bugün

işte yine yağmurlu gece,
işte yine senin için yazıyorum.
kalemimde kalan son bir hece,
satırlarımda seni duyuyorum.

karanlık bulutlar sanki odamın içinde,
yağmur dışarıda değilde içimde yağıyor,
gözlerimde anlıyorum, yaş içinde,
bu gece yine sana ağlıyorum.

ölüyorum ben bu gece,
geride yarım kalmış birkaç satır bırakarak.
usulca gidiyorum hayatınızdan, sessizce,
ben yine sana ölüyorum bu gece.

kalemim bu gece kağıda ağlıyor,
düşüncelerim bir bir yaşa dönüşüyor.
önce elime, sonra kaleme, en son kağıda düşüyor.
hep beraber sana ağlıyoruz bu gece.
[siiryazanadam]
insan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

insanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(1974)

ismet Özel
Bir rüya gördüm,
Karanlık bir odanın içinde 7 kırmızı kelebek
Ya da 7 kırmızı kelebek bir rüya gördü
Karanlık bir odanı içinde ben

Gördüğüm şeyler miydi rüyam?
Yoksa gördüklerimin rüyasıydım ben?
Çok vakit kaybettim
Çıkış aradım, yoktu
Basit birkaç gözyaşı katıldı aramıza sonra
7 kırmızı kelebek, ben ve basit birkac damla gözyaşı

Kelebekler ölüyordu
Ve daha da kararıyordu oda
Her azalan nefeste

Bilmek degil, görmektir dedim
Görmek degil yok olmaktır dediler
Ancak aşk varsa varsındır dedim
Sen varsan aşk yoktur dediler
Aşk varsa sen kalmazsın dediler

Sorular artıyordu
Ve daha da kararıyordu oda
Her gelen cevapta

Dışarıda dedim
Yok dediler
Varlığım ispatıdır dedim
Yoksun ki dediler
Nasıl? Dedim
En-el hak dediler

Biliyorum bir gün aşka çok yaklaşacağım
Tek ihtiyacım olan şey sen olacaksın
Elimde ölmeyi beklerken son kelebek
Kar yağıyor.
Ve belki bu akşam
Islak ayakların üşüyordur.
Kar yağıyor,
Ve ben şimdi düşünürken seni
Şurana bir kurşun saplanabilir
Ve artık bir daha
Ne kar, ne rüzgar, ne gece..
Biliyorum Sana Giden...

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
insanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

inan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri.
Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?

insanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok

En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!

"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.

Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.

Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!

Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi. *
- yahya kemal beyatlı -
Cemal SAFi'nin kendi sesinden hadi git! Şiiri.
zulfu kakullerin amber misali

zulf-u kakullerin amber misali
buy-u erguvan dan guzelsin guzel
kizarmis gonca gul gibi yuzlerin
sah-i gulistan dan guzelsin guzel

yuzunde yesil ben asikar olmus
cekilmis kaslarin zulfikar olmus
gozlerin aleme hukumdar olmus
mihr-i suleyman dan guzelsin guzel

kurulmus gogsunde bahce-i vahdet
hatmolmus kadrinle tubayi hikmet
cemalin seyreden istemez cennet
sen huri gilman dan guzelsin guzel

gozlerin velfecri benzer imran ´e
seni seven asik olur divane
yanaklarin sule, vermis cihana
yuz mahi taban dan guzelsin guzel

cig dusmus cayira benzer yuzlerin
âsikin oldurur sirin sozlerin
misrin hazinesi deger gozlerin
zuhre-i rahsan dan guzelsin guzel

sidki der suretim hattin secdegah
cumle guzellere oldum pisegah
guzeller tacisin yuzun padisah
yusuf-u kenan´dan guzelsin guzel

http://www.youtube.com/watch?v=6u_3XYqHv3c
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
Tutsak

seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma almayacağım
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün
ben bu kafeste bir tutsağım
kara ve soğuk parmaklıklar ardından
gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
bir elin uzanışını düşlüyorum,
ansızın ben de uçayım sana doğru
boş bir anda düşlüyorum
bu sessiz hapishaneden uçmayı
gülerek gardiyan adamın gözüne
yanında yaşama yeniden başlamayı
düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış
parmaklıklar ardında her sabah
bir çocuğun bakışı güler bana doğru
sevinç şarkılarına başladığımda
dudağında öpücükle gelir bana doğru
şayet bir gün, ey gökyüzü
kanatlanırsam bu sessiz evden
ağlayan çocuğa nasıl söylerim
tutsak bir kuşum vazgeç benden
bir mumum, canımın alazıyla
harabeleri aydınlatırım
sönüklüğü seçersem eğer
bir yuvayı yıkıp dağıtırım

(bkz: furuğ ferruhzad) .
seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat
geniş odalarda. bir oksijen çadırında.
ona kötü bir şey olsun istedim.
bana aşık olsun istedim.
Nur yüzlü tebessümler bırakıp da yurduma
Bazen rüzgâr olursun burçlarında gecenin
Öteyi omuzlayıp gelir bazen de rüzgâr
Başımdaki dumanı dağıtır gözlerinle
Züleyhayı Yusufa götürürken atlılar

Bak işte, tohum şimdi rüyada, derindedir
Bir dua mahşerinin sonsuz mihverindedir
Avucundan taşıyor kevser dolu bir sebil
Merhamet ki, o leylî saçlarında uyuyan
Son derin aynasıdır tenhayı bilenlerin
Yüreğimde ay gizli, sinemde bir karanfil
Bense yine bir nehir, şeb-i yelda ve mahrum
Bazen de bir cellâdın simsiyah ellerinde
Eski bir bahçıvanın korkularına mahkûm

Bak işte, bir gözyaşı damlası, boynu bükük
Bir ayna sırlarını döküyor toprağına
Kendi karanlığına gömülüyor sönen mum
Bak işte, uyandırdı gelişin ağaçları
Her yaprakta o mahzun düşlerimin oyası
Özsuyunda sen varsın çiçeklerin; her düşte
Kapılar, pencereler sana vurgun, bak işte

Sus ve yürü; ruhumun sarayıdır otağın
Gizli bir şehzadenin sırrında kaybol ve sus
Bilsen ki, sultanlığın, tahtındadır bu çağın
Hüzün ki, ne girift bir dünyadır sana mahsus
Bak yine ayağına kapandı köleler; sus
Doğunun o efsunlu harabelerinde mi
Kayıp cennetlerini aradın da mevsimin
Ki her gece yıldızlar saatleri kırdılar
Akrebini zincire vurup sonbaharında
Yelkovandan kederin hesabını sordular

Sen şimdi ne kadar da Züleyhasın ki öyle
Beyaz bir gül taşırsın avuçlarında her an
Rüyalarında bile senin için ağlayan
Parmağının ucunda bir Yusuf görüyorsun
Öteden sıradağlar geliyor sevda ile
Denizler senindir al; umudu denizlerin
Körpe bir nergis olup düşünce eşiğine
Ruhumun kumruları, kardelenleri, senin

Sustuğunda, kelime yangını, cümle kışı
Konuş; suyu ısınsın buz tutan çeşmelerin
Durduğunda duraklar mutlu; yollar çaresiz
Yürü; ayak bastığın kara parçalarında
Irmaklar gökyüzüne akıyor ardınsıra
Kımıldayan yokuşta, uğuldayan inişte
Yolcular izlerini soruyorlar, bak işte

Bozkırdaki sureti kayboldu bir çobanın
Bir vadiye akmanın eşiğindedir zaman
Bir ney bulup üflesem gözlerine bakarak
Kamış kül, ses kıvılcım, boşlukta bir yanardağ
Anlayamıyor muyum kirpiğinde bulutlar
Avare kuşlar gibi benim göğümü arar
Yalnızlığı gül kokan benim bahçelerimde
Rengârenk bir kelebek oluyor bakışların
Anlayamıyor muyum, en gizemli şarkılar
Dudakların ruhuma dokunduğunda çalar

Gece aydınlığında bir devin kalbindesin
Bir hayalden kalan her muamması ömrümün
Senin duygularında çözülüyor ansızın
Yüzünle buluşuyor yüzümün çizgileri
Yankısını sesinde arıyor çığlıklarım
içimde kum saati, ne ileri, ne geri

Bulunur belki bir gün bir şehirde bir sokak
Bir ev, sessiz bir oda, her köşesinde bahar
Öyle mağrur ki zaman yeniden doğmak için
Bir kadın bir cihangir istiyor kaderinden
Bir adam, kucağında güneş, ay ve yıldızlar
Kâinatın o sonsuz, o esrarlı yerinde
Bak işte, tarihini arıyor ellerinde

Nurullah Genç
Aglamak
Unutmak kadar kolaydir inan
Sevin aglayabiliyorsan
Sevin agliyorsan
Gül aglayabiliyorum diye
Gül agliyorum agliyorum diye
Sana birsey yapamam
Aglayamiyorsan
(bkz: Özdemir Asaf)
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

hayır sanmayın ki beni unuttular
hâlâ arasıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.
Yıllardır yitirdiğim güneşi arıyorum
Hüznümü kolarımla sımsıkı sarıyorum
Sanki dev bir kasırga emiyor yüreğimi
Yoksa bu derin acı ruhumun gömleğimi
Bu hayal,bu pelerin giyen esrarlı kadın
Uçan kelebeği mi,dudağımda feryadın
Kah görünüp kaybolan, kah konan pencereme
Kah demir yumruk gibi sıkışan hançerime

Nurullah genç
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım HiKMET
Ask baslamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakislarda korku oldugu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çirpinis,
Baskalari görmesin diye çabalayis,
Gözlerim gözlerinin mavisine degdigi zaman...
Ask baslamadan güzel....
uykum geldi.
Düşman

Tükendi gençliğim karanlıklarda,
Çılgın fırtınalarda ve yağmurlarda;
Güneş bazan açtı, kapandı derhal
Bahtımın yazgısı karanlıklarda;
Öyle harap ettiler ki gönül bahçemi
Dallar hep kırıldı, yapraklar yerde
Kuytularda birkaç meyvesi kaldı...

işte ulaştım güz aylarına
Fikirler sararmış yapraklar gibi;
Kullanmalı artık her bir aleti
Küreği, tırmığı ve ötekileri,
Düzeltip onarmak için yeniden
Bahçemdeki bütün harap yerleri
Suların basıp da oyup açtığı
Kocaman çukurları mezarlar gibi...

Hayal ettiğim yeni çiçekler,
Acaba bulurlar mı kimbilir,
Ardıç kuşlarının bulduğu gibi
Güç alabilecekleri her bir gıdayı,
Gizemli gıdayı, özlü gıdayı
Bu sulak topraklarda. Bu hoş havada.

Ey acı! Ey acı! Yiyip bitiriyor hayatı zaman,
Ve yüreğimizi kemiren düşman
Bu anlaşılmaz, bu garip düşman
Büyüyüp güçleniyor kanlarımızla
Durmadan kaybettiğimiz kanlarımızla.

Charles baudelaire
''ard arda kaç zemheri,
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
dışarda gürül gürül akan bir dünya...
bir ben uyumadım
kaç leylim bahar
hasretinden prangalar eskittim
saçlarına kan gülleri takayım
bir o yana,
bir bu yana...''
hasretinden prangalar eskittim. a. arif
Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni, perdeleri çek:
Monna Rosa, seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek;
Anla Monna Rosa, ben oteliyim...
Açma pencereni, perdeleri çek.

Zeytin ağacının karanlığıdır
Elindeki elma ile başlayan...
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
Zeytin ağacının karanlığıdır.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi...
Ellerinden belli olur bir kadın.
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;
Saat on ikidir, söndü lambalar.
Uyu da turnalar gelsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine;
Kiminin rengi ak, kiminin sarı.
Ah, beni vursalar bir kuş yerine!
Akşamları gelir incir kuşları...

Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni
incir kuşlannın bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar... Su kenarında
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza,
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler...
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı,
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak:
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler, o korkulu ten,
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;
Altın bilezikler, o korkulu ten!

Monna Rosa, siyah güller, ak güller,
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!
Sokakta bir bayramdı karşıdan gelişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı yanımdan geçip gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın , adın .. herneyse...
ben acilar denizinde bogulmusum
isitmem vapur düdüklerini, marti çigliklarini
dalgalar her gün bir baska kiyiya atar beni
duyarim yosunlarin benim için agladiklarini

ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
gör, içindeki o kanli cam kiriklarini
bu ne karanlik, bu ne zindan gece böyle
bütün gemiler söndürmüs isiklarini

ben acilar denizi olmusum, yaklasma
sularim tuzlu, sularim zehir zemberek
baksana;herkes içime dökmüs artiklarini

bu karanlik bitse artik, bir ay dogsa
bir deli rüzgar çiksa; alip götürse
yillarin içimde biraktiklarini...
(bkz: ümit yaşar oğuzcan)
bekle dedi gitti
ben beklemedim, o da gelmedi...
ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi...
gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu, ağlardım. Beni sevmiyordun bilirdim. Bir sevdiğin vardı duyardım.