bugün

Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş. (Nilgün Marmara)
"bana yar olmayan devr-i devranın,
izzet-i ikramını sikeyim.
yansın ibneler alayı,
su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim"
Davlumbazlar yeğde yeğde vuranda .
Çarkacılar sağlı sollu dönende.
Eğri kılınç ak gövdeyi bölende.
Yiğidi doğuran ana bin yaşa.
ama sen uzaklardaydın ey kalbim
uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
ayın yıldızların çağlayarak
berrak şelaler yaparak
coşku içinde aktığı
bir yerlerdeydi.

...

erdem beyazıt
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.
görsel
'' Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak.''
Benim savaşım yıllarca sonra
Dilden dile gezecek.
Şen olsun, karanlık gerdeğinde
Dişisinde erkekçe tad alan böcek…

Bir tohum atılmış toprağa Âdem’den
Sabırsız ve ürkek
Durmuş, süt mavi gecesine yazların
Bağlı karaların en kabasına
En incesine beyazların
Bir nemli sevda içinde sevinçli
Ergeç boy verecek.

Bir şarkı söyleyin ne olur, kızlar
Uzun ve gerçek.
Bütün düşündüklerim aklımda kalsın,
Parmaklarımın telâşlı hasretiyle
Şimdi bir ıssız kasabanın
Bir odasında, kendince, ışıksız,
Yavan, hazırlıksız ve çoook uzak
Bir gece geçecek…

turgut uyar
dünya’nın eksen eğikliği kadar eğilsem sana,
yine dönmezsin etrafımda bilirim.

senin ateşin bana,
karanlığın bana,
tutulman o’na.

bilirim.

irfan kurudirek - dönmedolap
Tekrara düşüyorum tanrım çıkar beni
Acılarımın kökü içerde yanmasam yakarmam
Günahlarımı toplarken kullanıyorum çarmıhı
Benliğimin buzdağına gemiler çarpıyor
içimde kıtalar birleşiyor, sınırlar yine aynı kalıyor

Evren genişliyor ben evden çıkmıyorum
Duvarların konuşmamak için sebepleri var
Geçmişimden değil kendimden uzaklaşıyorum zamanla
Hatıra defterim nerde hatırlamıyorum
Ellerim hep titriyor, yazgım okunaksız
Her sayfada hayatımı temize çekiyorum

Her sabah adımı arıyorum ölüm ilanlarında
Susarsanız sessizliğin de yankısını duyabilirsiniz
Ama tanımlayamazsınız gerçeklik algınızı
Acılara ortak arayan ilanlar vardır gözlerde
Ve hepimizin kaçmasına yetecek kadar kelime var
Artık korkmuyorum, ölüm bana ölümü unutturacak

utku fırat özçelik'in düş/gece adlı kitabından.
Güller açarken Bir gülüşünle o gül yüzünde,
Kırış kırış yazılmış alnına, korkunç acılar.
Hüzünlü o güzelim gözlerin, gülemez olmuş.
hiç acımamış sana hızla geçen zalim yıllar.
Nerede bir bakışınla çıkardığın yangınlar.
Senin için esen rüzgarlar, kopan fırtınalar.
Bir tel saçın uğruna bir biriyle vuruşanlar.
Ölüyordu bir zamanlar senin için insanlar.
Bir ömür bir an gibi, gelipte geçti değilmi.
Hep böyle mi,aynı mı kalacak sandın ki zaman.
Bu kadarlık senin de güzelliğin, soldu gitti.
Yanına kaldı yaptığın, yapamadığına yan.
sarararak solmuş, kurumuş daha kış gelmeden,
çöle dönüşmüş tarumar olmuş artık gül bahçen
Susmuş sanki neşeyle senin için öten bülbül.
Kaçar gibi, gizlice, bizlere veda etmeden,
Gidiyorsun usulca, kimselere görünmeden.
. . ismail oral . . .
Birşey var aramızda
Senin bakışlarından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
ikimizde aynı şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze
Birşey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
Fakat ne kadar saklasak nafile
Birşey var aramızda
Senin gözlerin ışıldıyor
Benimse dilimin ucunda.
Sen benim hiçbir şeyimsin.

Yazdıklarımdan çok daha az.

Hiç kimse misin bilmem ki nesin

Lüzumundan fazla beyaz

Sen benim hiçbir şeyimsin

Varlığın yokluğun anlaşılmaz



Galiba eski liman üzerindesin

Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak

Dudaklarınla cama çizdiğin

En fazla sonbahar otellerinde

Üniversiteli bir kız uykusu bulmak

Yalnızlığı öldüresiye çirkin

Sabaha karşı öldüresiye korkak

Kulağı çabucak telefon zillerinde



Sen benim hiçbir şeyimsin

Hiçbir sevişmek yaşamışlığım

Henüz boş bir roman sahifesinde

Hiç kimse misin bilmem ki nesin

Ne çok çığlıkların silemediği (bilgi yelpazesi. net)

Zaten yok bir tren penceresinde



Sen benim hiçbir şeyimsin

Yabancı bir şarkı gibi yarım

Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak

Hiç kimse misin bilmem ki nesin

Uykumun arasında çağırdığım

Çocukluk sesimle ağlayarak



Sen benim hiçbir şeyimsin.
... ne su başlarında tavus tüyleri gibi çeşitli böcek hasretleri
ne çayır içinde gülüşen çocukların yırtık mintanları
sen: taze dişlerinde hıyar kokusu...
ağzında olgun domateslerin çekirdeği,
karpuz ve erik.
ve kesilen tahan halvası hışırtılı marikula...

(bkz: sait faik abasıyanık)
“galiba yapamayacağım” deyip de yaptığın şeyler

ne olmak istediğimi anlatabildim mi
elini alnımda bir defa bile duymadım
burada halbuki ile başlayan bir mısra olmayacak
sen ve ben tarihin hiçbir yerinden iki portre
özgeçmişimizi yazamazlar, özümüz rehin verildi
karşılığında içinde dünler ve yarınlar olan bir hayat
içinde acılar ve şakalar olan duru bir keder
aslına bakarsan her şey biraz ucuza gider
bu tüccar dünyada
o yüzden çok da şaşırmamalıyız1

gerçek olmayan hiçbir şeyi şiire katmasam
yalnız senin güzel parmakların benim bozuk alnım
çünkü dokunmak gerçeğin en yakınıdır kızkardeşim
çünkü dokunulmaktan başka hiçbir şeyi olmayan adamlar vardır
hele de benim gibi yersiz lafların toplandığı bir sözlüksen
bu benzetmenin ne demek olduğunu bilmesen de olur
neyin ne demek olduğunu kimse bilmiyordu
birisi kalktı ve isimler verdi
sonra her şeyi bilen bazı ukalalar türedi

ilk lafı merak edilen şanslı bir bebek de
son sözü sorulan şanlı bir mahkum da olamadım
şimdi sıra bana gelmiş gibi
kendimden söz etmem gerekmiyordu
bu senin şiirin
başkasının şiirinde kendisinden bahseden şair haindir
ve henüz vurulmamıştır
alnından

dünyaya adaleti biz getiremezdik
ama bana adaleti sen getirebilirdin
adalet sözcüğünün hangi kökten türediği umurumuzda olmazdı
toprağın rengiydi adalet, bir şahinin avlanması
herhangi birinin vesikalık fotoğrafı
ıslak otlar üzerinde çıplak ayaklarla dolaşmak için edilen ısrar
senin ellerinle benim alnım arasındaki mesafesizlikti adalet1
biz bunları bilirdik

kızkardeşim konuyu anlamışsındır
ben burada yapayalnızım
tıpkı …………………………………………. gibi yalnızım
yukarıdaki boşluğu sen doldur
gibi ile yapılan benzetmeleri sevmiyorum
ama hiçbir şey de anlatılamaz bir şeye benzetilmeden
aramızda bir de dil problemi çıkmasın şimdi
kalbimle sevmek ve dilimle yenilmek istemiyorum
içimde sanki ………………………………….. var
içimdeki boşluğu sen doldur
kesinleşsin artık aslında bana ne olduğu

kimseye bir şey anlatmak zorunda değilim
yıllarca özgürlüğü bu sandım
işte şimdi halbuki ile başlayan bir mısra geliyor
halbuki özgürlük herkese her şeyi anlatabilmektir
her şeyi bir vecizemin altına sığdırarak bitiriyorum
“olmayanlara inanmamalı, olanlara kanmamalıyız”2
kızkardeşim seni çok seviyorum.

Onur bayrak-kızkardeşsizlik
benim de mi düşüncelerim olacaktı,
ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
çok sevdiğim salatayı bile
aramaz mı olacaktım?
ben böyle mi olacaktım?
güzel insan senin olmak değil mesele, seninle bulunmakta asıl mesele.
yaslan göğsüme sevdiğim,
benim gönlüm gök gibidir, açık deniz gibidir.
pas tutmaz benim içim, yeryüzü gibidir.
toprak gibidir
sen ki, bulut gibisin.
ay gibisin, güneş gibi bazen.
- erdem bayazıt
Dilenme bu dünya da,
Hiç kimseden merhamet.
Sevenin var, sevmeyenin var.
Beklemeyesin sakın ola ki,
Herkezden adalet.
Vicdanı olan var, olmayan var.
Sanırmısın ki kolaydır,
Bu dünya da ikamet,
Geçemeyeceğin bin türlü sınavın var.
Zannetme ki kendinden,
Her türlü keramet,
Kullandığın çeşit türlü aletin var.
Gördüğün her güzelliği,
Sanma sakın kendine,
Yaşayan her kulundur onlar.
Senin hanın, hamamın,
Bağın, bostanın varsa da,
Oralarda dökülen alın teri de var.
Eyvah ki bulamayasın ferhat olup,
Kendine bir şirin.
Her ferhatın delecek bir sürü dağı var.
Şirin olup da beklemeyesin,
Ömrünce bir ferhat.
Dağların da karşı koyacak bir gücü var.
Cihangir olsa edilmez,
Her padişaha kulluk,
Zalim olanı var, melun olanı var.
Dosdoğru bir ismail'im ben,
Ararım her yerde doğruluk,
Hırsızı var, yalancısı var, sahtekarı var.

. . ismail oral . . .
ruknettin'in aynalarda ağladığı kadar var.

bir mevsimin kıyısından tutarsan ruknettin
kurak ovalara yağmurlar yağar,
ayak bileklerinden kavrarsan bir harfi,
kalbin şiir olup vadilerini sular.

senin de vadilerin vardır ruknettin!
kehanetler kurarsın,yağmalarsın kendini
kurtarıp o yangında ilk önce kalbini
niyedir, aynalarda azalır sesin.

doktorum
ben bu kalbimi sarınır örtünürüm
kış gecelerinde o nu yakar ısınırım
üşürsem helak olacağımdan korkarım.

doktorum
gayya kuyusuna inmek istemem
bana bir ip uzat,yağmurlar istemem
aynaları kırarım, suretimi istemem
mevsimler dönedursun,bu dünyayı istemem
ben allah'ı isterim.

ben hep aynalardan geçerim doktor
aynalar benden geçer.
araf'tan bir sepet sarkıtırım aşağı,
doluşur içine narin böcekler
yaşamayı yeni öğrenmiş kelebekler
üşüşür ben kalbimi sarkıtınca aşağı
ben hep aynalardan geçerim doktor!

günahları için ağlayan kim varsa
kanatlarıyla okşar onu melekler

hep böyle midir
kalbin hep böyle yavaş mıdır ruknettin?
aynalar sana bir savaş mıdır ruknettin?
yarin dudaklarından trenler geçer de
kalbiyin istasyonunda durmaz mı
sen hiç satrançta yenilmez misin
atına binip hep gider misin
bilmez misin, atından ayrı düşen bir vezir
zehir gibi çoğaltır kanında yalnızlığı
ve nihayet şahlar da aynalardan geçer
bir sen mi kalırsın bu rüyada ruknettin
herhalde hep böyledir
bu dünya sevenlere bir tuzaktır ruknettin!

buraya kalbinizi kuşatmaya geldiydik
konuşmayı unuttuyduk,hal diliyle söylediydik.
dua okuduyduk, yağmur dilediydik
kalbinizi kuşatmaya geldiydik.

hoşgeldiniz. buyrun. işte kalbim.
adımı unuttuğum zamanlarda ruknettin'im
gövdesi ihlal edilmiş bir yetimim.
şu kapıdan buyurun, az ilerisi kalbim.

benim kalbim bir ıslahevidir doktor.
yetim bir çocuk durmadan azarlanır içinde
benim kalbim gövdesi ıslahevlerine çakılı bir kuştur
uçmayı bilmeden ölür kenar otellerde
kalbim ıslah olmaz bir kuştur doktor
tıkanır, ölür metropollerde.

bir çiçeği uyandırmak için mi
söner bu ateşgahlar
kaldırmak için mi yeraltını
o derin uykusundan
kurur bu göl
ne var ve ne oluyor
neden türkü söylüyor fesleğenler
uzakta biri mi göründü
biri incil okurken düşüp bayıldı mı
bir rüya mı gördü yalnız keşişler
ne oldu?

adım ruknettin, tanışıyor olmalıyız
bir çay ocağında ya da bir merdiven başında
sunmuş olmalıyım kalbimi size
bakın!demiş olmalıyım henüz avladım o'nu
igvanın zehrini boşalttığı kuyularda.
yalnız günah parlar zifiri karanlıkta
ve kuyudan kuyuya bir yol yoktur
bir avcı tüfeğini doğrulttuğunda
ay gibi ışıdığında bir aşk
bir mevsim yönünü şaşırdığında.

hayret etmiş olmalısınız,kalbim
hezarfen misali havalanınca.

korkarım sevgili doktor, bu mektuba kendimi üzerek başlayacağım
çabuk büyüyen bir çocuk gibi,
ceplerimin nerede olduğunu unutacağım önce
ve mazi gizlenecek bir yer bulamayacak kendine.
sonra bir menekşeyi teheccüde kaldırmayı unutacağım.
unutacağım, hangi şehirde durursam yar beni karşılar.
nerede ölürsem bahtıma idamlar çıkar
gülümseyen bir arap olacak yüzümün size bakan tarafı,
terkedip gitmelerin ağırlaştığı bir güz olacak öte yarısı.

alnımın dokunduğu yerden savaşlar artacak
ve bahar giysilerine bürünmüş gelirken kıyamet
''gönüllü mağlupları olacak hayatın'' doktor.
yarından korkan adam, ruknettin böyle söyler.

siz doktor, yazabilir misiniz bir gülü yeniden
alıştırabilir misiniz baharı çürüyen toprağa
kabaran yağmuru yeraltına
ve bir aşkı ayrılığa
yakıştırabilir misiniz doktor
kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan
kuşlarla konuşabilir
ve trampetimi geri verebilir misiniz bana?

ah kalbin moğolları! size verecek ne kaldı
bir kitap olup yandı da o
külünden zehir kaldı
bir hayal olup uçtu da
gökte melekler bağırdı
''eve dön, eve dön!''

döndüm ki;şehrin ağrıları üstüme kaldı
bulvara uzanmış diskotek kızları/o melul orospular/
süpermarketler, bankalar
/yani toplu insan mezarları/
üstüme kaldı.

size ne denir ey kalbin istilacıları
barbar denir, ‘bir hayal yıkan' denir.
alın o'nu da götürün,bir kalbim kaldı.

bir ilkokul atlasında gemilerim yandıydı
cenevizden geliyordum, elimde mektuplarım vardı.
elimde ölü bir kızın sağır saçları vardı
bir mevsimin ortasında kalakaldıydım

bakkaldan manavdan değil,
cenevizden geliyordum doktor
o kızın saçlarından geliyordum
yitirilmiş bir mahkemeden
galiba kalbimden geliyordum.

bir güle boyun eğdiren nedir
o aşk değilse
nedir kalbe çıkartılan
tutuklama emri,
aşk değilse.
ah, o sığınaklardan
yitikleri toplayan
ve düşlere vuran gemi
nedir aşk değilse

size kendimden bahsediyorum doktor
biraz yağmur kimseyi incitmez.

iyi ruhların arasında dolaşan
bir gölgeden sözediyorum.
acıdan çatlamış kalbi
soğuğa dayanıklı kılan bir bilgiden
terkedilmiş şizofrenleri
kendine çeken vadiden
keşişlerin hüznünden
ve bir aşk yüzünden
ayları karıştıran kişinin
tababet-i ruhiyyesinden

size kendimden bahsediyorum doktor
ben kar yağarken ıslanmam.

benim öbür adım rüzgar
uğradığım orman
değdiğim kalp uğuldar.

de ki bulunur elbet
iyi bir hal üzre kaybolan kişi

Kemal sayar - ruknettin’in kalbi için kehanetler
bırakın! rüzgarlara tutunayım
alsın götürsün beni uzak diyarlara
doğudan batıya güneyden kuzeye
gezebildiğim kadar...

bırakın! gökyüzüne tutunayım
ay ve güneşe götürsün beni
gök kubbede yıldızlara dokunayım
uzanabildiğim kadar...

bırakın! denizlere çıkayım
fırtınalara göğüs gereyim
yıldırımlara karşı savaşsın yüreğim
dayanabildiğim kadar...

bırakma!! herşeyden ziyade sen bırakma!
herkes, herşey bıraksın beni
lakin sen beni bırakma
sen bırakırsan işte o zaman
ne dayanırım, ne uzanırım,
yaşayabildiğim kadar...

semaatsiz/ bırakmak...
Biliyorum,
Benden çok uzaklardasın sevdiceğim,
Aşılmaz mesafeler aramıza girdiler.
Sessiz ve sensiz dünyamda var artık,
Sadece odama sinmiş kokun, anılar,
Seninle yaşanmış anlar, hatıralar.
Canlandı o eski günler hayalimde.
Dönüp bakınca yeniden maziye,
Seninle beraber büyük tura çıktığımız,
O muhteşem hayal adasında ilk defa,
çekinerek usulca tutarken elini,
sım sıkı sıkmıştın avucumu,
Bir daha hiç bırakma der gibi.
Bostancı'dan bindiğimiz ada vapurunda,
Saçların parlarken yaz güneşinden,
Bir elinde darbuka, inletirken denizi,
Hafiften çakır keyiftin sanki,
Yaslanmıştın fütursuzca omuzuma,
Kör kütük sarhoş olmuştun sonra,
Ben taşımıştım seni, iskeleye kadar,
Seni seviyorum diye bağırırken,
Utanarak elimle, kapatmıştım ağzını.
Sonrasındaysa vapur da sarılarak,
Bırakmıştın kendini kollarıma.
Bütün yol boyunca,
Dalgalarla martılar eşlik etmişti bize.
Bir de şimdiye bak.
Sen bilmiyorum nerelerde,
Bense dönerek tam bir deliye,
Bitmiş tükenmiş bir halde,
Saçları sakalları biribirine karışmış,
Bir köprünün altında ucuz şarap içerek,
ölmeyi bekleyen berduşlar gibi,
Belki bir umut çıkar gelirsin,
Alır beni götürürsün diye dualar ederek,
Bekliyorum sonumu,
Bazen de tam tersine,
Öylesine beddua ediyorum ki sana,
Kötü bir kader gibi yazılmışsın bana.
Nereden çıktın ki benim karşıma,
Şu koskoca, yusyuvarlak dünyada.
Hiç bir şeyin farkında değilsin belki ama,
Gerçek katilim benim sensin aslında.
Bu gün muhteşem bir gün,
çok güzel bir gün, bu gün.
Zaten şarabım da bitti.
Sana kavuşamadıktan sonra,
Çok erken değil ölmek için bana.
. . ismail oral. . .
Gеl еy sеvgili istеrsеn yar ol gеl, istеrsеn yara,
Nе gönlümün dеrdini sor bana,
Nе sararan yüzümü sor,
Ey gönlümün sol yarısı,
Aklıma koydum sеni aklım almadı, Kalbimе koydum sеni sana doymadım,
Arşımın aşkı yar,
Aşk sandığın kadar dеğil yandığın kadar...
https://youtu.be/RWaaqCd9WHk

yanılmış bir kapıyım simsiyah
kendi üstüme kapanıyorum
seni paris’te kaybettim
yanlış bir yerde arıyorum
bozduğum her saat
içimi büsbütün daraltıyor
hiçbir mutluluğum kalmadı
ne bıraktıysan harcadım
inge bruckhart
resimlerine bakamıyorum

yanlış bir bulut çoğalıyor
akşamları yanılmış içlerime
ağzımda bozuk bir pil tadı
o korku değil artık bu yaşadığım
telefon zillerine dolaşarak
bak ne ben leipzig’deyim
ne de sen istanbul’da
ne départ kahvesi’nde çay içiyoruz
ne tiryaki köpek’te şarap

seni görmeden öleceğim
bir daha görmeden
inge bruckhart
zaten kaç yıldır yaşamıyorum

hep yanıldık mı kim bilir
inanmak gelmiyor içimden
o yanlış tren bindiğimiz midir
azala azala unutulduğumuz
hani leipzig garı’nda biten
yine yanlış mı yaşıyoruz
karanlığımızı avuçlarımıza öksürerek
sen bir kadın ıssızlığına koşulmuş
yarıdan fazla mavi gözlü
eylülden eylüle gülümseyen
ben görünmez raylara düğümlü
garlarda yankılanan bir erkek
değerinden eksiğine bozulmuş

ölüversek mi ne
en büyük yanlışlığı benimseyerek
gizli bir nem sinmemiş mi ellerine
ya saçların fena halde sonbahar
yanlışlar prensesi inge bruckhart
yine marne üzerine kar yağıyor
geceleyin bembeyaz ıhlamur ağaçları
yanıldıkça lüzumsuzluğunu anlayıp
insan yaşadığından utanıyor
uykularımızda yalnızlık korkuları
dışımızda en küstah yanlışlıklar
içimizde en başka türlü ayıp

attilâ ilhan
I once met a woman who wasn’t there. 
She was long and tall and slim and fair. 
I love this woman with all my heart. 
And when she vanished, it tore me apart.

I once met a woman who wasn’t there. 
I followed her down to the pit of despair.
She was not evil. She was kind. 
It was not her, but me, who was blind.