bugün

içimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
insanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

ismet özel.

(1975)
"Evet bayım,
Kuşları severim,
Ve siz benim gökyüzümsünüz..."
--spoiler--
haydi abbas, vakit tamam
akşam diyordun, işte oldu akşam
kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin artık bu kalb ağrısı
--spoiler--
"ve allah, burada yakındadır,
şebboylar arasında, uzun çamın altında
suyun bilincinde,
bitkilerin kanununda.

ben müslümanım.
kıblem bir kırmızı güldür,
namazlığım bir pınar,
mührüm ışıktır,
ova seccadem.
penceremi titreştiren ışık ile abdest alırım.
namazımın içinden ay geçer, tayf geçer,
namazımın bütün zerreleri billurlaşır,
namaz kaybolur taş görünür,
rüzgâr, selvilerin üstünde ezan okuduğunda,
namaz kılarım ben.
otların tekbirinden sonra,
denizdeki dalganın kamedinden sonra
namaz kılarım.

kâbem su kıyısında,
kâbem akasyaların altındadır.
kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye,
şehirden şehre gider.

hacerülesvetim bahçenin aydınlığıdır."

sohrab sepehri
“Bize kâfir demiş Mütfî Efendi,
Tutayım ben ana diyem Müselmân,
Vardıkda yarın Rûz-i Cezâ’ya,
ikimiz de çıkarız anda yalan!” (nefi)

Günümüz diliyle: Şeyhülislâm bana kafir demiş. Hadi ben ona Müslüman diyeyim. Ama yarın mahşerde ikimiz de yalancı çıkarız.
Şüphesiz ki ahmed şamlu şiiridir.
bir masalımız olsun istemiştim
Çocuklarımıza anlatabileceğimiz;
kendi çocuklarımıza nasihat olduk!
Hıçkırıklı düşler senfonisi başlıyor..
Karanlığın binbir tonla açılması gibi acıklı.
Ne sen, nede ben..
Bu senfoniyi dinlemeden örtüyoruz sevdiklerimizin üzerini.
Olabildiğince çaresiz, soğuk bir uykuda karaltılı sağanak karaltılı kabuslar.
Çoraklaştıkça susar dillerimiz.
Kıyafetsiz kalan sözlerin kifayetsiz sözleri, şerit gibi çiziliyor kirpiklerimizden.
Önce cazip gelen, sonra öldüren..
Ve sonra yoğun bir sis sarıp perdeyi,
Arkasında ağlayarak oynayan çocukların gibi ilk mısraların çaresizliği.
Hoşçakal demeden, merhaba demeden hiç birşeye.
Değmeden okyanusun mavisine, solumadan göğü doyasıya,
Susup susup kanayan, kanadıkça şerefe kaldırılan şerefsiz kadehlerin ruhuna,

El- fatiha..
yürü bre ehli deve endamını göreyim
sensiz geçen gecelerin ecdadını sikeyim
mecnun gibi top muyum bir am için öleyim?
leyla'yı da sikeyim mecnun'u da sikeyim.
bana yar olmayan karının izzetini itibarini sikeyim...
yansın karıların alayı, su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim.
düşmüşüz bir orospunun belasına,
koymadık diye taaa amının ortasına, kader böyle yazmış hatırasına...
ben böyle hatıranın hikayesini sikeyim!

kerem dağları deler bir amcık uğruna, aslı gitsin de ona buna vurdura...
bir karı için değer mi hiç bütün bunlara, her taraf amcık dolu mala iyi vurana.
fuzuli am peşine düştün gurbete, am serindir am derindir şifa verir millete,
ye kebabı iç şarabı vur karpuz göte, bu gidişle yarrağımı gidersin cennete.

neyzen tevfik
(bkz: ahmed arif)

--spoiler--
Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçaklanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
--spoiler--
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.

B. NECATiGiL
"çölün yalnızlığında ilerleyen yüzlere
ot ve ateş giyinmiş doğu'ya

denizin yıkadığı toprağa
ve onun sevdasına barış

yağmurlarını verdi bana baş döndürücü çıplaklığın
kendini bana adıyor yıldırım
benim bağrımda olgunlaştı zaman
bak işte doğu'nun parıltısı kanım
su çeker gibi çek beni ve yok ol
yitir beni yankısı ve şimşeği var oylukların
su çeker gibi çek beni gövdemle örtün
nirengidir ateşim ve yıldızdır
yön yaramdır benim
heceliyorum
bir yıldızı heceliyorum resmini çiziyorum
kaçaktır yurdumda yurdum
heceliyorum onun çizdiği yıldızı
yenik günlerinin ayak izlerinde.

ey sözün külü
gecende bir çocuğu daha var mı tarihim..."

adonis ya da namı diğer ali ahmet sait eşber. Yaşayan modern arap şairi. Yıkık ülke suriye'den.
Bir kelebek ağrısıydı, vakit dardı, mevsim hicazdı…
yetişmem gereken bir ölüm, kaçmam gereken bir hayat vardı.
"susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur.
sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum.
geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde,
kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...
yalnızım
ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar
içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...
sularım
toprağa sızıyor bak.
yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş
saklanıyor içimde.
kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?"

şükrü erbaş hazretleri ve şiirde seslenilen azize'nin ismi ömür hanım.

Hayal ürünü bir kadındır.
'Yaslasam gövdemi karlı dağlara,
Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün.'
Hüzünlü Gurbet

Güz mevsiminin ortasındayız
Dağların tepelerinde kar var
Kar bir yük gibi binmiş dağlara
Benim hüzünle yüklendiğim gibi adeta

Dağ nice yükler kaldırır daha
Oysa ben
Diyar-ı gürbette
Küçük bir han odasında

Mum ışığının altında
Bilmem daha ne kadar yük kaldırabilirim
Bilmem daha ne kadar dayanabilirim gurbete
Hüzünlü gurbete

Karlar eridiğinde mi kavuşurum acaba
Geride bıraktığım ahbaba
Kader güldürür benim de yüzümü elbet
Biter elbet bu hüzünlü gurbet

cemil meriç.
...Bugün de ince, bugün de kırıldı kırılacak
Bugün de
Tam nerede kalmışsam...

Edip Cansever.
Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.
Yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. Böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine
"...Yıldızlardan derlemem vardığım yargıları,
Oysa müneccimliği enikonu bilirim;
Ama anlatmam iyi ve kötü yazgıları:
Ne âfet ve kıtlıklar, ne altüst olan mevsim.
Ânlara fal bakamam, geleceği göstermem;
Söylemem kime şimşek, yağmur ve rüzgâr kısmet,
Tahta geçeceklere ikbal müjdesi vermem
Gökkubbede bulsam da türlü türlü alâmet.
Senin gözlerindedir bildiğim her ne varsa,
O değişmez yıldızlar kaynağıdır sanatın,
Birlikte yaşar gerçek ve güzellik yaşarsa;
Sen sürdür varlığını, sürüp gitsin kaç batın.
Yoksa, senin gelince sonun - bu falcı bilir
Gerçekle güzelliğin kıyamet günü gelir..."

william shakespeare hazretleri.
Bulut geçti, göz yaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde.

Kendi çarkını döndürmeye bak döndükçe dünya;
Keyfinin tahtına çık kadehle dudak dudağa;
Tanrının umrunda mı senin günahın sevabın:
Sen kendi muradını kendi güzelinde ara.

(bkz: ömer hayyam)
görsel
Kadere ve Gönlüme Dair

işte ben hep böyle bildiğin gibi:
Kaderi öpüp başıma komuşum,
Gülüşüm, oturuşum, konuşuşum,
Belli efendim, besbelli
Yaşamaktan soğumuşum.

Yaz yağmurları misali yıllarca
Yağmış durmuşum kendi içime.
Zaten dünya öyle dünya ki kim kime
Herkes kendi derdine anca,
Herkesin yüreği lime lime…

Halbuki hayatı sevmem gerekirdi.
Acımayı, sevmeyi oldukça bilirim
Zamanla bir iş tutmayı da öğrendi ellerim,
Hem hayatıma bir de Havva kızı girdi,
Ama gel gör ki bu kaderim…

işte ben böyle bildiğin gibi,
N’apalım bizi bir kez mimlemiş kader
Her zaman böyle, yağmur bulutundan beter.
işte böyle hilafsız, gözümün elifi
Her zaman bir romantik portreye benzer…

Ben zaten bu dünyada tek başınayım, hey…
Bir sevdalı gönül bütün varım
Eğer o da olmasa ne yaparım,
Kimbilir hey
Ne yaparım…

istanbul için.

turgut uyar.
BURSA'DA ZAMAN

Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
içinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa'da zaman.

Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

isterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk..
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyâsı bu cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Ahmet Hamdi TANPıNAR
ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Yagmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azicik oksasam sanki çocuktular,
Biraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
Hayir, sanmayin ki beni unuttular.
Hala arasira mektuplari gelir.
Gerçek degildiler, birer umuttular
Eski bir sarki, belki bir siir
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular.
Yalnizliklarimda elimden tuttular
Uzak fisiltilari içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde birer buluttular,
Nereye kayboldular simdi kim bilir.
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
"Ne yaldızlı hükümdar anıtları, ne mermer
Ömür süremez benim güçlü şiirim kadar;
Seni pasaklı Zaman pis bir mezara gömer.
Ama satırlarımda güzelliğin ışıldar
Savaşlar tepetaklak devirir heykelleri
Çökertir boğuşanlar yapı demez sur demez,
Ama Mars’ın kılıcı, cengin ateş selleri
Şiirimde yaşayan anını yok edemez.
Ölüme ve her şeyi unutturan düşmana
Karşı koyacaksın sen; yeryüzünü mahşere
Yaklaştıran çağların gözünde bile sana
Bir yer var övgüm seni çıkarttıkça göklere
Dirilip kalkıncaya kadar mahşer gününde
Yaşarsın şiirimde sevenlerin gönlünde."

William shakespeare hazretleri böyle buyurdu. 55. Sone.