bugün

Bir akşam üstüdür katil, muhteşem
Alıp götürmüşler dost dediğini
Almış rüzgârlar içini,
Ümide benzer, sevdaya benzer...
Soğuk bir namludur kör ve pusuda
Ense kökünde zulüm,
Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur
Burnun dibine hürriyet.
Seviyorum mümkün değil;
Aranızda kurşun, yasak bölge var
Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel
Kanunu yapanlar ihtiyar.

Ahmet Arif.
göçebe kuş gibi ordan oraya
savur beni bir diyardan bir diyara
olmasın sabit bir yerim
olmasın en sevdiğim,
gece esen ılık rüzgarlarda

ayrılamam diyenler,
nedense hep ilk gidenler
sevişirken kokusunu
yataklara bırakıp gittiler

şimdi bir çift göz hatırımda sanırım
zeytin tanesi gibi iki kocaman göz
hem tanıdığım hem yabancı
sohbet eder gibi ama biraz yalancı

giderken sözü olmayan bir sevgi bu
peşinden bakılacak bir resmi olmayan
büyük büyük konuşmayan bilirmişcesine
basit bir sevgi bu yalanı çıkarı olmayan.
Bir gün baksam ki gelmişsin..
Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
Gözlerinde bir bitmez,bir tükenmez güzellik
Saçlarında ilkbahar..

Bir gün baksam ki gelmişsin..
Gülüşünde taze serin bir rüzgar
Ellerin yine eskisi kadar güzel
Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar..

Bir gün baksam ki gelmişsin..
Hasretin içimde sonsuzluk kadar.
Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.
Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.

Bir gün baksam ki gelmişsin..
Ne yüzünde bir gölge,ne dilinde sitem var.
Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
Benim olmuş dünyalar...

Yavuz bülent bakiler.
Duvarları çatlak
Tavanı dökülmeye hazır
Temelinde bitlerin karıncaların ince bacaklı böceklerin
gezindiği
ihtiyar evlerde
Zamanı çekip üstümüze
Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi.

Bir şey mi var
Sandık diplerinde saklanan merdiven altlarında
unutulan
Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların
Nedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana.
Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda
Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde
Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor
Bazan yorgun taylara.

Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde
Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz
Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.

Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır
Her yerde ve her şeyde
Sesini çizerek sonsuzluğa
Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların.

Ve aklın dar yalnızlığında.
~erdem bayazıt
mahallemizde senden başka ağaç olsaydı
seni bu kadar sevmezdim
fakat eğer sen
bizimle beraber
kaydırak oynamasını bilsen
seni daha çok severdim.
görsel
Aşkı duydum mu bir başıma kalıyorum
Kasıklarımı ovuyorum bir güzel
En küçükleri var ya ayak parmaklarımın
ilk peşin onları görüyorum.
" saat on ikidir söndü lâmbalar
uyu da turnalar gelsin rüyana. "
- Sezai Karakoç
sonsuzdan bir parça aldım bu onun sonu oldu
sonra o parçayı yerine koydum şimdi ne oldu?
hani sen, ben, onlar hepimiz içkindik
beni senden, beni onlardan koparınca ne oldu?
Bir kadın görmüştüm
Genç ve güzeldi
Saçlarının arkası kördüğüm
Doğruca tepeye baktı
Çünkü boyu kısaydı.
günlerden sefalet
saat izmaritin bitimine son nefes
sana çeyrek kalmış henüz haberim yok
yüzümde istemsiz bir tebessüm.
Gecenin tam ucudur en guc oldugu zaman dertlerin
Sigaranin en agir oldugu dakilar hep ucdedir
Gozyaslari bekler ta ki gecenin ucunde akabilmek icin
Gonuller titrer tebessumler yerini birakir buzulmus dudaklara gecenin ucunde

Gecenin ucudur sevdanin en katmerli vakitleri
Tum asklar gecenin ucunde baslar ve gecenin ucunde biterler
sevgilinin gozleri en guzel gecenin ucundedir
Ve ben seni her gecenin ucunde yeniden affederim

gecenin ucudur dualarin reddedilgidi saatler
her gecenin ucunde tum terkedilenler tipki benim gibi
her gozyaslarinda bir parca eksilirler
Ve her gecenin ucunde ben seni dusunurum.
Bir karanlık geliyor yokluğunun ardından
Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum
Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından
Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum

Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki
Dünyadan bezginliğim dünyalar kadar eski
Öylesine çözülmüş, öyle dağılmışım ki
Bu ne bitmez ayrılık bu ne özlem diyorum

Beni çağırdığını bir defa duyabilsem
Avuçlarımda ateş, yorgun gözlerimde nem
Aşarak denizleri bir gün kapına gelsem
Başımı duvarlara vurup ölsem diyorum...
karanlıklar sarmıştı gündüzün etrafını;
yazılacak tüm hikayeler,
söylenecek tüm şarkılar anlamsızlaştı..
karanlık bir defa geldi mi,
ne ışık kalır geriye ne de gündüz.
işte zaman gecenin yarısına koşar adım giderken
ruhum yelkovan ve akrebe sıkışmışken
aklımdan geçen tek şey sefil yalnızlığım
ve ona eşlik eden senin yokluğun
O ne avuçladığın anne ellerin yanmış
Ruhlar ağlaşıyor yine, melekler ayaklanmış
Denizler kabardı sen dur, denizler kabardı
Bu ırmaklar yokken anne gözlerin vardı
Eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
Sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş

Kundaklanmış saçlarından kıvılcım düştü
Yaralanmış tüm aşıklar ona üşüştü
Denizler kabardı sen dur, denizler kabardı
Bu ırmaklar yokken anne gözlerin vardı
Eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
Sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş
Anne- (bkz: kardeşlik çağrısı)
sevmiş gibiydi aslında
dinlenirim sandım ruhunda
bir bağ kurar aklında
sever sandım zamanla

her mısraya seni koydum
her köşe başına bir gölgeni
zihnime gülüşünü
heybeme sevgini koydum
bıraktım seni sevmeyi...
leylim leylim
ayvalar, nar olanda
sen bana yar olanda.
belalı başımıza
dünyalar dar olanda.
(bkz: ahmed arif)
Yarayla alay eder yaralanmamış olan
Bak nasıl da solmuş tanrıça kederlerden
Sen çok daha parlaksın çünkü
Sen gökte parlayan yıldızların ilki
Sen aydınlatırsın geceyi.
SEN GÜLÜMSERKEN

En ağır ve kimsesiz kaldığım geceler
Sokakta, ve yahut uzun bir yolda,
Hiç kimsenin bilmediği kutulardayken.
Bir gülümsüyorsun, sanki evimdeyim..

En soğuk iklimi düşün, hisset.
Üşüyorum deli gibi, üstelik üstüm de ince.
Balkondan kalkıp battaniye almaya bile eriniyorum.
Bir gülümsüyorsun, ısınıyorum..

Yıllardır düşünüyorum,
En ince ayrıntısına kadar koyuyorum yerli yerine.
Ama, mutlu olmayı bilmiyorum kendimce.
Bir gülümsüyorsun, mutluluktan gökyüzünü kucaklıyorum.

Haliyle yoruldum,
Geçmiyor ama bu yorgunluk, günlerce uyusamda.
Sen bir gülümsüyorsun,
Bir kaç saniye, ben bir ömür dinleniyorum gülüşünde..
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçeği
Şiirin ve aşkın geleceği

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgarı, portakal balı
Alçak gönüllü, hünerli, sevdalı

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bulunan

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nazım

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlat, ağıt, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan

Ataol BEHRAMOĞLU
Ey Allah’ım onun içini en iyi sen bilirsin,
Çıkışı nerede bu kalabalık şehrin? Sevdim…
Dudakları suni teneffüs taşıyordu kırılgan nefesime.
Ve kırmızı…
Kırmızı, öylesine şehvetliydi ki dudaklarında,
Adem’in elması görse utanırdı renginden…
Çok sevdim Allah’ım, iman eder gibi;
En çokta bu yüzden günahkarım belki de…Saçları vardı…
Geceyi hasetten öldürecek kadar siyah,
Hasretten boynuna dökülen bir nehirdi sanki.
Penceresi aralanan göğsüne perde…
Hırçın,
Asil,
Ve asi…
Yıldızları koynunda uyutacak gibi...
Yumuşacık,
Uzun,
Ve siyah…
isyan değil Allah’ım bu, yumruğumu sıkmıyorum.
Artık saçlarında gezinemeyen parmaklarımı,
Avuçlarımda boğuyorum…Gözleri…
Suskundu.
Doğuştan sağır olsan anlarsın o bakışların evrensel dilini.
Haykırır gibi bakardı,
Hıçkırırcasına,
Ve gözbebeğinde ışığı kırarcasına…
Kınında kendi gırtlağına dayanmış keskin bir kılıç gibi,
Suskun,
Sessiz,
Hıçkırırcasına.
Öylesine parlardı ki içleri, tarifsiz…
Titreyen ses telini ihbar eder gibi bakardı işte.
Ayrılık demeden, ayrılırdı bakışları gözlerimden.
Ve yere düşerdi sonra…Ve sesi…
Konuştu Allah’ım, duydum sesini!
Sesi…
Kıyametten önce Sur’un ucundaki o son senfoni.
Bir mabedin çöküşü kadar uğultuluydu.
Sesi; harfsiz bir lehçenin tek kelimesi,
Teni terk eden ruhun o son çığlığı,
Dudaklarından akan kırmızı rujun kanıydı sanki,
Sesi, tanımadığım bir melodram ağlıyordu.
‘git’ dedi, git.
Allah aşkına git, öl istersen ve bit…Öldüm kadın!
Dudaklarına,
Saçlarına,
Gözlerine,
Ve sesine…
Sevmekten öldüm seni…Yalnızlığımı tak saçlarına, yokluğumu da…
Benim adım huzur artık, bir daha uğramam sokağına…
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor Hugo
Eski bir magirus bulsam girip içine ağlarım
Ne yana dönsem karanlık
bu ne biçim cumartesi
içimde bir gölge
Bilmiyorum neyin lekesi

Soğuk
Ve yorgunum
Gitmeliyim
Ama yorgunum
Susmalıyım artık
-ki dinleyen de kalmadı!-
Çok yorgunum

Boş bir vagon bulsam girip içine ağlarım
Tersiz ve telaşlıyım
Yolun sonuna doğru
Kopup dört yana dağılan
Tesbih parçaları gibiyim

Ama işte
Umut bu
Bitsin deyince
bitmiyor
Ömür gibi
Bitsin demek
Günah gibi

Kırık bir sandal bulsam girip içine ağlarım
Bütün unutulmuşluklarımı
Tek bir gecede unutup
Kabul eder mi beni
Tahta
Su
Ve karanlık

Uygunsuzum
Ve uykusuz
Kesilsin artık sesim
O, gelsin
Üstümü örtsün...

Ali lidar
her mısraya seni koydum
her köşe başına bir gölgeni
zihnime gülüşünü
heybeme sevgini koydum
bıraktım seni sevmeyi...
Durdum ve düşündüm demin
Baktım bu yol daha emin
Ayrılmamaya bin yemin
Ettim sana geliyorum.

(bkz: abdurrahim karakoç)