hayalperest kişiliği, siyah beyaz bir dünyanın gökkuşağıydı sanki..
yaşamında hep hayallerine sımsıkı sarılıyordu ama bir yandan da ardı arkası kesilmiyordu sıkıntıların..
benzetmek gerekirse kara bir kışın ortasında açan bir çiçekti düşleri..
ve bir gece seyre dalmışken gökyüzünü,
bir hayal daha düştü kalbine..
sonsuza kadar yaşamalıydı hayalleri,
bedeni kül olsa bile gittikçe çoğalan sessizliğine..
Pencereden dışarı baktığında sokak lambasının ışığında gördüğü kar tanelerini izlemeye dalmıştı. Aklından bu sakinliği izlemem geçmiyordu ama. Nerde kaldı o diye meraklanıyordu daha çok. Yaşadığı bu yerden de pek hoşnut olduğu da söylenemezdi. Bir türlü sevememişti. Yine de durmak zorunda olduğunu çok iyi biliyordu.
Meraklanmasının nedeni normalde bu saatte onun geliyor olmasıydı. Tabi bu hava bile trafiği etkileyebiliyordu. Biraz da trafikten korkuyordu. O yüzden bu kar tanelerinin düşüşü onu sakinleştirmiyor aksine tedirgin ediyordu.
Ve sokak lambalarının altından üşüdüğü her halinden belli olan, o geliyordu. Binanın kapısına gelirken çoktan otomitiğe basılmıştı bile. Kapıyı itip apartmana giriyordu. Asansöre binip yukarı çıktığında ise karşısında nerde bakışı olan tedirgin bir kız vardı. Gülüyordu onun haline.
O yüzden ağzını açtırmadan daha neden geciktiğini söylüyordu. Biliyorsun bu yaşadığımız yeri yollar yine gıdım gıdım ilerliyordu diyordu.
Karakterleri farklıydı ikisinin de buna rağmen uyumları harikaydı. Bazen kendi kendine soruyor ne buluyorum onda beni burda tutacak kadar diyordu. Aşk mı cinsel bir çekim mi ? Her zaman daha farklı bir şey bu diyerek sonlanıyordu kendi kendine sormalar.
Duştan çıkmış bornozunu geçirmişti üstüne. Yine bakakalmıştı ona. Ve onu yanına çağırıp bacaklarının önüne oturttuktan sonra saçlarıyla ilgilenmeye başlamıştı. Saçlarıyla oynamayı sevdiğini ikisi de iyi biliyordu. O da gevşeyip kendisini onun ellerine bırakmıştı. ikisinin de mutlulukları basitti. O yüzden hep birbirlerinde buluyorlardı kendilerini bu iki genç kız. Birbirlerine ne hissettiklerini anlamasalar da buna sımsıkı bağlıydılar.
Soğuk ve yağışlı bir sonbahar akşamında eve gelip üstümdeki kıyafetleri yine evin içine atıyorum. Kim kaldı ki bu yağmurda hala biraz olsun yürümek isteyen. Sorunlarını bu yürüyüşlerde çözebileceğini sanan. Seçilmiş o kişinin ben olduğumu düşünüyorum tabiki de.
Içime değin işlemiş yağmurun soğuk damlaları. Bedenim eve girince daha fazla titremeye başladı. Yine umursamaz bir haldeyim kendimi. Çocukluğumdan beri yaptığım şeyi yapıyorum yine bir battaniyeyi alıp altında uzaniyorum. Hiç değişmiyor bu huyum. Evin içinde üşüdüm mü battaniye en sıcak sobadan daha fazla ısıtıyor beni.
Bu deli gibi yağan yağmur değil de insanların ruhsuz halleri o suratları canımı sıkıyordu. En mutlusunun yüzünde bile bir tereddüt saklanıyordu. El ele tutuşan sevgilerin elleri arasında bile sanki uçurum var gibiydi.
Içimden bir ses ' ruh emicileri gibisiniz ' diye homurdanıyordu onlarla karşı karşıya geldiğinde.
Soğuk ve umursamazlığım etkisini gösterip öksürüklere bir çıkış sağlıyordu. Arkasından da parmağımı oynatamayacak bir hal. Bu halde bile dışarıda gezerim diye geçiriyorum içimden. Yatağımın yanında çekmeceye uzanıp defteri çıkarıyorum. Aldığım bazı notları bazı yazılarımı okuyorum. Ve içimden kendime ne zaman düzgün yazmayı öğreneceksin diye söyleniyorum.
Karşıma bu yazıları yazan ben gelip oturuyor. Ne oldu sana böyle ne zaman bıraktın yazmayı ne zaman kaybettin benliğini diye arka arkaya sorularls hesap soruyor adeta. Sadece sessizlik oluyor bir cevap veremiyorum.
Yağmuru hatırla diyor, yağmuru hatırla. Sonra kayboluyor. Ne demek istediğini anlıyorum. Deftere bakıyorum ne zamandır yazmadığımı fark ediyorum. Bu boktan halle bile ayağa kalkıyorum pencereleri açıyorum. Karşısına oturuyorum yağmur damlaları evin içine girip yüzüme çarparken kendimk gecenin derinlerine bırakıyorum ve yağmurun o temizleyici güzelliğine saflığına bırakıyorum.
Ruhum sanki yeniden canlanıyor gibi renklerle müziğin melodileriyle doluyor gibi bir andı.
Gecenin derinlerine baktığımda yazacağım öykülerime bir selam çaktım.
büyük bir dolunay beyaz ışığını yolumuzun üzerine seriyordu. sessiz bir yolumuz vardı ürkütücü bir sessizlikle doluydu her yer. ağaçların arasından da geçiyorduk tepelerden de. sürekli değişiyordu geçtiğimiz bu yerler.
nereye gittiğimizi bilmeden sığınabileceğimiz durabileceğimiz neresi varsa bakınıyorduk. o yorulduğunda omzuma alıyordum. babalar çocuklarını alır ya omuzlarına ben de onu öyle alıyordum. neşesi yerindeydi geçtiğimiz yollara rağmen. seslerimiz aydınlatıyordu geçtiğimiz yerleri.
ikimizde birbirimize kaçmıştık aslında. yaşadığımız her şey bizi buraya sürüklemişti. ve yollarımızın adımlarımızın silineceğini bile bile çıkmıştık bu serüvene. sevgili miydik değildik. birbirine sığınmış birbirini sevmiş güvenmiş iki deli iki kaçık iki yaramaz çocuktuk biz.
belki onun duru güzelliği beni ona aşık etmiş olabilir ama onu bu bilmiyor. deli miyim diye düşünüyorum kendi kendime konuşurken böylesine. olsam da sorun etmezdim galiba. yağmur yine başladı o sevse de ben montumu üzerine geçiriyordum hemen. o güçlü sansa da kendini narin bir kızdı. üşümüştü de söylemese de.
başı omzuma dayalıyken karnım acıktı deyince bir an tepkim 'ne' oldu. şaşırdığımdan değil burada yemeği nereden bulacağımızı bilmediğimden. bunu anlamış olacak ki çantamı versen dedi ve içinden kendi elleriyle yaptıklarını çıkardı.
yakında ufak derin olmayan bir mağara gördük hem biraz duracağımız bir yer hem de yemeği yiyebileceğimiz bir yer bulmuştuk. soğuğu yağmuru sevse de korktuğu bir şey vardı. çakan şimşekler ve düşen yıldırımlar. onun sesleri korkutuyordu. ve tam mağaranın girişinde duyulunca bu kuvvetlice ses, korkusunu bana sıkıca tutunup başını göğsüme yaslayarak belli etmişti.
saçlarını okşayınca yavaş yavaş korkusu geçip kendine gelmişti. ona yatacağı bir yer yaptıktan sonra yemek için oturuyorduk. ne bir ateş vardı ne de bir ses. insanların hayvanların olmadığı bir yerdi sanki. sadece yağmurun ve şimşeklerin sesi vardı.
Geçenlerde, sıkıldığım istanbul da aklımda vitaminin şarkısıyla uyandığım sabah ve devamındaki yaşananlar.
" Keyifli bir melodide söylüyordum. Dişlerimi fırçalayıp duşumu alıp üzerimi giyindikten sonra bir bardak şekersiz çayımı koydum kendime. Her sabah apartmanın karşısındaki ağaçta ve karşıdaki çatılarda duran martılar ve kargalar yine beni bekliyordu. Salam ve peynirleri hazırlayıp balkon demirine koyduktan sonra içeri girip onları almalarını izledim. Bugünlerde tek keyif aldığım şey ve arkadaşlarım onlardı.
Çayımı yudumlayıp bitirdikten sonra yanıma hiçbir şey almayıp dışarı çıktım. Bugünlerde istanbul buz gibi havaya bırakmıştı kendini. Yavşak, karaktersiz ve kendini bir bok sanan bu şehrin insanlarından sıkılmış haldeydim artık. En son yine biriyle tartışmıştım sokakta kendini bir bok sanan tiplerden biriyle. Biraz uzaklaşmak kafa dinlemek istediğimi hissediyordum.
Şimdi ise adımlarımı otobüs bileti almak için yolun aşağısına doğru atıyordum. Gideceğim yeri birkaç gün önce belirlemiştim. Bana hem tanıdık hem de yabancı olabilecek bir yeri seçmiştim. Yanımda olan tek şey telefonum ve ilk defa tek başıma bu kadar uzun bir yolu gidecektim. Bileti aldığım yerdeki çalışanla biraz sohbet ettim, defalarca aldığım bir yer olduğundan. Sonra da servisi beklemeye başladım.
Uzun zamandır yazma sıkıntısı yaşıyordum. Aklıma bu geliyordu. Otururken, beklerken. Telefona bakma gereği duymuyordum çünkü orda kimsenin aramasını mesajını beklemiyordum. Uzun zamandır durum buydu eh alışmıştım da. Uzun zaman sonra öğlen vakitlerinde binip akşam bir yerde olacaktım. Tabi önceden gideceğim yerde yer ayırttığım için sorun olmayacaktı.
Servis gelmiş, binmiş ve bineceğim otobüste ben geldikten hemen sonra gelmişti. Otobüse binip yerime oturdum. Mevsimden olsa gerek fazla kimse yoktu. Daha çok gençler vardı zaten. Bu yol bana çocukluğumu hatırlatacak senelerce yazları güzel zaman geçirdiğim yerden daha ilerisine gideceğim bu sefer sadece tek fark bu. Neyse saat öğlen olsa da kulağıma kulaklıgı takıp müziği açmıştım.
Yolu izlemek istemiyordum. O yüzden müziğe kendimi bırakıp uykuya dalmayı tercih ettim bu daha iyi olacaktı benim için. Biraz dinlenmem gerekiyordu. Müziğe rağmen otobüstekilerin sesini duysam da umrumda olmuyordu.
istanbul dan çıkarken evdekilere mesaj atıyordum. 'yola çıktım'.
Yanındaki kız arkadaşına dönüp bunu söyledi. Gözleriyle iki öndeki masanın yanında dursn kediyi gösterip. Neden diye sordu kız arkadaşı.
Baksana, kadınlar gibi umursamaz ve asil bir duruşu var. Gülümsemekle yetindi kız arkadaşı. Sadece bu değil dedi adam. Susmayacağı beliydi.
Anlat öyleyse dedi kız arkadaşı. Ve adam da anlatmaya başladı.
Mankenlerin ve etkileyici yürüyüşün sembolü olan catwalk mesela. Kadınların kedilerden aldığı bir yürüyüş şekli. Ve başarılı da görünüyor.
Sahiplenicilik de öyle. Bir insan kediyi sahiplenmez. Öyle olduğunu zanneder ama aslında sahiplenen her zaman kedidir. Kadınlar için de böyle değil midir? Sahiplendiğimizi, koruduğumuzu sanırız ama asıl sahiplenen siz olursunuz.
Kız arkadaşı bu benzetmeye güldü. Yapma ya, dedi. Adam, daha bitmedi dedi gülerek.
Sevgi konusunda, kıskançlık konusunda da benzerler. Bunu sende iyi biliyorsun diye hatırlattı bir zamanlar evinde olan kedisini. Kendisine karşı olan tırmalamalar ve bakışlarını.
Önlerindeki kedi vücudunu esnetirken gördü ve kız arkadaşına döndü. Bak şunun esnekliğine. Bir erkek kadın kadar esnek olamaz ve zariflik konusunda yine kedilerle çok benziyorsunuz. Kız arkadaşı merakla dinliyordu adamı.
Gülerek devam etti adam sözlerine. Ve cezbedicilik konusunda da ortak noktalarınız var. Bu konuda erkek kedilerinde çok çektiğini düşünmeden edemiyorum diyordu. Herkes sahiplenmek ister sevmek ister. Gördüğü yerde onları izlerler. Tıpkı bizim sizlere karşı duyduğumuz hisler gibi.
Ve onlar da okşanmayı sever gevşer güvende hisseder rahatlar. Bunu sadece benimsediği insanla yapar sizler gibi.
Kız arkadaşı adamın bu sözlerinden sonra bir kedi gibi sırnaşıp sokuldu ve başını adamın omzuna koyup tutkulu bir kedi gibi miyavladı. ikisi de bu ana gülerken adam kız arkadaşının belinden sarıldı. Kedi de yavaşça uzaklaştı oradan.
böyle uzun öykülerin okunmadığını biliyorum. kimsenin okumadığının da farkındayım. ama bu öyküler bana güzel zamanları anımsatıyor. karanlık ve gri bir gökyüzünün benliğime çökmeden önceki zamanı hatırlatıyor. ve öykülerle o gökyüzündeki bulutları dağıtıyorum.
yazmak bu yüzden önemli hayatımda. yaşam damarlarından biri. ve uzun zamandır kopuktu. tamir etmesi zor olmuyor yine de öyküler güçlü etkiye sahip.
otogarda bir kenarda ayakta durmuş saatin gelmesini bekliyordum. bir çanta dışında yüküm de yoktu. ağzımda bir sigara, yoktu tabiki de. belkide bu yolculukların en önemli aksesuarını kullanmıyordum ben. etrafa baktığımda sigaraların ateşlendiğini görüyordum. nerdeyse her otogarda istisnasız olan o soğuk burda da vardı. sanki özenle seçiliyor gibi tam soğuk yerlerde otogarlar ve dinlenme tesisleri.
değişik değişik insanlar vardı. eminim her insan bir durup etrafı incelemiştir bu gibi yerlerde. ve bir anons sesi duyulur " ... sefer sayılı otobüs otogara gelmiş bulunmaktadır". otobüs önündeki yığılmanın geçmesini bekledikten sonra ben de otobüsün içine doğru yürüyorum. tekli koltukta güzel bir yolculuk olacak.
bu kadar emin olmamak lazım aslında her otobüs yolculuğunda cins cins yolcular olabilir. temkinli olmak gerek o yüzden. yine de böyle 5 6 saatten uzun bir yolculuk olunca ben artık otobüsü bir evmiş gibi hissetmeye başlıyorum. gideceğim yer neresi bu da saklı bir bilgi olarak otobüsün içinde kalsın.
otobüsle ne kadar yolculuk yaptığımı hatırlamıyorum. küçüklüğümden bu yana hep otobüsle yaptım. uçağı değil de trenle yolculuğu merak ederim hep. onun güzergahı otobüs gibi değil daha güzel yerlerden geçiyor. benim için merak konusu olmaya aday hep. uçağı neden merak etmediğimi düşünüyorum aslında basit. yolculuktan keyif almak isteniyorsa otobüs ve tren daima uçaktan önde. uçak daha çok bir yere daha hızlı ulaşılmak isteniyorsa binilir gibi geliyor.
koltukta rahat edecek şekilde yayıldıktan sonra otobüsün hareket edişini izlerken aklıma çocukluğum geliyor. otobüsün içindeyken yandaki otobüs hareket edince sanki biz hareket etmiş gibi hissederdim. çoğu insan içinde böyledir diye umuyorum tabi.
ikram zamanına kadar otobüsün ışıkları sönüyor. gece yolculuk etmeyi seviyorum. pek çok insanın aksine. yolcular da genelde uyuyor oluyor. ben de bu sakinlikte camımdan dışarıyı izlerim. o geçilen yolların gece görüntüsü her zaman farklıdır. bir tutam ürkütücü bir yanı varken bile bana zevk sunuyor görsel bir zevk.
müzik dinlemek yerine de kağıt kalemi alıp bir şeyler karalamak iyi geliyor ama önce camdan dışarısı izlenmeli. uykum nedense gelmez bu yolculuklarda etraf daha çok ilgi çektiğimden mi yoksa rahat mı edemiyorum bilmiyorum ama kısa bir uyku zayen yetiyor.
koltuğa iyice yaslanıp içerisinin sıcaklığıyla camdan dışarıyı izliyordum.
-seni seviyorum
+kanıtla
-ne yapayım
+en yakın arkadaşının kalbini sök
çocuk en yakın arkadaşının kalbini söker ve kutuya koyar. kızın yanına gitmek için dolmuşa biner elini cebine atar ama para bulamaz. o sırada kutudan bir ses yükselir