dün, sabaha karşı 2-3 saat uyuyabilmek için uykuya teslim olmaya karar verdim ve korkunç bir rüya gördüm. çok kişisel bir kâbustu. eli bıçaklı katiller tarafından kovalandığım rüyalar hiç görmedim zaten. gördüğüm rüyada on yedi yaşımda ve o yıllardan şu ana kadar tek 'gerçek' arkadaşım olan kerem'in evinde buldum kendimi. evde annesi, babası, kız kardeşi ve birkaç arkadaşı vardı. kerem'in gittikçe bozulan hayatını fark ettiklerinden, beni de bu durumunun tek sorumlusu olarak gördüklerini düşünüyordum. konuyla ilgili tanıklık ettikleri itibariyle, bundan emin olacak kadar bilgi sahibi olabilirlerdi. kerem'le ne zaman görüşsek, ikimiz de daha önceden değer verdiğimizi sandığımız birkaç şeyden vazgeçiyorduk. bazen bir anı, bazen bir arkadaş, bazen bir eşya.. rüyamda, evin bütün odalarına girip çıkarken, kerem'in annesi ve babası da beni ayrı ayrı yanlarına çağırıp konuşuyorlardı. ağızlarından, dünyanın en küçük ama buna karşın en acı verici iğneleriyle dolu cümleler çıkıyordu ikisinin de. kerem de evdeydi. ailesinden saklamaya çalıştığı sigara paketi, pantolonunun cebinden belli oluyordu. ve ben, kendimi bundan da sorumlu hissediyordum. hiçbir şey yapmadan evin içinde geziyor ve ailesinin bana çektirdiği işkenceyi seyretmekle yetiniyordu. sanki bana, ''evet. senin yüzünden. ben senin yüzünden üzüyorum ailemi'' der gibiydi. gördüğüm bu rüya yüzünden fazla uyuyamadım zaten. uyandığımda beni uyutmayan bu rüyayı düşünürken, eski anılar da başladı gözümün önüne gelmeye, birer birer. rahat bırakmadılar beni.
on beş yaş sularındayken, gezmek için ailemle gittiğimiz şehirlerin mezarlıklarına uğrardım mesela. annem ve babam beni birkaç saatliğine serbest bırakırlar ve gezmek için geldiğimiz şehrin sokaklarında gezmem için cebime biraz para koyarlardı. ben de hemen gidip ilk gördüğüm taksiye atlar ve en yakın mezarlığa gitmesini isterdim şoförden. bir sürü şehrin mezarlıklarını gezdim. tabii bu bayramlarda yapılan bir tür mezarlık ziyareti gibi değildi. ben kimseyi ziyaret etmiyordum, çünkü kimseyi tanımıyordum. sadece havasını solumak istiyordum mezarların, toprağın, mermerin. mezar taşlarının üzerindeki yazıları okurdum. altında yatan, bir zamanlar nefes alan, kitap okuyan, film izleyen, kavga eden, sevişen, kahvaltı hazırlayan, yani kısacası, 'yaşayan' ama artık cesedinin çoktan böceklere yem olmaya başladığı bu kişilerin nasıl biri olarak yaşadığını hayal etmeye çalışırdım. tabii bir mezar taşının karşısında durmak, filmin ya da kitabın sonuna bakmaya benzer. ne olmuşsa olmuş, ne yaşanmışsa yaşanmış, ne yapmışsa yapmış ve sonunda kendini gömdürmüştü. en azından, kesin olarak bildiğim bir şey vardı bu hiç tanımadığım adam ya da kadında. o da, nefes almadan yıllarca toprağın altında duruyor olmalarıydı.
tuhaftır anılar. insanı huzura da sürüklerler, huzursuzluğa da. keşke unutabilseydik her şeyi. sıfırlayabilseydik zihnimizi. nasıl ki doğa ölen kişileri unutmamız ve artık nefes almayan cesetlerinin kokusunu hissetmememiz için onları gömmemizi emrediyor, bizler de doğanın emrettiği gibi unutabilseydik keşke gerekli gereksiz tüm bilgileri, anıları, insanları. ve eminim o zaman, bu kadar zor olmazdı insanların mutluluğu yakalaması.
insanlar kiymet bilmiyor, vefali dedigin bile takmiyor seni, kendi hayatini kendi n uzerinekurman lazim. egoist olmam lazim.
ne zaman kiymet vermedim o zaman ardindan kosulan oldum, gene oyle yapicam