bugün

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor Hugo.
kendimde arıyorum gecenin mabedini
sanki sırtım bir mezarlık
sanki bu toprak bir budanın yaşam hikayesi
hecelerinden ölülerin döküldüğü bir cinayet sanki
bir sancının iz düşümü bu gölgenin çemberi
kuyruklu bir yıldızın alnında yazılıdır cennet
tanrı ellerinden düşürdüğü dünyayı kendinden saklıyor

sus!

şarkılar söylüyor çingeneler
içinden çocuklar geçiyor ölülerin
bahçesinde ağlamayı unutmuş bir sevda
şarkılar haram bir kabe tavafı gibi.
sancının bir nakaratını söylüyor içinde hayat olan,
gölgesini bir bardağa sıkıştırmış saklı insanlar

bir dur
iki düşün
üç..
dört..
beşiğinden ölümü saklayan bir anne
kızıla çalan bu gecenin koynunda tanrı gizli
şarkılar ölü taklidi yapıyor
ölüm..

ölüm kokusunu denizlerden alıyor
ölüm bir bardağın içinde suyu zehirliyor.
çocukluğumuzda çift kale maçlar yaptığımız,
mihrabı hep imama emanet ettiğimiz,
o camileri yıktılar
yıktılar bilmediğimiz bir dinde çocukluğumuzu
yahudi bir zencinin kollarında ölümü öğrendik henüz on üçte.
şarkılar böldü he gecelerimizi
şarkılar söyledik minbere çıkıp
zangoçlar çaldı en içten melodileri
çingenelere aşık olduk
bir nakarat sürüyor dünyanın dönüşü.

buradan tut

işte tam buradan

çocukluğumuzu yakıyorlar
sevdanın en anlamlı yerinden öldürüyorlar geceyi.
....

şimdi otobüs gelir

biner gideriz

gitmeden önce göğe bakalım
Bu gece bir başka ahuzenlar var payitahta ,
Ne sultanım mir olur ne gönlüm yar olur,
Ululuktan bir dem var çok uzakta,
Yer ile yeksan şah ile noksan. Evet.
"...
Penceremin önünde deliklerden ışık boşanan
Kocaman bir gemi durdu.
Yarab! Benim de içimde bu kadar ışık yansa,
Dünyalar benim olurdu..

Senin en karanlık göklerinde salkım salkım yıldızların var;
Benim içimde insan ayağı değmemiş karanlıklar.."

Bedri rahmi eyüboğlu
Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
itiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.

Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.

(bkz: didem madak)
Rengini dünyaya ilk defa sunan
Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
Sevgilim
Bana "sen bir şairsin" dediğin zaman.

Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
istersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
Soğuklar başlayınca havalanıp
Millerce yol katettikten sonra
Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.

Ve yazmış olacağım bir de
Her dönemde her çağda
Sevdanın kendine özgü diliyle

edip cansever.
Kan Var Bütün Kelimelerin Altında / Cemal Süreya

Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay söyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
işte durup dururken şurda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızlaırn göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimeleirin ardında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır bellepin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında

Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde

Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde

Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde

Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
işte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda

Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında.
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa, insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık! ..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun! .
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
MERDiVEN
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Ahmet HAŞiM
Yanında oturan ben değilim
Zamanla dirilen anılar

Sorular soran ben değilim
Pişman eden merak

Geçmişi kabartan ben değilim
Yeni biten maceralar

Seninle yaşayan ben değilim
Yere düşen yaprak

Duygularını şaşırtan ben değilim
Gelip geçen acımalar

Kolunda uyuyan ben değilim
Uzaktan gülen aşk

Karşında ağlayan ben değilim
Yürekte esen rüzgâr

süreyya berfe.
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın yıldızların çağlayarak
Berrak şelaler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.

Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Adı Ferhat mıydı neydi
Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Herbirinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan

Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
Toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibi bazen

Usul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi
Dalıp gitmiştik
Sen konuşuyordun
ipil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
Onlar ki konuklarımızdı
Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı
Hepside ezelden tanıdıktı dosttu.

Erdem Bayazıt
Bir adam vardı
Evet bir adam
Vardı
Evet o adam vardı.

Tual üzerine yağlı çalışmam. Burada insanoğlunun sistemde varoluşu sorgulanmıştır.
Yolda gördüm bir afet taş gibi taş,
O na bakınca gözümden geliyor yaş,
Bu güzelle yatmak için dağları aş,
Ey Allahım bu nasıl bir taş. Evet.
Güzel olan
Her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
Erimek yarını olmayan zamanlarda
Durdurmak bir yerde bütün saatleri
Bütün kuralları kırıp parçalamak
Sonra varmak o yerlere
Mevsimlere dur demek
Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
Delicesine içmek
Ve unutabilmek her şeyi ansızın
Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak

Güzel olan
Sevmek seni Tanrılar gibi
Seninle Tanrılaşmak...
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
Ne bu şehir kalacak
Ne bu duygusuz sürü
Bu korkunç kalabalık
Her vapur seni getirecek bana
Bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
Kapılar sana açılacak
Senin için söylenecek şarkılar
Şiirler senin için yazılacak
Her evde bir resmin
Her meydanda bir heykelin olacak
Ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
Kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
Kopup ötelerden, ötelerden
Yalnız bana geleceksin
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin.

Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
Sende buldum erişilmez hazları
Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
Duyguların en ölmezini sende duydum
Susuzluğum dudaklarında dindi
Yalnızlığım ellerinde
Çoğu gün unuttum açlığımı
Sende doydum...

ilk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
Anladım yaşadığımı her nefes alışta

Seninle geçtim bütün zamanlardan
Seninle var oldum
Eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.

Boynunda bir yer vardır, ben bilirim
Ne zaman oradan öpsem,
Değişir gözlerinin rengi
Yanar dudakların, terler avuçların
Dökülür kapkara aydınlık gibi
Omuzlarına saçların
Gitgide artar kalbinin vuruşları
Bir musiki halinde dünyamı doldurur
Ansızın bütün sesler kesilir
Zaman durur
Bir baş dönmesi başlar o en yükseklerde
Her gün seninle yeniden var oluruz
Eriyip kaybolduğumuz yerde...

Sesini duymadığım gün
Yaşanmış değil
Açan çiçek değil
Öten kuş değil
Yüzünü görmediğim gün
içimde yıldızlar sönük
Güneşler güneş değil
Seni sevmediğim gün
Seni anmadığım gün
Olacak iş değil...
Her günüm seninle geçsin
O güneşe en yakın
Kimsenin varamayacağı bir dağ başında
Uçsuz bucaksız uzak denizlerde
insan ayağı değmemiş ormanlarda
Uzaklarda, en uzaklarda
O gemilerin uğramadığı limanlarda
Işığım ol, alınyazım ol benim
Vatanım ol, evim ol
Yeter ki bir ömür boyu benim ol
Her günüm seninle geçsin.

ÜMiT YAŞAR OĞUZCAN
Ben kibriti çaktığım zaman
Her şey kırmızıydı yüzün olarak
Ben kibriti çaktığım zaman
Çünkü her yüz bir memlekettir

Ben sigaramı yaktığım zaman
Çünkü her sigara bir kelimedir
Ben sigaramı yaktığım zaman
Güz günleriydi bir şarkı olarak

Bir güvercin ben öldüğüm zaman
Nice hüzünlerden yaprak yaprak
Bir güvercin ben öldüğüm zaman

cemal süreya.
Haydar Paşa garında.
Anasının yanında.
Bir kerecik sevmedin.
Çıban çıksın kıçında.
Hasret

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın. Nazım..

O'na gelsin..
Geceye bir şiir bıraktım
Evet şiiri bıraktım
Hem de geceye
Hem de bu gece
Çıplak bedenimdeki incir yaprağı misali.

Burada şair geceyi eleştirmiştir.
""" Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde? """

(bkz: ismet özel) (bkz: münacaat)
Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz
yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...

Kadın sustu.

SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR...

Nazım Hikmet Ran
Ey özünün sırlarına akıl ermeyen
Suçumuza, duamıza önem vermeyen
Günahtan sarhoştum ama dilekten ayık
Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

Büyükse de isyanım, kötülüklerim
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim
Bugün sarhoş ve harap ölsem de
yarın Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

Tanrım bir geçim kapısı açıver bana
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni
Haberim olmasın gelen dertten başıma.

Rahmetin var, günah işlemekten korkmam
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam
Mahşerde lütfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.

Derde gama yatkın yüreğime acı
Bu tutsak cana, garip gönlüme acı
Bağışla meyhaneye giden ayağımı
Kızıl kadehi tutan elime acı.

Akıl bu kadehi övdükçe över
Alnından sevgiyle öptükçe öper
Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi
Hem yapar, hem kırıp bin parça eder.

için temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para
Hırka, tespih, post, seccade güzel
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

Bilgenin yüreğinde her dilek
Anka kuşu gibi gizli gerek
Damla nasıl inci olur denizde
Sedefler içinde gizlenerek.

Ovada her kızıl lalenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi
Yerden biten şu mor menekşe yok mu?
Bir güzelin yanağındaki bendi.

Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler
Bin bir derde düşer, canlarından bezerler
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür
Onlar gibi olmayana adam demezler.

insan bastığı toprağı hor görmemeli
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli.
Ne çiçek kalır ortada ne bahçe
Sadece uğultusu o rüzgarın.
Ve bir umut kırıntısı;
Belki yarın.
Ümit Yaşar Oğuzcan.
"...tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları. "
ismet Özel
Bilirsin sigarayı da kalem tuttuğum

gibi tutarım.

Ondan tüter sevda sözleri.

Cemal Süreya