiyorsun.
Bir şeyi kaybetmekten ne kadar çok korkarsan kaybedersin. Kaybetmek istemediğini hissettirdiğin için artık avuçtasındır ve insanlar avcundakini çok kolay atar.
Daha bırakiyim mi?